Polemidya’dan kaçamayan erkekler futbol sahasında esir tutuluyordu.
Kadınlar ve çocuklar ise sinemada, toplu halde barınıyordu sanırım.
Cuntacılar karma bir köy olan Polemidya’daki Kıbrıslı Türklerin ileri gelenlerini ‘temizlemek’ istiyordu.
‘Bölük Komutanı’ Raşit Hoca bunun için aranıyordu.
Esir Kampı komutanı onu bulmuştu!..
Esirlerin arasındaydı.
Orta boylu, esmer, 30’lu yaşlarda…
Bütün tarifler tutuyordu.
Adı da Raşit’ti!..
Komutan, Raşit’in vurulması görevini çok genç bir Rum’a verdi.
Herkesin gözü önünde öldürülmesini emretmiş, genç asker yapamayacağını söyleyince komutan çok öfkelenmiş ve bağırıp çağırmıştı.
Genç asker tetiğe basar basmaz koşarak bir ağacın dibine gitmiş ve kusmaya başlamıştı.
Ama sıktığı mermi hedefi vurmuş, Raşit oracıkta can vermişti.
Oysa vurulan Raşit, Cunta’nın aradığı Raşit değildi!..
Adı da, fiziksel özellikleri de, yaşı da benziyordu.
Ama o başka Raşit’ti.
Esir Kampı Komutanı bunu bilmeden mi yaptırmıştı, yoksa ‘Bölük Komutanı’ Raşit Hoca’yı bulamayacağını bildiği için mi kimse öğrenemeyecekti.
Savaşta bazı soruların yanıtı ne yazık ki yoktu!..
***
15 Temmuz’dan itibaren yaşanan her gün bir başka travmaydı.
Biz çocuklar ne bu insanlık dramlarını biliyorduk, ne gelecek kaygısı taşıyorduk.
Ama büyükler için böyle değildi.
Artık ‘gidilecek köy’ün değilse de, ‘gidilecek bölge’nin minareleri görünmüştü gerçi…
“Kuzeye… Kuzeye” bir slogandan öteye, Kıbrıs adası insanı için çizilen bir kaderin rotasıydı.
Bundan dönemin TMT yöneticileri ve belli başlı insanlar dışında kimsenin haberi olamazdı.
Ancak ‘iki ayrı bölge’ temelli yaşam başlamak üzereydi.
Zaten kaçak yolları kullananlar da kuzeyde bir yerlere gitmişti.
‘Kuzey’ denilen yer, en fazla 80, bilemediniz 100 kilometre uzaktaydı.
Ancak ‘kuzeye yolculuk’ çok daha uzun sürecekti.
***
Happy Walley’de başlayan ve Paramal’da devam eden ‘Göçmen Kampı’ hayatı yaklaşık 6 ay sürdü.
Baf ve Limasol’dan gelen on binlerce insan 1974 yazını burada bitirdi. Sonbaharın ardından kışı da gördü. Sanırım Ocak ayıydı, tahliye başladığında…
Ağrotur Askeri Havaalanı’ndan kalkan THY uçaklarına bindirildik.
Adana Havaalanı’ndan İmam Hatip Lisesi’ne ait yurtlara götürüldük. Burada bizi Mehter Takımı’nın müzikleriyle karşılamışlardı.
Bizim kafileden bir grup ise İskenderun’da bir askeri kampa yerleştirilmişti. Ailenin yarısı Adana’da, yarısı İskenderun’da kalıyorduk.
Adana’dan ‘çocuk aklım’la birkaç şey hatırlıyorum sadece…
Bazen büyüklerle beraber çarşıda dolaşmaya çıkardık. Orada renkli incik-boncuk satan seyyar satıcılar kalmış hafızamda…
Bir de yurtlarda yemek sonrası verilen hoşafın tadı…
***
Bir sonraki ‘film karesi’nde otobüslere bindiriliyor ve çok büyük bir ‘bina’nın önünde duruyoruz.
Herkesin hayret dolu bakışlarla seyrettiği o kocaman ‘yapı’, bizi Kıbrıs’a, adamıza geri götürecek vapurmuş meğer!..
‘Yeşilada Vapuru’…
Sonraki yıllarda epey gidip gelmişti Mersin-Mağusa arasında bu yolcu gemisi… O güzergahın ilk yolcuları biz olmuştuk!..
Mağusa’dan bizi otobüslere bindirdiler ve ‘yeni köyümüz’e götürdüler.
Çatalköy…
Limasol’un bir kıyı köyünden, Girne’nin bir kıyı köyüne taşınmıştık.
Burada bizi nasıl bir yaşam bekliyordu acaba?
6 yaşımı Göçmen Kampı’nda bitirmiş, okul çağına gelmiştim.
Polemidya’da veya Evdim’de başlaması muhtemel ‘okul hayatım’ böylece keskin bir şekilde Çatalköy’e havale edilmişti!..
Tıpkı her göçmenin hayatı gibi, artık ‘başka bir hayat’ vardı önümüzde…
O sıcak temmuz sabahı kulağımı yalayarak geçen merminin dediği gibiydi olup bitenler:
“Çok şanslısın. Birkaç santim daha ileriden geçsem, beynin dağılacaktı. Ucuz kurtuldun elimden. Ama bu savaş var ya bu savaş… Çok çekeceksiniz elinden!.. Başınıza nelerin geleceğini ben bile kestiremiyorum. Tek bildiğim şu ki, artık bu adada hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!..”
Olmadı da…
Paramal Kampı’nda bizim aileye mensup kadınlar ve çocukların sıradan bir günü…
(BİTTİ)