Başıma çok gelmiştir. Bir yerlere bir şiir söyleşisi, bir dinleti yapmak için davet edilirim ve seyirci pek memnun kaldığı için organizatörler etkinliği tekrarlamak isterler. İkincisi o kadar güzel olmaz ama. İlkini tekrar etme itkisinin verdiği gerginlik ve yüksek seyirci beklentisi etkiler performansı. Şöyle bir anekdot var: Shakespeare oyunlarından birini izleyen bir kont çok beğendiği bir müzik parçasının tekrarlanmasını ister ama bir noktada “kâfi” der. Nedeni sorulduğunda ise “Önceki tadı yok” diye yanıtlar.
Hayattaki bütün tekrarlar bir gerginlik nedenidir benim için çünkü her tekrar diğerinin hayaletini barındırır içinde. Yepyeni başlangıçlar daha heyecan vericidir. Bir yandan aslında her şey yenidir, hayat akar ve aynı suda ikinci kez yıkanılmaz diğer yandan ise her yeni eskinin tohumundan fışkırır. Yine de doğa sonsuz kombinasyonlarla dolu mucizevi bir yenilikler alanıdır.
Yepyeni olanın ürkütücü bir yabancılığı vardır aslına bakılırsa. Sonra aşina olur birden… Ardından sıradanlaşır, gizemini ve büyüsünü yitiriverir. Aşinalığın verdiği huzur da bir cazibe unsurudur ama…
Bunu ilişkilere uyguladığımızda ilişkideki huzurun yaratıcı bir dinamizmle harmanlanması gerektiğini düşündürüyor bana. Her ilişki bir yolculuktur. Aynı parkta her gün yürüsen dahi farklı keşiflerde bulunursun. Yaşadığın sokağı bile her gün başka ayrıntıları ile görebilirsin. Alfabenin 29 harfi (Türkçe için) nasıl sayısız kombinasyonlar içinde kelimeler yaratıyor ve bu kelimler birbirleriyle sayısız dizlere bu dizeler ise birbirleriyle ilişkilenerek sayısız şiirlere yol açabiliyorsa yani her şey bu 29 harf üzerinden gerçekleşebiliyorsa iki kişinin ilişkisi de hayatı kucaklayarak sayısız mutluluklar ve onları anlamlı kılmaya yardımcı olabilecek mutsuzluk kombinasyonları kurabilir. Sonsuz bir mutluluktan, bir kusursuzluk halinden söz edemiyoruz. Peri masalları bile zorluklar ve mutsuzlukların aşılması üzerinedir.
Julia Kristeva ve eşi Philippe Sollers’in ilişkileri üzerine yaptıkları bir söyleşiden oluşan Yapı Kredi Yayınları arasından çıkmış “Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Evlilik” kitabını okuyorum şu sıralar ve Philippe Sollers’in kulandığı beni sarsan şöyle bir cümle var kitapta: “İki kişi arasındaki aşk buluşması iki çocukluğun anlaşmasıdır. Öyle olmasa, pek bir şey ifade etmez.”
Her insanın sayısız ayrıntılarla örülü bir belleği var; çoğu kez farklı ya da yanlış hatırlasak, değişik zamanları ve kişileri birbirine karıştırsak da. Her yanlış hatırlama bile bizi biz yapan o birikime dair ip uçları taşır bana kalırsa ve birbirimizle paylaştığımız anılar karşımızdakine daha iyi tanıtır bizi.
Ne yazık ki hızlı iletişim çağındayız ve cümlelerimizi daha kısa kesmek zorundayız. Uzun uzun hatıralardan söz edilen o geçmiş zamanları çok özlüyorum.
Bazı yazarları okurken onları çok yakınlarımız hatta sevgililerimiz gibi hissetmemizin nedenleri bize çocukluklarını anlatmaları ve onların çocukluklarını kucaklamamızdır belki de… Bu yazarlarla gerçek hayatta bir yakınlık kuramamamız bu aşkı bir nefrete de dönüştürebiliyor kimi zaman. Bazı yazarlardan çok nefret edilmesinin bir nedeni de bu belki. Bizlere çok yakın gibi dururken aslında aynı derecede uzak olmaları.
On yıldan uzun bir süredir her hafta yazdığım bu Pazar yazılarında beni en çok geren kimi zaman kendimi tekrarlıyor olmam. Okurun ilk yazılarda duyduğu heyecanın yok olduğunu, durumun aşktan sıkıcı bir evliliğe doğru evrildiğini hissedebiliyorum.
Yine de şu 29 harfle ulaşılacak sayısız kombinasyonların heyecanı içindeyim. Hem Julia ve Philippe’in söyleşisini okumak evliliğin çok da sıkıcı olmayabileceğini düşündürmeye başladı bile bana.