Seçil Besim
Kukla kelimesi Pinokyo’dan ibaret değil şu günlerde. Ya da Pinokyo’daki gibi mutlu sonla da bitmeyebilir öykünüz. İpler kimin elinde? Bir bakmışsınız ki sizin iplerinizi tutanın da ipleri, başkasının elinde.
Kolay gelir başlangıçta sesinizi soluğunuzu çıkarmadan yönetilmek. Tatile çıkmış gibi huzurlu ve mutlu başlarsınız kişiliğinizi tüketmeye. Hazırlanmıştır sizin için sahneler. Önceden planlanmıştır söyleyecekleriniz. Siz sadece ağzınızı oynatın, başkası konuşur yerinize. Bir hiçken yaşam bulduğunuzu zannedersiniz. Oysa “yaşam bulanların” yaşamında sadece bir renksiniz. Kendinize ait olmayan bir hayatın en ağır yüklerini taşırsınız. İtilirsiniz, kakılırsınız. İpleriniz kopmasın diye ara sıra bakıma alınırsınız. İpleriniz yenilenir. Ruhunuz okşanmış gibi kalkanlarınızı indirirsiniz. Yeni bağlar kurulur sonra sizi yönetenlerle. Sanırsınız ki değerlisiniz.
Kuklaların kalbi yoktur. İçinizde duygu taşımanız anlamsızdır. Çünkü o duyguları yansıtamaz mimikleriniz. Tekdüze bir ifade kalır yüzünüzde iplerinizi teslim ettiğiniz an. Botoks yaptırmışçasına gülümsersiniz, içiniz kan ağlasa bile. Bakışlarınız sabittir, hayat görüşünüzü temsil edercesine... Sahibiniz ne yöne baktırırsa sizi, o yöne bakarsınız. Bakarsınız ama görüp görmediğinizle ilgilenilmez.
Siz oynatıldıkça birileri eğlenir. Oysa eğlenenler de kendi iplerinin başkasının elinde olabileceğini düşünemeyecek kadar kaptırmışlardır kendilerini eğlenceye.
Allahın odunu bile (Pinokyo) kişiliğini ortaya koyabilirken, etten kemikten yapılmış insanoğlu, kuklalığı tercih ediyorsa burada bir sorundan söz etmek gerek. Yönetilmekten çıkarımız ne? İplerimizi teslim ederken Gepetto’lara, ne alıyoruz karşılığında sevgi mi? Sanmam. Sevgi karın doyurmuyor bu zamanda. Para bile değer kaybederken sevgi mi değer kazanacak?
Artık stratejiler daha kıymetli, kukla oyunundaki kurgu gibi... Herkes kendi kuklasını yaratıyor hayatına. Ama kendisi de kukla oluyor bir başkasının hayatında. Zincir böylece uzayıp gidiyor. Pinokyolar ve Gepettolar.
Keşke sayıları eşit olsa... Giderek kuklaların sayısı artıyor. İpini tutturacak birini arıyor millet. Kuklalar arasında bir rekabet oluşuyor usul usul. Kim yönetilecek kavgası başlıyor. Kuklalar Gepettolara yağ çekiyor çaktırmadan. Çektikleri yağla kendi ipleri kayıyor Gepettoların elinden. Gepettolar, ellerinden kayan ipleri yakalamak için, çaba bile harcamıyorlar. Nasılsa kukla çok, bir yenisi ipini tutuşturuverir ellerine.
Hayat onları kabullenmeye hazır nasılsa. Oysa onlar hazır değil hayatı kabullenmeye.
Karar ver; tut ipini en yakın kuklanın. O da maharet ister. Elini kaldırmak isterken ayağını kaldırırsan kuklanın, itaatsizlik başlar. Acemilik dönemini kazasız belasız atlatırsa Gepetto ve kuklası fark etmezse beceriksizliğini sorun yok. Ama bir de fark ederse, işte asıl eğlence orada başlar. İpini topladığı gibi terk-i diyar eğler.
Kimi zaman Pinokyo’yuz, kimi zaman Gepetto. Ama ne olursa olsun insan olmak marifet. Hazır kılıfımız buna uygunken ruhumuzu da insan yapabilirsek, insanlıkla empati kurabilirsek iplere gerek kalmadan geçinir gideriz şu küçücük ateş topunda.
Öyle konular vardır ki, değersen elin, söylersen dilin yanar. Ama ilerde için yanacağına denemek gerek bazen o ateş çemberinden geçmeyi.
Mutsuz olduğumuz her şeyi eleştirebiliyoruz hatta bazen acımasızca yapıyoruz bunu. İşimize gelmeyen bir durumla karşılaşıyorsak, kısır bir bencillikle çıkarlarımız doğrultusunda savruluyoruz sağdan sola, soldan sağa…
Pinokyoluğumuz tutuyor ve burnumuz uzuyor ki, anlamasak bile burnumuzu sokabilelim birbirimizin işine. Biraz “sağ”dan, biraz “sol”dan kıvırın müzik olsa ne olmasa ne... Ama dikkat edin burunlarınız çarpışmasın kıvırırken… Hassas yerleri korumak gerek. Yoksa organize işlerin kokusunu nasıl alırız? Oysa burnumuz yerine beynimizi kullansak, belki biz de can katabiliriz ahşap zannettiğimiz bedenimize!