Kukla ile Galopsida arasında bir kuyu… 2

Sevgül Uludağ

Bir şahidimiz bize, biz de Kayıplar Komitesi’ne 1974’te “kayıp” edilmiş bir Kıbrıslıtürk’ün olası gömü yerini gösterdik…

Geçtiğimiz günlerde bir şahidimizin bize göstermiş olduğu, Kukla (Köprülü) ile Galopsida (Çayönü) arasındaki bir olası gömü yerini, dün Kayıplar Komitesi’nin Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum araştırma görevlilerine gösterdik, bölgede inceleme yaptık.

Dün sabah Kayıplar Komitesi araştırma görevlileri Sıla Murat, Angeliki Anthusi ve Sokratis İnadiu’ya bir Kıbrıslırum okurumuzun geçen hafta bize göstermiş olduğu olası gömü yerini göstererek, okurumuzun anlatmış olduklarını aktardık.

***  2008 yılında yani bundan tam 11 yıl önce bir Kıbrıslırum okurumuzun anlattıklarını bu sayfalarda paylaşmıştık… Bu okurum Kara Mehmet’le ilgili yazımı okuduktan sonra bana ulaşarak şunları aktarmıştı o günlerde: ““Ben Galopsidalı’yım (Çayönü)... Kara Mehmet’le ilgili yazdıklarınızı okudum. Belki yardımcı olabilirim diye sizi aramaya karar verdim.

1974’te 16 yaşında idim... Yazınızda sözünü ettiğiniz tarihte, yani Kara Mehmet’in “kayıp” olduğu 22 Temmuz 1974’te Galopsida’daki (Çayönü) Artemis’in kahvehanesinde oturuyordum... Öğle saatleri idi... Sanırım saat 13.00 civarı idi...

Kahveye Galopsidalı (Çayönü) iki Kıbrıslırum gelmişti. Bunlar P.... ile A... idi. Galopsida (Çayönü) ile Kukla (Köprülü) arasında bir tepede nöbet yerleri vardı... O saatler “nöbet değişimi” için gelmişlerdi...

Kahvehanede oturan bizlere P.... “Bir Kıbrıslıtürk’ü öldürdük. Kukla’dan Galopsida’ya doğru geliyordu. Galiba Galopsida’da (Çayönü) bir arkadaşını görmeye geliyordu.  Onu pusuya düşürüp vurduk...” diye konuştu. A.... ise elinde bir çift ayakkabı ve bir kemer tutuyordu. Bunlar galiba bir sakkullanın içindeydi... Bize bunların, öldürdükleri o Kıbrıslıtürk’e ait olduğunu söylemişti. Öldürdükleri kişinin üstünden bunları almışlardı...  Kahvehanedeki konuşmalardan anladığım kadarıyla öldürdükleri bu Kuklalı Kıbrıslıtürk’ü, Galopsida’nın (Çayönü) çıkışında bir kuyuya atmışlardı... Bu pusuyu kuran tim, ağırlıkla EOKA-B’cilerden oluşmakta idi...  Şu anda ne P..., ne de A... hayatta değildir.

Yazınızda sözünü ettiğiniz Galopsidalı S....’nin bu işle bir ilgisi yoktu – yazınızda, Kara Mehmet’in onun evinde esir tutulduğu yönünde bir bilgi veriliyor ve bunun S....’nin oğlu tarafından köydekilere anlatıldığı belirtiliyor. 1974’te hem S...., hem de yanında olan oğlu Y...., Kıbrıslıtürkler tarafından öldürülmüştü. Eşya almaya gitmişlerdi. Sanırım Kukla köyünden eşya çaldıkları gerekçe yapılarak öldürülmüşlerdi... S....’nin oğlu Y... çok gençti, henüz 15-16 yaşlarında idi ve cimnasiyoya devam etmekte idi.... Ancak daha fazla bilgi isterseniz, S....’nin büyük oğlu halen ........... şirketinde ........ olarak çalışmaktadır. Onunla da konuşabilirsiniz...”

***  Okurumun teyzesine göre, Kara Mehmet’i bu tarlada, tam domuz mandrasının karşısına düşen kuyuya gömmüşler… Bu kuyu kapalı olduğu için okurumla gidişimizde kuyunun yerini kestiremiyoruz ancak Kayıplar Komitesi araştırma görevlileriyle dün bölgeye gidişimizde, kuyunun yerini buluyoruz. Bundan önce konuyla ilgili olarak Kayıplar Komitesi araştırma koordinatörlerini bilgilendirmiştim ve Kıbrıslırum Araştırma Koordinatörü Popi Hrisostomu derhal bu tarlanın kadastro haritasını bulmuş ve bu tarlanın ortalarında kayıtlı bir kuyu olduğunu gösteren haritayı bana da göndermişti.

***  Araştırma görevlisi Angeliki, ileri teknoloji kullanarak önce bu alanda kazı yapılıp yapılmadığına bakıyor, bu tarla kazılmamış, bu tarlada kuyu kazısı yapılmamış. Daha önce bu tarlanın üzerindeki kayalık arazide bazı mağaracıklarda kazılar yapılmış Kara Mehmet için ancak bulduğumuz kuyu kazılmamış. Angeliki, Sıla Murat’ın ipad’inden eski kazıların fotoğraflarını ve bilgilerini de buluyor bu bölgeyle ilgili ve bize gösteriyor.

***  Ardından araştırma görevlisi Sıla Murat, tarlanın ortalarında kuyu aramakta olduğumuzu dikkate alarak bir gözlem yapıyor ve “Kuyu burada olabilir” diyor. Gerçekten de gösterdiği yerde yemyeşil buğday başakları bitmiş, kuyunun ağzını işaret edercesine büyümüş bu başaklar…

DEVAM EDECEK


 

Yıllardır “kayıp” babasının gömü yerini arayan Sözer Özkaramehmet neler anlatmıştı…

 

Kukla köyünden “kayıp” Karamehmet’in hikayesi… 2

Sözer Özkaramehmet, yıllardır “kayıp” babasının gömü yerini inatla ve ısrarla arıyor… Bu süreçte sevgili anneciği göçüp gitmiş, onun acısını da içinde taşıyor… Sözer Özkaramehmet’in çalmadığı kapı, başvurmadığı insan kalmamış – hem kuzeyde, hem güneyde araştırmalar yürütmüş sevgili babacığını bulmak için… Babasını o kadar çok seviyor ve o kadar çok özlüyor ki, ondan geride kalanları bulup defnetmek adeta hayatının amacına dönüşmüş…

Sözer Özkaramehmet’le Ağustos 2008’de yani bundan tam 11 yıl önce röportaj yapmıştık ve bize sevgili babacığını anlatmıştı… Bu röportajı yeniden yayınlamak istiyoruz, hem bir hatırlatma olsun, hem de bu bölgede yaşanmış olanlar unutulmasın, bunlardan dersler çıkarılsın diye…

Sözer Özkaramehmet’in “kayıp” babasıyla ilgili 2008 yılında yapmış olduğumuz röportajın devamı şöyle:

SORU: Nereye giderse götürürdü sizi, tek erkek çocuktunuz diye herhalde...
SÖZER ÖZKARAMEHMET:
Tabii... Özellikle haftasonları bizi İskele’ye denize götürdüğünü hatırlarım. Bize İskele (Larnaka) daha yakındı – denize gittiğimizi, festivallere gittiğimizi iyi hatırlarım...

SORU: Babanız Mehmet Hüseyin (Karamehmet) nasıl biriydi?
SÖZER ÖZKARAMEHMET:
Babam kendine güvenen, çalışkan, dürüst, herkese yardım eden, yardımsever, çok dürüst birisiydi...

SORU: 1974’te ne olduydu?
SÖZER ÖZKARAMEHMET:
22 Temmuz 1974’ün biraz öncesine gidelim. Hiç unutmam, babamın çiftçiliğin dışında evde hobi olarak yaptığı iki-üç tane keçi vardı – onların barındıkları yeri büyütmek için, hiç unutmam, Kondea’daki (Türkmenköy) bir demirciye gittiydi – ben orayı hala hatırlarım. Köyün orta yerinde, kahvenin yanında bir demirci vardı... Kondea (Türkmenköy) bir Rum köyüydü. O adama demir götürmüştük – hiç unutmam... İstediği iki boruydu, böyle çatal bir şey yapsın oraya ve merteklerini falan koysun. Bunları yaparken Rum radyosu yayın yapıyordu işte “Darbe falan oldu” diye. O Rum da uyardı babamı falan... Apar-topar biz oradan ayrıldık babamla, geldik köye işte.
Tabii o dönemde bizim köyümüzde, Türkiye’de üniversitelerde okuyan köylülerimiz da vardı. Yaz tatili olduğu için, o okuyan gençlerimiz de köyde idiler. Dolayısıyla köylü biraz daha bilinçliydi bu yönde. Zaten mücahitlik dönemlerinde İnönü’ye (Sinde) gidip gelirlerdi – İnönü’ye (Sinde) toprak yoldan gidilip gelinirdi...

SORU: Yani direk irtibatı vardı Kukla’nın Sinde’yle...
SÖZER ÖZKARAMEHMET:
Evet... Bu baraj bölgesinden toprak yol vardı, İnönü’ye (Sinde) direk gidebilirdin.

SORU: Sonra 20 Temmuz geldi...
SÖZER ÖZKARAMEHMET:
Köylü bu dönemde çeşitli önlemler aldı... Duyuluyordu sağda solda işte çatışmalar çıktı falan diye... Türk askeri çıkartma yaptı... Bunlar söylenirdi – köyümüz da zaten küçük bir Türk köyüydü, etraf da Rumlar’la sarılmıştı. Gerekli bazı tedbirler aldılar – elde bulundurdukları bir-iki piyade, üç-beş tane av tüfeği, bir iki tane sten falan, bunlarla köyün belli noktalarına mevziler falan yaptılar. 22 Temmuz günü hiç unutmam – zaten babamı son görüşümdü o – böyle öğlen 12.00 gibi evde yemeğini yedi. Üzerinde giydiği kıyafet de bu giydiğim gri pantolonun benzeri birşeydi. Bir de hafif pembemsi kırmızı gibi tor bir tişört giyiyordu – karpuzun içi gibi... Öyle bir tor giyiyordu... Kolunda da hiç unutmam – saati bozulmuştu, annemin kol saati vardı... Onu hatırlarım. Öğlen yemeğini yeyip işte oradan evimizin biraz ilerisindeki mevziye ayrıldığını bilirim – babamı öğlen yemekte gördüm en son – 22 Temmuz 1974, Pazartesi’ydi... Zaten 13.00 gibi da köyümüze saldırdılar.
Bu saldırıyı bize yapanlar da Kondealı (Türkmenköy) Rumlar, Praskyolu (Dörtyol) Rumlar, Galopsidalı (Çayönü) Rumlar, Matrasigalı Rumlar (İncirli) – bunlardı.

SORU: Yani bunlar asker miydi? EOKA-B miydi?
SÖZER ÖZKARAMEHMET:
EOKA’cı sivillerdi... Çünkü tanıyorlardı. Şunu söyleyeyim yani – köydeki çiftlikte çalışırken köylümüz, Rumlar’la içiçeydiler. Sahipleri Rum’du, o çiftlikte çalışan Rum işçiler de bölge köylerindendi. Diyelim ki Galopsida’nın (Çayönü), Kondea’nın (Türkmenköy), Matrasiga’nın (İncirli) Rumları da gelip orada çalışıyordu – yani bunlarla annelerimiz babalarımız arkadaştılar – şakalaşıyorlardı. Araları gayet iyiydi... Bugün hala anneme selam gönderenler var o çiftlikte çalışanlardan...  Annemin adı Dilber, şu anda 74 yaşındadır – bu konularda rahatsızlığı var  çünkü bizi yetiştirmek kolay değildi, bilirsiniz...
Tabii şunu da söyleyeyim – babamın ismi Mehmet Hüseyin’dir ama ben bunu parantez içinde söyleyeyim ki, mutlaka babamı sevenler, babamın iş yaptığı Rumlar vardı – ona “Karamehmet” de derlerdi, esmerdi diye. “Karamehmet” diye de bilinir...

SORU: 1974’te saldırdılar köye – sonra ne oldu? Ne hatırlarsınız? Esir falan mı aldılar?
SÖZER ÖZKARAMEHMET
: Akşam üzeri saat 7-7.30 civarına kadar çatışma oldu – biz, apar-topar köyün kadınları ve çocuklar, köyün ortasında, merkezde iki evde toplandı. Annem bizi aldı – bir kısım insan orta yerlerde kerpiç bir ev vardı – biz orada değildik. Yukarı mahallede gene orta bölgede sayılan kerpiçten bir eve sığındık, kadın, çoluk-çocuk – hepimiz bir evin içindeydik. Silah sesleri filan, bayağı çatışma oldu. Bu esnada saat 7-7.30 gibi çatışma durunca herkes eşini dostunu aramaya çıktı...

SORU: Yani köy düştü müydü yoksa düşmedi miydi?
SÖZER ÖZKARAMEHMET:
Köy düşmedi... Bir sessizlik oldu...
Şunu tam kestiremiyorum tam – Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamı bu tarihten önce mi olduydu?

SORU: Hayır, 14 Ağustos’ta oldu...
SÖZER ÖZKARAMEHMET:
Çünkü daha sonraları Barış Gücü geldi... Bizim köyden yaralanan oldu bir-iki kişi...
Akşam üzeri olduğunda herkes baktı köyden 5-6 kişi yoktu – bunların içinde babam da vardı...

SORU: Bulamadınız yani...
SÖZER ÖZKARAMEHMET:
Hayır...

 

DEVAM EDECEK