Nurperi Özgener
Mum yakıyorum bilinçsizce öylesine… Hislerimle yol alıyorum elimde yanan bir mumla ne olacağını nereye çıkacağımı bilmezken, karanlığa doğan ışık dolduruyor içimi bana yönelttiği sesiyle... Sakin ve huzurlu duran mum yaktığım köşe, asırlar öncesinden çıkmış gelmiş çakılmış önüme… Küçük bir adak yerine yol alırken derinden sarmış yolu bilinçsizce öylesine… Hiç bilmediğim, hiç görmediğim bir tünelden geçiyorum çağlar ötesine…
Bu adanın en ücra, en çorak bölgesi olarak değerlendirilen, varlığı sanki 1900’lerden sonra keşfedilmiş bir bölgenin öyküsüne yol alırken Dillirga Türk köylerinde, torunlarına miras olarak kalmış atalarının anıları, en büyük kaynak olmuştur araştırmalarıma. Özellikle Kokkina, Mansura, Sellayindapi, Alevga, Ay. Yorgui, Ay. Totoro köyleri, birbirimizin aile bağlarını oluşturduğu köylerdir.
Her bölgenin bir adı olduğu gibi, bizim oralara ‘DİLLİRGA’ derler. Araştırma konum kendi bölgem olunca annem ve yengem araştırmalarıma en çarpıcı bilgilerle katkı koyan canlı kaynaklarımdır. Onlar, yaşamış, görmüş, duymuş atalarından. Araştırmalarımın durumu hakkında ya son noktasını koyarlar ya da başlangıcı olurlar... Ve köydeki diğer kaynaklarla birlikte yazılı kaynaklarla yol alırım, günlerce… Aylarca… Bazen öyle bir taş atarlar ki denize, okyanusun içinde bulurum kendimi.
Hıristiyan geleneklerinin inanışlarında, mum yakıp adak adamak bir ibadet şeklidir... Ve bu ibadet şekli, kutsal mekanlarda, mum yakıp adak adamak, Kıbrıs genelinde de yaygın bir davranıştır... Ve çok eskiye dayanmaktadır.
Mum Yakma Adetinin tarihsel süreci nedir?
Mum yakma adeti, ateşe tapan kültürlerde ortaya çıkan bir davranıştır. Eski çağlarda ölülerine mum yakmak adet haline getirilmişti. Paganizm dönemine ait bu davranış bir çeşit kurban, adak sayılıyordu. Fenikeliler, Romalılar ve Helenler de bu tür adetleri kullanmıştı. Daha sonra Hıristiyanlığa geçen bu toplumlar, bu adetlerinden vazgeçmemiş, her dönemde olduğu gibi büyük nüfus sahibi ve mutlak gücü elinde tutmak isteyen din adamları tarafından din kitabına uydurulmuş, dini törenlere sokulmuştur.
İslamiyet ise bu tip uygulamaları batıl inanç olarak saymakta, cami duvarına, kabir ve mezar taşına, mum yakılır diye bir kural yoktur.
Kaynaklardan da edinebileceğimiz bilgilere göre, günümüzde de tamamen Hıristiyan ayinlerinde yaygın bir şekilde kullanılan ‘mum yakma’ adeti, Fransa, Rusya ve Yunanistan’da oldukça yaygın olmakla birlikte Türkler bu adeti Mecusilerden ve Hıristiyanlardan öğrenmiş olabileceğinden bahsedilmektedir.
Geçmişte ateşe tapanlar tarafından kurban ya da ölü ile bütünleşme anlamında kullanılan, günümüzde günahlardan arınma anlamına gelen ‘mum yakma’ adetini benim atalarım, dileklerin gerçekleştirilmesi ve hastalıkların iyileştirilmesi manasında yorumlanıyor.
Benim köyümün ve etrafındaki köylerin en büyük özelliklerinden bir tanesidir adak yerlerine gidip mum yakmak. Adanın her köşesinde var olan bu adak yerleri Dillirga bölgesinin de var olan yerleri arasındadır. Ve her köyde her köşede mutlaka vardır.
Bugün Erenköy olarak bilinden eski adıyla Goççina (Kokkina) benim gerçek köyümdür. “Neden Mum Yakıyoruz?” sorusundan başlayarak beni bu köyde küçük bir adak yerine doğru iterken, ne kadar zengin bir kültürün içine girdiğimi gördükçe, hayretimi gizlemek mümkün olmuyor. Kimse bu adak yerinin gerçeği konusunda, ne olduğu konusunda konuşmadı bugüne kadar. Belki de gerçeği kimse bilemediğindendir. Tek bildikleri atalarından beri kutsal bir mekan sayılan adak yerlerine mum yakıp adak adamalarıydı. Oysa köyümüzün adı asırlarca haritalarda, bu küçük adak yerinin adıyla yerini almıştır bizden ve birçoğumuzdan habersiz... Bugün dahi son şahitlerimiz de adaklarını o küçücük manevi yerlere ulaştırıyorlar bir köşeyi aydınlatan mum ışığında dökülen dualarıyla.
Atalarımın adak adadığı bu adak yeri kime ait?
Adak yerleri bilindiği üzere çok sevilen ve kendini tanrıya adamış muhterem sayılan kişilerin adıyla anılan kutsal mekanlardır. Kaynaklarım Erenköy’deki adak yeriyle ilgili aktardığı bilgilerden adak yerinin Ay. Eleni’ye ait olduğu konusunda bilgilendirme yapmışlardır...
Bu adak yeri Türkler ve Rumlar tarafından kutsal sayılırdı. Erenköy’ün deniz kenarındaki Blefedi denilen yerde idi. Burası genellikle Ay. Eleni adıyla bilinmesine karşın Meryem Ana adıyla da bilinmekteydi. Adak yerindeki uçurumun kenarından denize kadar bir su akmakta ve orada Meriga (ılgın) olarak bilinen bir ağaç bulunmaktaydı. Eskiden Blefedi’yi ziyaret eden Türklerle Rumlar Ay. Eleni ile Karpaz burnundaki Apostolos Andreas’a adakta bulunurlardı. Ziyaret ile adak sahipleri burasını ziyaret ettiklerinde önce akan sudan ellerini yüzlerini yıkarlar, yerleri süpürürler, yerlere kesik ağaç dalları atarlar, yağ ile mum yakarlar, adaklarına göre Meriga denilen ağaca çocuk elbiseleri, yemeni, kumaş parçaları, mendil v.s gibi kişisel kumaşların hastalık amacıyla bağlandığı söylenmektedir. Bu adak yeri Apostolos Andreas’a (veya Süleyman Efendi’ye) şişe içinde yağ adağı gönderecek olanlar tarafından da ziyaret edilirdi. Buraya gelen adak sahipleri, içinde zeytinyağı bulunan iyice kapanmış şişeleri denize atarlardı. İnanca göre şişenin Karpaz burnundaki Apostolos Andreas’a gideceğine ve orada görevli papazın bu şişeyi bulup alacağını ve adaklarının yerine geleceğine inanılırdı.
Sözlü kaynaklara göre benim de atam olan dedemin dedesinin babası olduğu söylenen köyün ağalarından olan Memedala tarafından M.S XX. yüzyılın ilk yarısında yıkıldığı ve bir daha tamir edilmediği söylenmektedir. Yine de, ne yıkıntı, ne de göç, onların ibadetlerine engel olmamış. Bu vaziyette bile adaklarını yapmışlardır. Bugün bu adak yerinden hiç bir izin kalmadığını bilmekteyim. 8 Ağustos Erenköy’e şehitlerimizi anmak için yılda bir kez gittiğim köyümden ne o hisseli tarlalar, içinde ekili ağaçlar ne de taştan yapılmış evler. Hepsi de toprakla dümdüz edilmiş manevi değerlerimizden sadece Cami kalmış. Etrafında birkaç yıkık ev ve köy okulu … Ay. Eleni adak yerinden hiç bir iz kalmamıştır…
Erenköy’deki ikinci Ay. Eleni adak yeri, Erenköy’ün güney doğusundaki bir yamaçta bulunan harabe bir kilise idi. Mansura ile Erenköy’ün arasında bulunuyordu.
1963 yılından önce bu kilisenin çevresinde bölgedeki Rum köylüler tarafından panayır düzenlenir Türkler de bu panayıra katılırdı. Ayrıca Türk ile Rumlar da bu kiliseye adakta bulunurlar, dilekleri gerçekleşince de kilisede mum ile yağ yakarlardı. Hastalar ise bu uygulamanın yanı sıra, kiliseden çıkarken orada bulunan çitlemit ağacına elbiselerinden kestikleri kumaş parçalarını bağlarlardı.
Ay. Eleni Efsaneleri
Bu konuyla ilgili araştırmalarım esnasında canlı kaynaklarımdan derlediklerim arasında Ay. Eleni için derler ki; 40 gün yemedi içmedi. Ve kendini tanrıya adayarak öldü. Bir gece Ay Eleni, Faramez’in (Faramez, Osmanlı topraklarından gelen ilk atamız olduğu söylenmektedir.) oğlu Memedala’nın rüyasına girmiş. Filan yerde kendisi için küçük bir evcik yapmasını istemiş. Ne gerekiyorsa kendisi verecekmiş. Memedala da rüyasına gelen Ay Eleni’nin istediği evi yapmak için Ay Eleni’nin rüyasında gösterdiği yeri görmek üzere yolda giderken altından zincirler bulmuş… Ay Eleni’nin istediği evciği bu altınlarla yapmış…
Ay. Eleni hakkında başka bir söylence de, şu şekilde aktarılmıştır: “Faramez Ağa’nın oğlu Memedala bir gün denizde balık avlamaya çıkar. Yalvarır Ay Eleniye: “Ay. Eleni!, bana nerde altın bulacağımı göster!.. Eğer bana altınları gösterirsen sana bir dam yapacağım!” der. Memedala evine dönerken yolda altınları bulur. Ay Eleni adına küçük bir evcik yapar; herkes adaklarını yapsın diye. Bir gün yine Memedala yeniden Ay Eleniye yalvarmış: “Ey, Ay. Eleni! Bana altınların yerini göster!” demiş. Ama bu kez Ay. Eleni ona altınların yerini göstermemiş. Çünkü istediğini dilerken Ay. Eleni'ye hiç bir adak sunmamış. Memedala öfkesinden Ay Eleni’ye yaptığı küçük evciği yerle bir etmiş. O günden sonra Memedala’nın karısı şiddetli göğüs ağrıları çekerek acılar içinde kıvranmaya başlamış. Ne yazık ki hiç bir çaresi bulunamamış ve kadın kısa sürede ölmüş. Ve ekliyor canlı kaynağım: “Kadın göğüs kanserinden öldü.” Kaynağımın bu söylemiyle adak yerinin önemine vurgu yapıyor.
Kim bu Ay. Eleni?
Erenköy (Kokkina)’de bulunan ve Ayia Eleni olarak bilinen adak yerinin kahramanı Bizans İmparatoru I. Konstantin’in annesi Roma İmparatoru Konstantius Chlorus'un eşidir. İngilizce adı St. Helena (Azize Helena) olarak geçer. Dillirgalı atalarımız için de hastalıkları iyileştiren, dilekleri kabul eden manevi öneme sahiptir. Tarihte Ayia Eleni, St. Helena olarak bilinmektedir. Doğum yeri kesin olarak bilinmemektedir. Çoğu atalarımızın tek hatırladıkları ve bildikleri, Ay. Eleni adını taşıyan küçük bir adak yerine mum yaktıklarıdır. Ama doğumunun yanında ne ölümü ne de hayatı ile ilgili pek de bilgiye sahip olamadık onların ağzından. Bu bölgede tek bilinen Ay. Eleni adına adaklar adanan küçük bir evcik ve manevi bağlılık kalmış hafızalarda.
I. Konstantin, babası Konstantius'un M.S 306 yılında ölümünden sonra, Konstantius'un birlikleri tarafından Roma İmparatorluğu'nun Augustus'u olarak ilan edilmiş, St. Helena bu olaydan sonra, M.S 325 yılında Augusta ünvanı almış ve M.S 330 yılında ölmüştür. Hayatı boyunca fakirlere hediyeler vermiş, mahkumları serbest bırakmış ve mütevazı elbiselerle sıradan dindarların arasına karışıp yaşamıştır.
St. Helena, Ortodoks Kilisesi, Doğu Ortodoks Kiliseleri, Katolik Kilisesi ve Anglikanlar tarafından dindarlılığı ile ünlü bir azize olarak kabul edilir. Ortodoks Kilisesi, "Havarilere eş kutsal büyük Konstantin ve Helena'nın bayramı" yortu gününü oğluyla beraber ‘21 Mayıs’ olarak kutlar. St. Helena yeni buluntuların koruyucu azizesidir.
Konstantin, annesi Helena'yı ‘Augusta’ ünvanıyla onurlandırdıktan sonra, ona Yahudi-Hıristiyan geleneğinin kutsal emanetlerini koyması için imparatorluk hazinesine sınırsız giriş hakkı vermiş, M.S 325 yılında, Kudüs'e bir seyahat gerçekleştirmiştir. Kudüs, İmparator Hadrianus tarafından yıkılmasından sonra, yeniden inşa edilmekteydi. Hadrianus, İsa'nın çarmıha gerildiği yere yakın, Venüs'e bir tapınak inşa ettirmişti.
Gerçek haç
Söylencelere göre, St. Helena, tapınağın yıkılmasını emretmiş, Kudüs’e gelme amacı olan haçın bulunacağı inancıyla yıktırdığı tapınağın etrafına kazı çalışmaları başlatmış ve kazılarda üç haç bulunmuş. İmparatoriçenin yanında bulunan din adamlarının yönlendirilmesiyle gerçek haçın hangisi olduğunu anlamak için ölüm döşeğinde bir kadın getirtmiş. Kadın haçlardan ikisine dokunduğunda kadının durumunda değişiklik olmamış. Ancak üçüncü haça dokunduğunda aniden iyileşmiş. Azize Helena, kadının dokunduğu haçı gerçek haç olarak ilan ettirmiş... Helena Kutsal Haçın bulunduğu bölgenin büyük bir titizlikle araştırılmasını istemiş. Bu araştırmanın sonucunda Helena, İsa’nın çarmıha gerilmesinde kullanılan çivileri bulmuş, söylenceye göre, onların mucizevi gücünden yararlanmak için Konstantin'in başlığına ve atının dizginine koymuş. Helena M.S 327 yılında Kudüs ve doğu vilayetlerini terk edip Roma'ya dönmüştür.
Araştırmalarımız arasında Ayia Eleniye adanan adakların yanında Apostolos Andreas’a gideceğine inanılan şişenin, buradan İstanbul’a yani St. Helena’ya ulaştırılacağı inancındaydılar…
Burada yapılan adaklar ve yakılan mumlar hem Ay Eleni'nin anısına, hem de azizelik mertebesine ulaşan bu kişinin şifa dağıttığı yönünde inanışa dayanır. Büyük bir saygıyla ve inançla adanılan adaklar yerine gelirken hastalara da şifa dağıtıldığı inancı günümüzde hala devam etmektedir. Kaynaklarım arasında anlattığına göre Erenköy’deki Ay. Eleni adak yerindeki panayır, 21 Mayıs tarihinde yapıldığı konusunda bilgi vermektedir. Bu da yazılı kaynaklarla örtüşmüştür.
Şu anda hayatta olan kaynaklarım hala Ay Eleniye ve Apostolos Andrea’ya adak adamaya devam ediyor. En zor anlarında manevi desteği bu kutsal yerlere mum yakarak teselli buluyor. Ama önce ‘Allah’ diyorlar. Eskiden olduğu gibi bugün yine adına mum yakıp dua ediyorlar. 1974’den sonra göç nedeniyle köylerinden ayrılmak zorunda bırakılan bu insanlar için mum yakıp adak adamak, dua etmek için mesafelerin hiç önemi yok! Önemli olan inanç!
Ay. Eleni adak yeri 1963’den önce Dillirga bölgesinde her yıl 21 Mayıs tarihinde panayır kurulup anılırken, asırlar önce İmparator kızlarının İstanbul’dan Ay. Eleni (Kokkina)’ye gelerek kıyıya kadar Ay. Eleni (St. Helena) için yüzdükleri söylenmektedir. Bunun anlamı, İmparatoriçe’nin kutsal emanetleri İstanbul’a götürmek için hareket ettiği güzergâhı kullanarak bu günü kutlama şeklinde ifade ediliyor.
Son şahitler
Küçük bir adak yerine yolculuğum görülmemiş zenginlikte bir kültür mirasını açığa çıkartmıştır. Fakat bugün eski köyümde güzellik adına yapılan temizlik operasyonundan Ay. Eleni adak yerinden bütün izler silinmiş ve toprakla bir olmuştur. Tüm bu operasyonlara rağmen bu izlerin hafızalarda hala canlı durduğunu ve manevi bağlılığın hala sürdüğünü görebilmekteyim. Fakat belli bir süre sonra hafızalardan da silinip gideceğini de bilmekteyim… Onlar bu küçük adak yerinin son şahitleri olarak göçüp gidecekler bu diyardan… Bize kalacak olan sadece bu satırlar...
Küçük bir adak yerinden başlayan yolculuğum koca bir okyanusun içinde yüzer şekilde devam ediyor ve kıyıya çıkmayı hiç ama hiç düşünmüyorum… Derinlerden çıkarttıklarım benim için inanılmaz değerler taşıyor. Ne yazık ki kaderimizi çizenler, bazı gerçeklerin bilinçli bir şekilde yok edilmeye ve bir yerlere gömülme çalışmalarını yıllardan beri devam ettirmektedirler... Fakat aniden bir fırtına, suları kabarttıkça kabul görmeyen gerçekler kimimizi şaşırtabilir, kimimizi acıtabilir, kimimizi de mutlu edebilir. Bilemiyorum… Tek bildiğim düştüğüm bu Okyanusun içinde, bana ait değerlerin olduğu…