Baraka Aktivisti Mustafa Keleşzade, TC Başbakanı Recep Tayip Erdoğan’ın adaya gelişiyle, 19 Temmuz 2011 eyleminde yaşananlar, eylemlerin amacı, polis ile eylemciler arasında çıkan arbede, duruşmanın ne safhada olduğu ve mahkeme sonucunda ceza alınması durumunda neler düşünüldüğüne ilişkin konuştu.
Yargılanıyoruz.org’un özel röportajının tam metni şöyle;
O gün neden ordaydınız? Neyi protesto ediyordunuz?
19 Temmuz günü KTHY önünde en basit ifadesi ile Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs’a gelişini protesto etmek için oradaydım. Tayyip Erdoğan, Kıbrıs üzerinde yıllardır ekonomik yıkım ve kültürel asimilasyon politikaları izleyen taşeron işgalci Ankara Hükümetleri’nin günümüzdeki temsilcisidir.
Bu sebeple protesto ettiğimiz tek bir şeyden bahsedilemez. Gelen ekonomik paketler sonucu KİT’lerin kapatılması, özelleştirmeler, Sosyal Güvenlik Yasası ve Göç Yasası gibi bizleri geleceksizleştiren politikalar protestonun oluşmasının ekonomik yönüydü. Zaten eylemin olduğu yere de bakıldığında bu durum anlaşılabilmektedir. (Batırılan KTHY binası önünde kurulan direniş çadırlarında eylem için toplanılmıştı).
Okuldan fazla cami olmasına rağmen süren cami ve külliye inşaatları, sunni islam anlayışını dayatan din derslerinin arttırılması, kuran kurslarının ve tarikatların Kıbrıs’ta yaygınlaştırılması ise protestonun oluşmasının diğer bir yönünü oluşturuyordu.
Son olarak ise bizleri tembellikle suçlayan ve türklüğümüzü ispatlamamızı isteyen yöneticilere sahip, kendisi de doğrudan halkımıza besleme diyen ve her fırsatta bizleri küçük düşürmeye çalışan işgalci başkanını prostesto etmek de diğer bir önemli amacı oluşturuyoru.
Yani o gün orada geleceksizleştirmeye karşı, inançlarımıza ve onurumuza sahip çıktığımızı göstermek ve mücadeleye bir umut ışığı yakmak için toplanmıştık. Tayyip Erdoğan’a Kıbrıs’ın onun çiftliği, Kıbrıslı Türklerin ise her hakaretine boyun eğecek köleleri olmadığını göstermekti amacımız.
Ortam nasıldı? (eylemciler nasıldı?, polis nasıldı?)
Aslında gün içinde yaşanan olayları anlatırsam, ortamın nası olduğu anlaşılacaktır. Gözaltına alındığım KTHY önü eylemi, gün içerisinde eylemciler ile polisin üçüncü kez karşı karşıya getirilişiydi. Ben üçünde de oradaydım.
Birincisi KTAMS’a polisin baskın düzenlemesi ve pankartının alınması olayıydı. Tayyip Erdoğan’ın gelişini protesto etmek için en doğal hakkını kullanan KTAMS, sendika binasına “Bir Verip Beş Alıyorsun, Utanmadan Besleme Diyorsun” pankartını asmıştı. Öğlen bizlere KTAMS’ta polis ile sendikacılar arasında bir gerginlik olduğu haberi gelince dayanışmak için sendikaya gittik. Yelekli Sivil Polisler önce pankartın asılı olduğu yere tırmanarak pankartı almaya çalıştı. Bu çabalarını birkaç kez sürdürdüler. Fakat sendikacılar ve kitle buna izin vermedi. Polisin bu aşamada yaptığı, hiç bir izin belgesi göstermeksizin bir pankartı çalmaya çalışmaktı. Yani hırsızlık. Ardından ise bina dışındaki polis sayısı arttırıldı. Bizler ne yapacağımızı konuşmak için içeriye girdik. Bina polis tarafından kuşatıldı. Ardından polis elinde “kanunsuz mal tasarrufu” adı altında arama izni ile geldi. Amacı kendilerinin “yasadışı” diye tabir ettikleri pankartı almaktı. Bu olayın yargının bağımsızlığına Kıbrıs’ta düşen belki de en büyük leke olduğu fikrindeyim. İzin ile gelmeleri üzerine polis içeriye alındı ve pankartı almalarına izin verildi. Buna rağmen gerginlik yaratan polis sebepsiz yere o dönem BES Yönetimi’nde olan Ayça Soygür’ü ve KTAMS Yürütme Kurulu Üyesi Devrim Barçın’ı gözaltına aldı.
Bu yaşanan olayın ardından, polise verilen emrin, Tayyip Erdoğan’a karşı gerçekleştirilmek istenen hiç bir protestoya izin vermemek olduğunun iyice anlaşıldığı ikinci eylem Hamitköy Kavşağı’nda oldu. Baraka’nın da organizatörü olduğu bu protesto, Tayyip Erdoğan’ı Hamitköy Kavşağı’nda karşılamayı amaçlamaktaydı. Daha kavşağa gelmeden 50 metre öncesinde polisin barikatı ile karşılaştık. İşin enteresan yanı, Tayyip’e şükran sunmak için toplanan faşist bir grubun aynı anda çembere sokulmuş olmasıydı. Biz bir olay çıkmasını önlemek amacı ile polis barikatına iki metre mesafede durduk. Fakat buna rağmen polis üzerimize yürümeye başladı ve eylemcileri daha da geri sürüklemeye başladı. Arbede esnasında bir eylemci gözaltına alındı. Polis o gün net bir şekilde Tayyip’e yönelik her türlü demokratik protestoyu yok etmek görevini yürütmekteydi.
Bu görevini son ve en şiddetli şekilde KTHY önünde gerçekleştirdi. KTHY önünde akşam saatlerinde tüm muhalif örgütler bir araya geldi. Yüzlerce kişi slogan atarak ve bayrak sallayarak eylemlerini gerçekleştirmekteydi. Hiçbir yasadışı olay yaşanmamasına rağmen sivil ve resmi polisler eylemcilerin üzerine her hangi bir uyarı olmaksızın saldırdı. Saldırılar tekme, tokat şekilde gerçekleştirildi. Sanki de karşımızda, bizleri korumakla yükümlü polis değil de dayak atmaya gelen çeteciler vardı. Onlarca kişi bu eylemde yaralandı. Yüzü kan içinde kalan sendikacılar ve vücudunda kırıklar oluşan eylemciler oldu. Burada KTAMS üyesi Bülent Kurt, Barikat’tan Ahmet Cenkler, YKP’den Nevzat Hami, eyleme bağımsız katılan Salih Batak ve Şevki Yoldaş ve Baraka’dan ben, toplam 6 kişi gözaltına alındık.
Gün içerisinde gerçekleşen 3 eylemde de, protestocular demokratik haklarını kullanırken, polis her eylemde şiddet uygulamış ve gerginliği yükseltmeye yönelik çaba sarfetmiştir. Olayların daha fazla büyümemesi ve hiçbir polisin, eylemcilerin başına geldiği gibi büyük bir yara almaması, eylemcilerin soğuk kanlı tutumunun bir sonucudur.
Neden tutuklandınız? Tutuklanırken neler yaşadınız?
Suçlama olarak bakarsak, polis darp ve görevinden men. Fakat bana göre esas gerekçe onurumu, kültürümü ve geleceğimi sahiplenmiş olmam.
Yarın aynı şey olsa tavrınız farklı olur muydu?
Hayır, kesinlikle farklı her hangi bir davranışım olmazdı. Demokratik haklarımı kullanarak eylemlere katıldım ve kendi halkına dahi zulmü reva gören ve kendini padişah sanan Tayyip’e karşı halkımı savundum. Böyle bir durumdan pişman olmak Kıbrıslı Türk halkına ihanet olurdu.
Dava sonucunda ceza almanız durumunda tavrınız ne olacak?
Bu davadan bir ceza almam halinde, her hangi bir maddi cezayı ödemeyeceğimi, bir daha aynı suçu işlemeyeceğime dair bana sunulacak her hangi bir belgeyi imzalamayacağımı söyleyebilirim. Bunların dışında diğer ihtimal ise hapislik cezasıdır zaten. Ancak para cezası ödenmediğinde ve kefalet senedi imzalanmadığında dolaylı olarak yine hapislik cezası gündeme gelecektir.
Şu an devam etmekte olan mahkeme sürecini de mücadelenin bir parçası olarak görüyorum. Yani kendi özgürlüğüm kısıtlanmasın diye, her hangi bir şekilde, işlemediğim bir suçu kabul etmeyeceğim. Mahkum olmam halinde alacağım ceza aynı suçu baştan işlememek için kefalet senedine imza atmak olursa imzalamayacağım, para cezası olursa da bu cezayı ödemeyeceğim. Hapis cezası olursa da hukuki mücadelemi sürdüreceğim. Açılan davalarla hedeflenen irademizi kırmak ve sokaklarda teslim alamadıkları mücadelemizi mahkeme salonlarında teslim almaktır. Bu sebeple gerek Mahkeme ile gerekse de savcılık ve polis ile hiç bir şekilde işbirliği yapmadan direnişi sürdürmek ve beraat edene kadar bıkmadan mücadele etmek benim görevimdir.
Şu an davanız ne durumda?
19 Temmuz 2011’in üzerinden bir buçuk seneden fazla bir süre geçti. Sekizinci duruşmamız 06 Şubat tarihinde idi. Bu süreci tamamen bir mücadele olarak kurgulamanın sonucu avukatlarımız sanık hakarını da dava süreci içerisinde mücadelemize dahil etti. Silahların eşitliği savunusu üzerinden, savcılığın elindeki delillerin dava başlamadan bizlerle paylaşılması talebi Adil Yargılanma Hakkı’nınbir parçası olarak geliştirildi. Bu talebi inceleyen Mahkeme talebimizi reddederek savcılık tarafından delillerin bize verilemeyeceği kararını aldı. Bunun üzerine de savcılık tarafından aleyhimize getirilen davalardan itham edildik ve tüm sanık eylemciler olarak ithamların hiçbirini kabul etmedik. Artık duruşma süreci başlayacak ve beraat edene kadar mücadelemizi tüm araçlarla sürdüreceğiz.