Ksero madenlerinden Avustralya’ya uzanan bir öykü... (2)

Sevgül Uludağ

Çok değerli arkadaşımız, akademisyen-araştırmacı yazar ve grafik sanatçısı Konstantinos Emmanuelle, Ksero madeninden bir öykü paylaştı, “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” sayfasında... Biz de bu öyküyü okurlarımız için derleyip Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle devamla şöyle yazıyor:

***  Haralambos’un askeri hizmetleri 1946’da Polemidya’da sona erecekti... “Ordudan ayrılırken bana gri renkli bir gömlek, mavi bir şapka, iki pantolon verdiler. Pantolonlardan biri gri renkteydi ve yanda beyaz çizgileri vardı, diğeri de maviydi ve çizgileri vardı. Kıbrıs’ta böyle bir üniforma giyen birisini gördüğünüzde, onun yurtdışından geri dönmüş bir asker olduğunu anlardınız. Ordudan ayrılırken her bir askere 20’şer lira verilmişti – bir de özel otobüs kuponu verilmişti insanlara ki köylerine dönebilsinler...”

***  İngiliz ordusundan ayrılır ayrılmaz, Haralambos Ksero’daki gümrükte bir iş bulmuştu... Ancak o aslında babasıyla birlikte balığa dönmek istiyordu... “Askerde aldığım parayla birisine benim için küçük bir balıkçı teknesi yapması için para vermiştim, balıkçılık için alet edavat da satın almıştım. Güzel bir günde üç kilo kadar balık yakalayabiliyordum ve böylece günde bir lira kazanabiliyordum. Bazı haftalar sadece balık tutarak üç-dört lira kazanabiliyordum...”

***  “Eşinizle nasıl tanıştıydınız?” diye soruyorum Haralambos’a... “Babalarımız birbirlerini tanıyordu zaten” diye anlatıyor Haralambos. “Birlikte balığa çıkarlardı. Yanulla’nın babası beni çok severdi, kızıyla evlenmemi isterdi... Yanulla’yı çocukluğundan beridir tanırdım. 1932’de Mirtu’dan Karavostasi’ye taşındığımızda, Yanulla adlı bu küçük kızın yatağında uyuduğumu hatırlarım... Elbette o günlerde ilerleyen yıllarda ailelerimizin bizi bir araya getirip evlenmemizi isteyeceklerinden habersizdik. 1946’da savaş bitip de Kıbrıs’a döndükten sonra her gün işe giderken onun evinin önünden geçiyordum...”

***  Yanımızda oturan Yanulla da o günleri hatırlayıp gülümsüyor. Bir gün sinemada Haralambos’un onu nasıl takip ettiğini anlatıyor. “Ben Haralambos’u hiç tanımıyordum” diye anlatıyor Yanulla. “Onu sadece uzaktan görüyordum. Bir gün Lefke’de sinemaya gitmiştim arkadaşlarımla. Ailem çok tutucuydu. Yalnız herhangi bir yere gitmeme izin vermiyorlardı. 1946 yapımı bir Sovyet fantazi filmi olan “Taş Çiçek” adlı çok güzel bir film vardı sinemada. Film bittiğinde, sinemadan çıkarken bir elin cebime uzandığını hissettim. Kıştı ve palto giyiyordum. Meğer bu Haralambos’tu, cebime bir not sıkıştırmıştı...”

***  “Notta, ‘seni yürürken gördüm. Çok güzel bir insansın. Çok güzel bir kızsın. Seni çok seviyorum ve seninle evlenmek istiyorum, eşim olmanı istiyorum’ diye yazmıştı. Bu benim için sürprizdi. İlk kez bu adam hakkında düşünmeye başlamıştım ve onun bana önerisini ciddi biçimde düşünmeye dalmıştım...”

***  O akşam Haralambos eve dönmüş ve babasına, Yanulla ile evlenmek istediğini söylemişti. Başka düşünmesi gerekmezdi. O kararını çoktan vermişti...

***  Yanulla Tamba, 28 Ocak 1928’de doğmuştu. Babası Hristos Tamba bir kasaptı, annesi Evdokia ise çamaşırcı kadındı... 1930’lu yıllardaki tüm Kıbrıslı çocuklar gibi, Yanulla ve üç kardeşi yani Kalloni, Onisiforos ve Amilia, ailelerine yardım etmek için uğraş veriyorlardı. Büyük Depresyon, Kıbrıs’ı da vurmuştu ve pek çok aile zar zor hayatta kalabiliyordu. “Global ekonomik kriz esnasında her aile etkilenmişti” diye anlatıyor Haralambos... “Benim babam gündeliği bir şiline taş kırıyordu. Bazı günler aç kalıyorduk. Diğer günler kuru ekmek ve zeytin yiyorduk...”

***  Yanulla’nın annesi çamaşırcı kadın olarak biliniyordu, yatak çarşaflarını, gömleklerini ve başka insanların giysilerini yıkıyordu. Çoğu müşterisinin parası olmadığı için ona para yerine yiyecekle ödeme yapıyorlardı... Yanulla, “Çok fakir olduğumuzu hatırlıyorum” diye anlatıyor. “Zavallı anneciğim elde çamaşır yıkıyordu, aileye yiyecek almak için para kazanmaya çalışıyordu... Uzak yerlerdeki evlere gidiyordu insanların çamaşırlarını yıkmaya. Ne yazık ki babam ona yardım etmek üzere yakında olmuyordu. Babam kumar oynamayı, içki içmeyi ve başka kadınların peşinde koşturmayı seviyordu, bu nedenle neredeyse hiçbir zaman evde olmuyordu. Annem için hayat çok zordu. Dört çocuktuk biz, dört kardeş. Bir keresinde annemin, babamı kız arkadaşlarından biriyle yakaladığını ve o kızı dövdüğünü hatırlıyorum. Annem çok güçlü, sert bir kadındı...”

***  Yanulla’nın annesi, İkinci Dünya Savaşı esnasında daha fazla müşteri buluyordu çünkü Ksero’da konuşlandırılmış İngiliz askerlerinin üniformalarını yıkaması isteniyordu... Yanulla, babasının her iki dünya savaşında savaştığını, her zaman macera aradığını anlatıyor... Yabancı kadınlarla yurtışında ilişkileri de olmuştu. Fransa’dayken Almanlar onu yakalamıştı İkinci Dünya Savaşı esnasında fakat Yanulla daha fazla detay bilmiyor... “Babam bize hiçbir zaman savaşta ne olduğunu, yurtdışında neler yaşadığını anlatmadı” diyor. “Hiçbir zaman deneyimini paylaşmadı ve biz de ona hiçbir zaman soru sormadık...”

***  Haralambos ve Yanulla, 29 Eylül 1949’da evlenmişlerdi. Kıbrıs standartlarına göre çok küçük bir düğündü onlarınki ve ne yazık ki Yanulla’nın babası düğünde yoktu... “O gün babam kötü bir ruh hali içerisindeydi ve düğünüme gelmemeye karar verdi. Onun yerine amcam beni kiliseye götürdü. Çok yetenekli bir terzi olan kızkardeşim Kalloni dikmişti gelinliğimi...”

***  Evlendikten sonra Haralambos ve Yanulla, Karavostasi’de küçük bir oda kiraladılar. “Balayına gidememiştik” diye anlatıyor Yanulla. “Haralambos derhal işe yani balıkçılığa geri dönmüştü... Ben de bütün gün evde oturup onu bekliyordum. Kimi zaman sahile gidiyordum ve onun teknesinin limana dönüşünü bekliyordum...”

***  Haralambos’un küçük kardeşi Kostas, Haziran 1949’da Avustralya’ya göç etmeye karar verdiğinde, Haralambos da aynı şeyi yapmaya heveslenmişti, özellikle de kardeşi ona Melburn’da çok iş ve kazanılacak çok para olduğunu yazıp da bildirince...

***  “Avustralya’ya göç etmek için Kıbrıslılar’ın geminin tam ücretini ödemek zorunda kalması canımı sıkmıştı... Çünkü başka göçmenler yani Kuzey Avrupa ve İngiltere’den göçmenlere Avustralya hükümeti yol parasında yardım ediyordu...”

***  Haralambos haklıydı. Çoğu Kıbrıslı, gemi parasını denkleştirmek için yüksek faizler karşılığı borçlanmak zorunda kalıyordu. Kıbrıs’tan Avustralya’ya gemiyle gitmek 120 liraya mal oluyordu. Başka ülkelerden göçmenler on liraya gidiyorlardı ama Kıbrıs için bu çok yüksek bir rakamdı... “Bu hiç adil değildi” diyor Haralambos... “İngilizler için savaştım ve nihayetinde balıkçı teknemi ve balıkçılık işimi satıp, Avustralya’ya gemi ücretini denkleştirmek zorunda kaldım...”

***  Haralambos, 6 Şubat 1950 tarihinde Fuadiye adlı küçük bir gemiyle Kıbrıs’tan ayrılmış ve Port Said’te daha büyük bir göçmen gemisi olan SS Cyrenia’ya gitmişti, bu gemiyle Avustralya’ya gidecekti. 8 Mart 1950’de Melburn Limanı’na varmıştı. Aynı gün, dokuz bin mil uzaktaki eşi Yanulla, Evdokia adlı bir kız bebek dünyaya getirecekti...

***  O gün, gümrükten 3 bin göçmen yolcu geçmişti Haralambos’a göre, ertesi günü de gümrüğe giderek bavullarını arayacaklardı... “Benim amacım” diye anlatıyor Haralambos, “Beş sene çok çalışacaktım Avustralya’da, para kazanacaktım ki Kıbrıs’taki aileme bakabileyim. Pek çok Kıbrıslı da aynı düşüncedeydi. Çoğumuz birkaç sene kalıp çalışmak, sonra da eve dönmek istiyorduk...”

***  Haralambos’un ilk işi Fishermen’s Bend’te bulunan General Motors’da idi. Burada iki hafta çalıştıktan sonra Containers Ltd adlı bir başka şirkete geçti, bu şirket benzin ve içecekler için teneke kutular ve şişeler üretmekteydi. O günlerde Lonsdale Sokağı’nda kiralık bir odada kardeşi Costas’la birlikte kalıyordu... “Kirli çamaşırlarımızı, Pazar ikindileri City Baths’taki duşlarda yıkıyorduk, sonra da bu ıslak çamaşırları bir bavula doldurup kiradaki odamıza getiriyor, yatağımızın ayak ucunda kurutmaya çalışıyorduk... O günlerde göçmen işçilere yönelik pansiyonlarda çamaşır yıkama olanağı yoktu çünkü...”

***  Avustralya’daki ilk birkaç ay içerisinde Haralambos, adını Harry olarak İngilizceleştirmeye karar vermişti. Avustralya’da göçmen işçilerin isimlerini bu şekilde İngilizceleştirmeleri yaygındı. Yerlilerle daha iyi entegre olmaya yardımcı oluyordu bu...

***  Haralambos (Harry), Continental Oteli’ni ziyaret ediyordu... O günlerde bekar Kıbrıslılar’ın Demokritus Kulübü’ne giderek arkadaşlarına bekar kızkardeşleri veya yeğenleri var mı, onlarla evlenebilirler mi diye sorduklarını da hatırlıyor.  “Kıbrıslılar için evlerinden ve ailelerinden bu kadar uzakta olmak çok zordu... Çok büyük hasret çekiyorlardı... Pek çok insan tanıdım ki onlar gerisin geri Kıbrıs’a döndüler bu yüzden. Ben de adama geri dönmek istiyordum. Kendi kendime burada ne işim var, karımdan ve kızımdan uzakta diye soruyordum... O ilk günlerde pek çok göçmenin Melburn’da çok acı çektiğini hatırlıyorum... Fabrikalarda zor ve kirli işler yapıyor, umduğumuz kadar para kazanamıyorduk. En azından Kıbrıs’tan ayrılırken bize söylenmiş olan miktarda para kazanamıyorduk. Öğle yemeği saatinde üç peniye Coles’dan birer turta satın alıyor ve parka gidip bunu yiyorduk. Orada oturup hayatımızdan şikayetçi oluyor ve ailemizi ve yurdumuzu ne kadar özlediğimizi anlatıp ağlıyorduk...”

***  Yanulla, 1951 senesinin Ocak ayında on aylık bebeği Evdokia (Kitsa) ile birlikte Kıbrıs’tan ayrılarak Melburn’daki eşinin yanına gidecekti... “Bir hafta boyunca Port Said’te kalmak zorundaydık, ta ki bizi Avustralya’ya götürecek gemi gelinceye kadar” diye anlatıyor. “On aylık bir bebekle seyahat etmek, benim için çok zordu...”

***  Geminin adı Assimina idi ve Yanulla, yolculuk boyunca kamarasında oturmak zorunda kalacaktı. Seyahat 35 gün sürecekti. 5 Şubat 1951’de Melburn’a vardığında Haralambos onları karşılamış ve Coburg’ta kiraladığı küçük bungalova onları götürmüştü... Bir arkadaşından ödünç bir buzluk almıştı ki her gün eve atla getirilen sütü buzluğa koyabilsinler. Ancak pek az eşyası vardı bungalovun. Bebek Evdokia, buradaki ilk üç ayında açık bir bavulun içinde uyumak zorunda kalacaktı, ta ki babası Harry ona bir yatak satın alacak parayı denkleştirinceye kadar...

***  Üç ay sonra Haralambos, tuğladan yapılmış yeni bir ev satın almıştı 2,700 liraya... Oğlu Nick aynı yıl Aralık ayında dünyaya gelecekti. Şimdi artık Haralambos Fowler İnşaat şirketinde çalışmaktaydı ve haftada sekiz lira kazanmaktaydı, fazla mesaiye kaldığında da daha çok para kazanıyordu. İtalyanca’ya hakimiyeti nedeniyle fabrikadaki İtalyan işçilerle güzel iletişim kurabiliyordu ve zaman zaman ondan çevirmenlik yapması da isteniyordu. “Çoğu İtalyan işçi İngilizce bilmiyordu, böylece patronlar benden onlara çeviri yapmamı istiyordu. Bu fabrikada başka alanlarda da eğitim almaktaydım...”

***  Ödemelerde bir anlaşmazlık nedeniyle 1953’te Haralambos, Fowler İnşaat Şirketi’nden ayrılarak Malcolm Moore şirketine geçti ve orada 30 sene çalışıp 1982’de emekli oldu. Coburg’tan Melburn Limanı’ndaki işine gitmek her zaman zordu. Önce evinin yanından geçen trama binip kente gidiyor ve sonra bir otobüsle Melburn Limanı’na geçiyordu... “O günlerde yüzlerce göçmen işçiyi Melburn’da fabrikalara götürmek üzere pek çok otobüs bulunurdu... Ben sabah saat 7.20’de işbaşı yapıyor, akşam 4.10’da işim bitiyordu. Bir saat de eve dönmek için yolda geçiyordu. Malcolm Moore’da haftada 14 lira ve 10 şilin kazanıyordum. Nihayetinde haftada yedi gün çalışmaya başlamıştım, fazla mesaiye de kalarak haftada 25 lira kazanmaya başlamıştım. Ancak esas sorun Yanulla ve iki çocuğumla neredeyse hiç vakit geçiremeyişimdi. Eşim için de yeni bir ülkede bütün gün evde kapalı olmak zordu...”

***  Zaman içerisinde Haralambos bir Vauxhall araba satın alacak ve bu da işe gidip gelişlerini kolaylaştıracaktı. Yanulla’ya Avustralya’daki bu ilk yıllarını sorduğumda, o günlerde çok üzgün olduğunu ve yurdunu çok özlediğini anlatıyor... “Bebeklerimle evdeydim, Haralambos ise her zaman işteydi... Kimseyi tanımıyordum, evden çıksam bile hiç İngilizce bilmiyordum. Sonuçta bir diğer Kıbrıslı kadınla tanıştım evimize yakın oturan ve iyi arkadaş olduk onunla...”

***  Evde evişleri ve çocuk bakımının yanısıra Yanulla’nın başka işleri de vardı. Haralambos bir noktada eve kiracılar almaya karar vermişti ve onların yemeklerini de Yanulla pişirecekti... “Bir mopumuz bile yoktu, böylece yerleri dizlerimin üstüne çökerek, Haralambos’un eski bir gömleğiyle siliyordum... Benim için çok zordu... Nikolas’a hamileyken daha da zordu...”

***  Nikolas’ı dünyaya getirmek üzere Yanulla sancılandığında, Haralambos işteydi... “Sancılarım başlayınca evden bir mil kadar yürüyüp bir tramla kente gidecektim, Kadınlar Hastanesi’nde doğum yapmaya... Oğlumuz dünyaya geldikten sonra Haralambos hastaneye geldi ve yeni doğmuş bebeğimizi alarak tramla evimize döndük... Sıcak bir Aralık günüydü ve hatırlıyorum da tramda kimse kalkıp bana yer bile vermemişti...”

***  Sonuçta Haralambos ve Yanulla yeni bir eve taşındılar, üç yatak odalı bir evdi bu ve burada 25 sene yaşadılar... Haralambos bir ev satın alıp bunu tamir edip yeniden satarak düzgün bir kazanç elde edebileceğini keşfetmişti. Böylece 26 kez bunu yapmıştı. “Ancak benim için çok zordu” diye anlatıyor Yanulla... “O kadar çok defa taşınmak zordu... Sanki de hayatım boyunca moplayıp temizlik yapıyordum...”

***  “Bazan” diyor Haralambos, “Kıbrıs’tan hiç ayrılmasaydık ne olurdu diye düşünüyorum... İnanıyorum ki çocuklarım, Avustralya’da kazandıkları başarıları elde edemezdiler... Ve kim bilir savaş esnasında Kıbrıs’ta oğlumun başına neler gelirdi?”

***  Haralambos ve Yanulla Theodossi’ye onların öyküsünü “Kıbrıs’ın Hikayeleri” için yazmama izin verdikleri için teşekkür ediyorum... İki çocukları, altı torunları ve 12 torun çocukları olmuş... Nick Tehodossi’ye bu röportajı ailesiyle ayarladığı ve çok değerli aile fotoğraflarını taramama izin verdiği için özel olarak teşekkür ediyorum.


Haralambos, Avustralya'ya göç ederken 1950'de gemide çekilmiş bir resim, elleri başının arkasında olan...

(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).