Bir varmış, bir yokmuş...
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir memleketçik varmış.
Adındaki 'cik' ekinden de anlaşılabileceği gibi bu memleket küçücük, ufacık, miniminnacıkmış.
'Büyük başın büyük belası olurmuş' ya, demek ki bu 'küçük başın da belasının küçük olması' lazımmış.
Amma ve lakin öyle değilmiş. Tersine, küçük olmasına rağmen bu memleketçiğin büyük, bitip tükenmek bilmeyen, sonu gelmeyen soruncukları varmış.
İncir ipi gibi uzayıp giden, çözümlenmek yerine daha da düğüm düğüm olan soruncuklar yüzünden bu memleketçikte yaşayan insanlar da bir tuhaf olmuşlar.
Ne tabip merhem olabilmiş yarelerine, ne muska yakan hoca, ne de günah çıkaran papaz...
Gelen giden bakıp iç çekmiş, "Vah vah" deyip çekip gitmiş.
Öyle bir hale gelmiş işte bu memleketçiğin ahalisi...
***
Gel zaman git zaman, o memleketçiğe bir bilge uğramış.
Demişler "Sen bilgiçsin, okumuşsun, bir bak, hal çaresi söyle bize..."
Uzun sakalını sıvazlayan bilge, zor da olsa kabul etmiş görevi...
"Lakin bir şartım var" demiş.
Kabul etmişler peşinen, "Şartın emirdir, başımız üstüne" demişler.
"Eğer" demiş yaşlı bilge, "Bir çare bulur ve söylersem, onu kabul edecek ve uygulayacaksınız. Yok kabul etmez ve/veya uygulamazsanız, ben bu işte yokum… Anında bırakır giderim…"
Birbirine bakmış 'bizimkiler', ne yapacaklarını bilememişler. Gönülsüz ama çaresiz "OK" demişler.
Hemen işe koyulmuş bilge... Gezip bilgi almaya, gözlemler yapmaya başlamış. Çok yere girip çıkmış, farklı kesimlerle konuşmuş, konu açıp dinlemiş, tartışmalara kulak kabartmış, koynundan çıkardığı kara kaplı deftere notlar alıp durmuş.
Ben diyeyim 3 ay, siz deyin 3 sene, böyle araştırıp, inceleyip, ince eleyip sık dokumuş...
Ve kendisine bu görevi verenlerin huzuruna çıkmış.
"Hazırsanız anlatayım" diye söze girmiş, buyur etmişler...
***
Pür dikkat bilgeyi dinlemeye başlamış ufak memleketçiğin ileri gelenleri...
"Sizde" demiş bilge, "çok değil, yalnızca iki sorun var, acilen halledilmesi gereken..."
Derin bir 'oh' çekmiş dinleyenler... Madem sadece iki sorun var, demek ki iş kolay!
"Nedir onlar?" demiş içlerinden biri, pek keyifli bir yüz ifadesiyle...
Bilgin sakalını sıvazlamış uzun uzun... Etraftakilerin gözlerinin içine bakmış.
"Bir tanesi 'çıkar', diğeri 'ego'" deyip bırakmış.
Anlamamış kimse bir şey... Homurdanmalar olmuş. Bilgin beklemiş biraz, sonra söze devam etmiş:
"Şu küçücük memleketin bütün sorunları iki nedene dayanıyor: Birincisi çıkar çatışmaları... Diğeri ise ego çatışmaları... Bunları aşabilirseniz eğer, gül gibi geçinir gidersiniz!"
Mutsuz kalabalığa bakıp devamını getirmiş sözün:
"Bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Çıkar hesapları yüzünden toplumsal birlikteliğiniz bozulmuş sizin. En küçük birimde bile kimse kimseyi sevmiyor, çekemiyor, kendisini üstün görüyor, kıskanıyor, kendisi bir şey başarmak yerine başkalarının başarısızlığından medet umuyor, mutluluğu bunda arıyor. Para, makam, şöhret hırsı gözleri görmez kılmış. Egolar patır patır patlıyor her tarafta. Herkes usta, herkes her şeyi biliyor, şu karşıki dağları ben yarattım havasında.
"Ve çıkarlar... Siz ufak tefek konularda egolarınızı yarıştırırken, birileri büyük paralar kazanıyor sizin memleketten. O kadar büyük paralar ki, ne benim hesabım erer buna, ne sizin aklınız. Bu büyük çıkar kavgasında siz çimensiniz sadece. Kendi kendinizi tatmin ededurun siz, malı götürüyor onlar. Ve üzgünüm ki, sizler uyuyorsunuz!"
***
Tam 'öneriler' kısmına geçip, "Söz verdiniz, söyleyeceklerimi harfiyen uygulayacaksınız" diyecekti ki, ışıklar söndü, sahne karardı, perde indi.
Yaşlı bilgeyi bir daha gören olmadı.
Ve o küçücük memlekette sorunlar kronikleşmeye devam etti.
Eh, onlar erdi madem muradına, biz de kerevete çıkıp uyumaya devam edelim...