Yıllardır “kayıp” babasının gömü yerini arayan Sözer Özkaramehmet neler anlatmıştı…
Sözer Özkaramehmet, yıllardır “kayıp” babasının gömü yerini inatla ve ısrarla arıyor… Bu süreçte sevgili anneciği göçüp gitmiş, onun acısını da içinde taşıyor… Sözer Özkaramehmet’in çalmadığı kapı, başvurmadığı insan kalmamış – hem kuzeyde, hem güneyde araştırmalar yürütmüş sevgili babacığını bulmak için… Babasını o kadar çok seviyor ve o kadar çok özlüyor ki, ondan geride kalanları bulup defnetmek adeta hayatının amacına dönüşmüş…
Sözer Özkaramehmet’le Ağustos 2008’de yani bundan tam 11 yıl önce röportaj yapmıştık ve bize sevgili babacığını anlatmıştı… Bu röportajı yeniden yayınlamak istiyoruz, hem bir hatırlatma olsun, hem de bu bölgede yaşanmış olanlar unutulmasın, bunlardan dersler çıkarılsın diye…
Sözer Özkaramehmet’in “kayıp” babasıyla ilgili 2008 yılında yapmış olduğumuz röportajın son bölümü şöyle:
SORU: 1974’te yani...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: 1974’te tabii bu çatışma bitti – 5-10 gün sonra gelmiş, bu Rum köyleri kaçardı ya? Gelmiş işte, tutmuşlar kendisini – demişler kendine “Karamehmet ne oldu?”
O da demiş “Söylesem da öldüreceksiniz beni, söylemesem da öldüreceksiniz...”
Onu da öldürmüşler orada... Tabii bu çocuğu da bırakmışlar...
SORU: Öğrenememişler yani babanıza ne oldu...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Öğrenememişler ne olduğunu, ne yaptıklarını...
Tabii ben gene hafızamı zorladığımda ve mantığımı kullandığımda, şuna varıyorum ben: Bizim köyden babamın dışında “kayıp” veya ölen olmadığı halde, Rumlar zayiat verdiler. Bilemem yani, ölüleri vardı o çatışmada... Ama bu çatışmada gelenler, tanıdık Rumlar’dı – çünkü özellikle ben şunu biliyorum, sesli, hoparlörden, bu mitinglerde kullanılan hoparlörlerden, taksicimiz vardı, şimdi gene taksicilikle uğraşan, yaşlandı tabii, “Balık” lakaplı... Ve “Baliki! Teslim olun!” falan gibisinden çağrılar olurdu o hoparlörlerden...
SORU: S.....’nin oğlunun adı nedir?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Bilemem onu... Muhtemelen Larnaka’da veya bu kırmızı köylerden birinde yaşıyorlar... ;
Bu zayiatın sonucudur babamın öldürülmesi – geldi, onların da tanıdıkları şu bu vardır, bunlar öldü – işte Karamehmet da orada, onların acısıyla, böyle suçsuz bir yere öldürüldü... Ve şunu öğrendim, çok eziyet, acı çektirilerek, hatta Galopsida (Çayönü) sokaklarında sürüklenerek öldürüldüğünü duydum ben...
Şunu derim ben: Ya babamı S.... öldürmüştür... İkinci bir rivayet, çiftlik sahiplerinden B..... diye bir Rum, 23 Nisan günü, 1974’teki 23 Nisan günü yani, köy kahvesiyle ilkokulumuz yakındır – ilkokul öğretmenimizin ablama verdiği bir şiir, “Kin” adlı bir şiir...
SORU: “Bin gavur kellesi da alsam bu kin benden gidemez” diye iğrenç bir “şiir”!...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Bu şiiri okudu ablam, öğretmen verdi... “Kimin çocuğudur bu?” falan gibisinden sormuş, demişler “Karamehmet’in kızıdır...”
Onunla beraber, gene Galopsidalı (Çayönü), Kukla’daki çiftlikte çalışan ve su motorlarına bakan M...... diye birisi, bu öldürmüş... Hatta bu söylediği şeyleri telaffuz ederek babamı öldürdüğü söylenir...
SORU: Yani işte “Senin kızın o şiiri okudu” gibisinden...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Evet...
SORU: Ama S.... öldürmüş olsaydı, oğlu kalkıp da köye gelip da “Bizim evde tutukluydu” demezdi belki da...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Yani...
SORU: Çünkü benim gördüğüm kadarıyla, bir takım katliamlara karışmış kişiler kendileri hayatta olmasa dahi, oğulları pek rahat değil... Mesela Çatoz’daki katliama karışmış kişilerin oğulları beni tehdit etti... Sanki babalarının yaptığı suçu kendileri taşıyormuş gibi hareket ettiler. Çok azı beni arayıp “Evet babam bu işe karıştıydı” diye babalarını ihbar edenler da oldu... Ama genelde iki tarafta da gizlemeye çalışırlar...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Babam çiftlikte çok uzun süre çalışmadı. Daha sonra kendisi bir traktör aldı ve giderdi birlikte iş yaptığı Rumlar vardı, çok sevdiği, arkadaş derecesinde olduğu Rumlar vardı...
Son sizin yaptığınız bir röportajı okudum Kallis’le – o, 1998’de Türk tarafına, Kıbrıslıtürk kayıpların nerede gömülü olduklarını gösteren bir liste verdiklerini anlatıyordu. Benim tahminim, tek bir kayıptır babam – tektir... Muhtemelen Galopsida’da (Çayönü) veya Güvercinlik (Ahiritu) bölgesinde gömülüdür bu adam...
SORU: Peki siz sınır açıldıktan sonra gidip sordunuz mu Kayıplar Komitesi’ne? Çünkü genelde söylerlerdi...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: En son burada, bu olayla ilgili Ahmet Erdengiz’le tanıştım, onunla üç-dört kez görüştüm – hatta benim bu konumu güneyde görüştüler da... Bazı isimler da verdim ben kendine – o isimlere gitmiş olabilir Rum Kayıplar Komitesi... Ben bölgede sevilen, sayılan birisiyim, öğretmenliğim ve futbolculuğum nedeniyle – şu anda da beni tanıyan arkadaşlarım, sevenlerim var – “Yahu, gelen yaşlı Rumlar’ın isimlerini alınız” dedim, “Yok ki Karamehmet’i bunlar öldürdü diye – yalnızca bir bilgileri olabilir diye...”
Verdim bu isimleri Kayıplar Komitesi’ne...
SORU: Peki Kayıplar Komitesi’nden size, “Evet, bilinir nerede gömülüdür” gibi bir şey söylendi mi?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Yok, öyle bir şey söylenmedi...
SORU: Peki anlayınca ki babanız “kayıp”tır, anneniz ne yaptıydı? Siz ne yaptıydınız? Size söylendi miydi? Nasıl geçti ondan sonra çocukluk hayatınız?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Ondan sonraki hayatımız bizim çok zor geçti – yani annem gece-gündüz ağlar, bizi da yanı başından ayırmaz. Üç kardeştik zaten. Yanı başından ayırmazdı bizi... Üzüntüynan... Halalarım biraz destek çıktı bize köyde...
SORU: Anneniz çalışmaya devam etti herhalde?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Çalıştı annem da, belli bir yaştan sonra ablalarım hem okurdu, hem çalışırdı... Kısacası ben da çocukluğumu fazla sevinemedim. Yani öyle çocukluk, oynayarak geçmedi – diğer arkadaşlarım oynarken ben anneme yardım edeyim... Annem bizi büyütene kadar çok zorluklar çekti. Babamdan kalan o traktörü annem kullanırdı – yıllarnan sürdü, ekti, bizi okuttu, kimseye muhtaç etmedi. Bize dediği tek bir şey vardı: “Kendinize güvenin, ayaklarınızın üzerinde durun, güçlü olun, birbirinizi seviniz...”
Hala daha bizim kardeşlerimiz arasında çok sağlam ilişkilerimiz, birbirimize bağlılığımız vardır... Bu yönümüz güçlüdür.
Annem bana, annelik-babalık yaptı, sırasında erkek arkadaşım oldu... Yani istediğim herşeyi ben rahatlıkla annemle konuştum, paylaştım – beni, daha doğrusu bizi, kardeşlerimizi kimseye muhtaç ettirmedi, yerindirmedi – kimseye ezdirmedi, kimseyi da ezmedik. Bugüne kadar da böyle geldik, çok şükür Allahı’ma ki biz da şu anda annemi kimseye muhtaç etmeden böyle bir yaşam sürdük, okuduk...
SORU: Siz öğretmensiniz...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Evet... Akdoğan İlkokulu’nda 18 yılım bitti, geçen yıl müdür muavini oldum, Akdoğan İlkokulu Müdür Muavini’yim...
SORU: Futbolcuydunuz da dediniz...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Evet... Tabii bu futbolculuğum, genetiktir! Babam, amcam, ailemiz sporcuydular. Ben de ortaokulu ve liseyi Namık Kemal Lisesi’nde okudum, köyümde futbol oynadım. Oradan Öğretmen Koleji’ne gittiğim zamanlarda, birçok kulüpten teklifler aldım. Mesela orada Öğretmen Koleji’nde hiç unutmam, Güvenç Hocam var - beni Türk Ocağı’na isterdi götürsün. Salih Hocam vardı, o beni alır Doğan’a götürürdü.
O dönemlerde şunu da unutmam, maddi sıkıntılarımız vardı – annem bir gecede tüccara dört tane fanalle işleyip, köyümüzde Özay abla var, onunla Lefkoşa’ya gönderip aldığı parayı bana harçlık verdiğini hatırlarım.
İşte oradaki öğretmenlerim “Gel, okul masraflarını falan karşılasınlar” gibi şeyler yaptılar ama benim haftasonları da yapmam gereken işler vardı. Bu hem okul dönemimde, hem askerlik dönemimde böyle devam etti.
Mesela askerlik dönemimde komutanıma çıkardım, selamımı çakardım, izin isterdim, “Bu işim var” diye – makul karşılanırdı... Böylece işte hayatta kalabildik...
SORU: Anneniz Dilber Hanım, bekler mi hala babanızı sizce?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Sadece annem değil, ben, ablalarım, hala daha şeydeyik – belki mantıksal, içgüdümüzü zorladığımızda diyebilirik ki
“Bunlar artık öldürülmüştür, bir yerde gömülüdür” – ki gerçek da budur...
SORU: Ama kalbiniz ona izin vermez...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Evet... Yani bu bizim içimizde böyle bir umuttur ama acı bir da gerçek var ki bu şahıslar artık hayatta değildirler.
Ama bu dönemde, bir eşya bile kayıp olsa, benim mantığım almaz bunu... Yani bu “kayıp” olan eşyayı birisi bir şey yapmıştır – kaldı ki bu insandır. En değerli bir varlığımızdır...
Ben burada şunu söylemek isterim: Mutlaka Karamehmet’i seven, tanıyan bu bölgeden Rumlar vardır – bu sadece Kıbrıslıtürkler’in sorunu değildir. Ben nasıl ki 8-9 yaşlarında bu acıyı çektim, yaşadım, babasızlığın ne olduğunu çok iyi biliyorum, mutlaka Rumlar’ın içinde da bunlar vardır, bu acıyı çekip yaşayanlar var. Bu “kayıplar” konusu sadece Kıbrıslıtürkler’in veya sadece Kıbrıslırumlar’ın sorunu değil – ortak bir sorunumuzdur. Daha doğrusu sadece bu “kayıp” ailelerinin sorunu da değil – bütün Kıbrıslılar’ın, Türk-Rum olsun, herkesin sorunudur. Çünkü mutlaka herkes biryerlerde birşeyler duymuştur, görmüştür – bir ilgisi, bir alakası olmuştur. Toplumlarımız küçüktür, mutlaka bir bağlantısı, bir duyduğu vardır.
Bence insanlık adına herkes birbirine yardımcı olsun, herkes da bu “kayıpları”nı bulsun, bir nebze olsun içimiz rahatlasın. Benim şahsen mücadelem budur – anneciğimin üç-beş yıllık ömrü vardır, yoktur – ben dedim ki “Benim sana sözümdür, bu adamı bulacağım, bulmaya çalışacağım...”
Benim arzum bu...
Ama ben gene sesleniyorum Galopsidalı (Çayönü) Rumlar’a – Türkmenköylü (Kondealı) Rumlar’a, Matrasigalı (İncirli) Rumlar’a... Bu Karamehmet’in nerede olduğunu bilenler varsa, çıksın gönül rahatlığıyla söylesin. Karamehmet’in seveni çoktu – kimseye zararı yoktu. Birçoğuna iyilik yapmıştır – ben hatırlıyorum mesela bu darbe olduğu dönemde Vaso adlı bir Rum vardı Matrasigalı (İncirlili). O dönemde babamın bu Rumlar’la iyi ilişkileri vardı. Hatırlıyorum, 74’te bir geceyarısı, benzini bitmiş, yolda kaldı – ağılların olduğu bölgede... Evimiz da o dönemde bizim köyün girişindeki ilk evdi. Geldi kapıyı takırdatır – biz çocuktuk, uyandık korkuyla annem falan... Babam hiç ikiletmeden tanıdığıdır diye, çekti kendi arabasından benzin – gece o olaylı günlerin içerisinde gitti, benzin döktüler arabasına, çalıştıramadılar arabasını – aldı kendilerini, arabasına koydu karısını, çocuklarını, kendini ve evin yanından geçerken da babam kendine “Bak” dedi, “benim karım, çocuklarım var, bekler burada... Yok götürüyorum seni da bana bir şey olur” gibisinden... Götürmüş kendini Matrasiga’ya (İncirli’ye) – tabii annem ve biz da onu bekledik “Aman bir şey olur” gibisinden. O Vaso adlı Rum da, Matrasiga (İncirli) köyünü çıkıp da gelene kadar ona bir yoldaşlık yapmış ki geri dönebilsin. Yani bunları da yaşadık.
Artı ben şunu hatırlıyorum – son 74’te İncirli’de (Matrasiga) bir Anadyu şirketi var – babamla oraya biz yaz döneminde yapmış olduğu arpa hasadını götürdüğümüzü hatırlarım. Ve bu Vaso adlı Rum’un üzerine yazdırdı ki oradan parasını alabilsin. Ben de gittim babamla traktörde, hatırlarım bunu. Hala daha oradan o 220 Kıbrıs Lirası alacağı vardı babamın...
SORU: Evet, Vaso hayattaysa, yardım etsin bize lütfen...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Hiç unutmam bunu... Epey sene önce bu adam anneme haber gönderdi Sindeli (İnönü) bir Türk’nan...
Onun adınaydı yazılı fakat fişi falan galiba babam almıştı – annem zannedersem bulamamıştı fişi... Haber ettiydi fişi bulsun diye...
Bir Stasi vardı, çiftlik çalışanlarından Kondealı (Türkmenköy) – bu Rum bilmem nerede oturur ancak hala daha anneme selam yolladığını duyarım ben. Şunu hatırlarım: Bu kapılar açılmadan, Galopsidalı (Çayönü) bir Rum, Larnaka’da taksicilik yaparmış. Almış bizim köylü Türkler’den birisini arabasına, işte “Nerelisiniz?” falan, “Kuklalı...”
Böyle “Kuklalı” deyinca, “Ah...” demiş, “kızkardeşim Karamehmet için çok ağladıydı...”
Yani babamı tanıyanlar, sevenler vardı...
Tabii işte bunlar da savaşın getirdikleri...
SORU: Benim sormadığım, keşke şunu da sorsaydı dediğiniz bir şey kaldı mı acaba?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Aslında söylenecek çok şey var... 8 yaşından 43 yaşına kadar geldik – duyduğumuz çok şey var ama şimdilik söyleyebileceğim bunlar.
Ben açık söylüyorum, bu Kıbrıslılar’ın ortak sorunudur – bilen, gören, duyan, açıkyüreklilikle çıksın söylesin – bizim kimseye ne bir kinimiz, ne bir öfkemiz, ne birşeyimiz var... Yeter ki bu “kayıp” şahsın ve diğer “kayıp” şahısların nerede oldukları bulunsun ve bir nebzecik de bu ailelerin içinde bir rahatlama olsun. Benim söylemek istediğim bunlar...
(YENİDÜZEN – Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler – Sevgül Uludağ – Ağustos 2008)