Şevki Kıralp
sevkikiralp@gmail.com
Kudret Özersay ve hareketi, son zamanlarda toplumumuzda sıklıkla tartışılmaktadır. Bu yazıda, Özersay ve hareketi hakkındaki tartışmalara Özersay ve hareketinin Kıbrıs Sorunu ve ekonomi politikalarında hangi ideolojik konuma yerleştirilebileceğini ele alarak katkı koymayı amaçlıyorum. Bunun öncesinde, Özersay’ın Sol’la ilişkilerinin geçmişi ve bugününü ele alacağım.
Sol ve Özersay Arasındaki İlişkilerin Geçmişi, Bugünü
Özersay “Toparlanıyoruz” hareketiyle toplumda “hesap sorma” bilincinin güçlenmesi için çalışırken Sol çevrelerin kendisiyle bir sorunu olmamıştı. Zaten Özersay’ın yıldızının parlamaya başladığı 2010-2013 döneminde UBP hükümeti vardı. Bu dönemde “şeffaflık-iyi yönetim” ilişkisi üzerinden şekillenen siyasal düşüncenin iki temel aktöründen biri Özersay’dı (diğeri de Tufan Erhürman). CTP’nin iktidara geldiği dönemde, Özersay ve “Toparlanıyoruz” hareketi polisin sivil otoriteye bağlanması ve “geçici onuncu maddenin” kaldırılması konusunda Erhürman ve diğer solcu milletvekillerinin çabalarını destekliyordu. Aslında, Özersay ve Sol, belirli demokrasi ve yönetim ilkelerinde hemfikirdi. Sonra 2014-2015 döneminde Cumhurbaşkanlığı yarışı başladı. Özersay bu dönemin başında Eroğlu ile ters düşmüştü ve Sol yine kendisine karşı tavır alma ihtiyacı hissetmemişti.
Cumhurbaşkanı adayı Sibel Siber’in seçim programında federal çözüm vardı, ancak adayın söylemindeki barış ve çözüm vurgusu, seçim sürecinin son bir ayında başlamıştı. Akıncı ve Özersay’ın seçim programları ise hem iç siyaset hem de Kıbrıs Sorunu konularında büyük oranda (mesela Kapalı Maraş politikalarında belirgin farklar olmakla beraber) örtüşüyordu. Cumhurbaşkanlığı sürecinin başlangıcında Sol’un Özersay’la yine bir sorunu olmadı. Hatta “Eroğlu’nun oylarının bölünecek” olması Sol’da bazı çevrelerde memnuniyet de yaratmıştı. Sol’dan Özersay’a yönelen eleştirilerin yoğunlaşması, esasen güçlü bir aday olduğunun ve sol zemine de hitap etmekte olduğunun anlaşılmasıyla başladı. Bu eleştirilerin bir kısmının “statüko diriliyor” kaygısıyla, bir kısmınınsa “sol seçmene hitap edebilecek yeni rakip çıktı” kaygısıyla şekillendiği söylenebilir. Aynı zeminlere hitap eden partiler arasında oy rekabeti siyasetin doğasında vardır. “Statüko diriliyor” kaygısının giderilmesi içinse Özersay ve oluşumuna görev düşmektedir.
Özersay’ın Kıbrıs Sorunu Bağlamında İdeolojik Tutumu
Özersay’ın ve hareketinin “sağcılığı” tartışılırken, öncelikle Sağ partiler UBP ve DP’den köken itibariyle ayrıldığını dikkate almak gerekir. UBP’yi rahmetli Denktaş, yakın çalışma arkadaşları ve TMT’nin yönetici kadrolarından oluşan milliyetçi bir elit tabaka kurmuştu. DP yine benzer özelliklerdeki bir tabakanın UBP’den kopmasıyla kurulmuştu. Özersay köken olarak bu tabakalara ait değildir. Ayrıca Özersay’ın Kıbrıs Sorununa yaklaşımı sağ partilerden farklıdır. Partisinin BM parametrelerindeki çözüm modelini (iki toplumlu iki bölgeli siyasal eşitliğe dayalı federasyon) desteklediğini açıklamaktadır. Özersay’ın söylemi dikkatle incelendiği zaman, “anavatan Türkiye” diye başlayan ve Türk milliyetçiliği vurgusu yapan geleneksel sağ söylemden çok farklı bir noktada olduğu nettir. Öte yandan, Özersay’ın Kıbrıs Rum toplumunu ya da Kıbrıs Türk solunun çözüm istencini ötekileştiren bir dil kullanmadığı gözden kaçmamalıdır. Belki Özersay’ın söyleminde belirli çevrelerin ön plana çıkardığı “Kıbrıslı Türkler ve Rumlar için ortak vatan” idealine dayalı güçlü bir “Kıbrıslılık” vurgusu yoktur, ancak bu vurguyu sol parti yöneticilerinin tamamının yaptığına da tanık olamayız. Akıncı’nın hem ilk turda hem ikinci turda UBP ve DP’den oy kaçırdığının farkındayız. Ayrıca, Özersay’ın aldığı %21’lik oyun %60-65 kadarını sağ seçmen, %35-40 kadarını federalist-sol seçmen oluşturuyordu. İkinci turda ise, kendisinin yönlendirmesi olmamış ve aldığı oyların %60’a yakını Akıncı’ya gitmişti.
Özersay’ın sağa hitap eden vizyonu, “çözüm olmazsa yok oluruz” savını benimsemiyor olmasıdır. Kıbrıs Rum siyasetinin müzakere stratejisi ve dış politikasına karşı zaman zaman eleştirel çıkışlar yapmasıdır. Sola hitap eden vizyonu ise “federal çözüm için gereken bütün çaba ortaya konmalıdır” demesidir. Kıbrıslı Rumlarla ve Rum toplumunun siyasal çevreleriyle temasları ve diyaloğu olmasıdır. Bunun yanında, ideolojik ayrım gözetmeksizin pek çok insanı kucaklayabilen belirli duruşları vardır. Örneğin Rum ve Türk kayıp şahıslara ve kayıp şahısların ailelerine karşı son derece hassastır, bu insani tavrıyla Rum toplumunda da sempati bulmuştur ve bu konudaki tavrıyla pek çok solcu siyasal aktörün ilerisinde olduğu rahatlıkla söylenebilir. Liyakat ve ehliyet ilkelerini benimsemektedir. Bunun yanında Özersay “toplumsal iradeyi esas alma” kavramının üzerinde sıklıkla durmakta, toplumsal iradeyi hem Rum toplumuyla hem de Türkiye’yle ilişkilerin düzenlenmesinde önemsemektedir.
Sol çevrelerde yaygın olan bir eğilim, müzakerelerin “verimsiz” olarak değerlendirildiği Eroğlu döneminde Özersay’a da sorumluluk payı çıkarılırken, takdir edilen “11 Şubat 2014 Ortak Açıklama Metni” hakkında Özersay’ın rolünün göz ardı edilmesi şeklindedir. Yine Sol çevrelerde, belirli yakınlaşmaların sağlandığı Talat-Hristofyas dönemine ilişkin olarak Özersay’ın rolünden söz etmeme eğilimi de yaygındır. Hâlbuki bütün bu dönemlerde Özersay müzakere kadrosunda yer almaktaydı. Sonuç olarak, Özersay Kıbrıs Sorununda hem sağın geleneksel değerlerini, hem solun geleneksel değerlerini deneyimlemiş, bu geleneklerin olumsuz gördüğü yönlerini ayıklayarak olumlu gördüğü yönlerini harmanlayan “üçüncü yol” eksenli bir noktadan siyaset sahnesine çıkmıştır. Esasen, Kıbrıs Türk Solu ile Özersay ve hareketinin federal çözüm hususunda işbirliği yapma perspektifi vardır ve bu perspektifin değerlendirilmesi toplum için de çözüm süreci için de önemli bir kazanım olur.
Üçüncü Yolun Ekonomi Politikaları
Federalist kesimde Özersay ve hareketini “sağda” tanımlama eğilimi ağır basmaktayken, son haftalarda bu tanımlamalara “yeni sağ” kavramı da eklendi. Kudret Özersay, sadece Kıbrıs Sorununda Sol ve Sağ geleneklerin bir harmanlamasını yaratmamış, aynı zamanda ekonomi politikalarında da Üçüncü Yol ideolojisini benimsemiştir. Üçüncü Yol, sol olmayan, ama aynı zamanda sağ da olmayan, her ikisinden de belirli öğeler taşıyan bir ideolojidir. Esasen bazı kesimlerde Özersay’a yönelen “ideolojisizlik” eleştirisi bundan dolayı geçerli bir zemine dayanmamaktadır çünkü Üçüncü Yol Siyaset Biliminde bir ideoloji olarak kabul edilmektedir. Üçüncü Yol ideolojisinin baş mimarı sayılan Anthony Giddens, Üçüncü yolu esasen neoliberal ekonomi politikalarına teslim olmamak için ve sosyal demokrasi, sosyal adalet ve sosyal devlet ilkelerini serbest piyasa koşullarından korumak için oluşturmuştu. Birleşik Krallık İşçi Partisi lideri Tony Blair, merkez-sağcı Başbakan Margaret Thatcher’in neo-liberal politikalar uyguladığı dönem sonrasında iktidara gelince, Sosyal Demokrasi’nin aslında piyasa ekonomisinin taleplerine cevap veremediği ve bundan dolayı neo-liberal politikalara vesile oluşturduğu düşüncesiyle Üçüncü Yol’u benimsemişti.
Piyasa ekonomisini esas alan Liberalizmin ekonomi politikaları iki ana akıma dayanır. Biri piyasa ekonomisini sosyal adaleti ve sosyal devleti gözetecek şekilde düzenlemeyi öngören Keynesian ekoldür. Diğeri ise sosyal adalet ve sosyal devlet anlayışlarının piyasaya zarar verdiğini ve ekonominin sırtında kambur haline gelen politikalara sebep olduğunu öngören Friedman ekolüdür. Örneğin bugün Yunanistan’a dayatılan politikalar Friedman ekolüdür, özelleştirmeyi ve piyasa ekonomisini maksimize etmeyi tasarlarken kamu sektörünü ve devletin ekonomiye müdahalesini minimize etme gayesi taşımaktadır. Bu durum çalışan haklarından sınırlamalar yarattığı için sosyal adaleti de sarsmaktadır. Bundan dolayı da Friedman ekolüne dayalı politikalar “neo-liberal” olarak tanımlanmaktadır.
Üçüncü Yol, Friedman ekolünden esinlenen neo-liberal politikaları reddeder. Sosyal Demokrat politikaların yanında sosyal adaleti muhafaza etmekte daha duyarlı olan Keynesian politikalar benzeri yöntemler uygular. İdeoloji, 1990ların sonu ve 2000lerin başında Birleşik Krallık, ABD, Almanya ve Avustralya’da Demokrat ve Sosyal Demokrat iktidar partileri tarafından hayata geçirilmiştir. Üçüncü Yolun ne oranda başarılı olduğu ciddi biçimde tartışılmıştı. Bu tartışmaların Kuzey Kıbrıs’ta da yapılması gerekecektir ve gerekmelidir. Ancak, bu bahsettiğim bütün ülkeler birer “lokomotif” ekonomiydi ve bu ülkelerde piyasanın beklentileri haliyle çok daha fazlaydı. Ayrıca, her ülkenin kendine özgü ekonomik koşulları vardır. Bundan dolayı, Kıbrıs gibi küçük ve “vagon” ekonomilerde piyasanın beklentileri “vagon” ekonomilerden farklıdır ve Üçüncü Yol tartışması, Kıbrıs’ın (ve Kuzey Kıbrıs’ın) kendine özgü koşulları ve bu kendine özgü koşullar dikkate alınarak üretilecek politikalar doğrultusunda yapılmalıdır. Bundan dolayı da, Üçüncü Yol sağ da değildir, sol da değildir, “ideolojisizlik” de değildir. Sosyal Demokrasi ve sosyal-liberal politikaların sentezinden meydana gelen, siyasi tarih ve Siyaset Biliminde yeri olan bir ideolojidir.