Kullan, at! Arıza çıkarıyor; bozuldu, at! Yeni bir model çıktı; çok daha iyi özellikleri var... Eskisini at! Nesnelerle ilgili bu yeni motif insan ilişkileri için de geçerli artık… İlişkiler trafiğini gözlemlemek baş döndürüyor. Bunu bir yergi olarak da söylemiyorum. Az önce sokakta yürürken aklıma geldi sadece… Öylesine bir saptama… Bir arkadaşım sevgilisinden ayrıldığını söylemişti bu sabah. Her gün işitilebilecek sıradan durumlardan… Belki de ondan daldım bu düşünmelere… Daha geçen hafta hep birlikte şarap içmiştik ve geleceğe dair bazı planlar yapıyorlardı. Yunan adalarında bir tatil, ortak bir ev almak ve saire… Bunun gibi şeyler yani…
Hayallerin, gelecek planlarının eskime hızı hepsinden beter. Ben de daha birkaç hafta önce böylesi planlar yapmıştım birden kalbinin ibresini başka yerlere döndüren biriyle… ‘Seni seviyorum’ ların ‘Sana sarılınca çocukluğumdan bir şeye sarılmış gibi oluyorum’ ların 48 saat içinde “senden nefret ediyorum” lara dönüşebildiği bir dünyada insan neye inanabilir? Aslolan şu ki dünya bir maskeli balo ve dans pistinde oradan oraya geçiliyor. Bunu kabullenip üzülmemek mümkün mü? Mesele yalnız kalmak da değil. İstersen yalnız kalmazsın… Dansa kaldıracak yeni birileri her zaman bulunur. Nasılsa pisttekilerin gözü yeni bedenler, yeni heyecanlarda… Birileri her an yeni bir aşka inandırmaya hazır kendini ve seni… Sonradan nefrete de inanmak gerekiyor tabii… İçini soğutmanın çeşitli yöntemleri var. Bütün bunları bilse bile acı çekiyor insan… Ağlamak, kendini kahretmek de işin bir parçası… Sonuçta sözel bir şiddetle karşı karşıya oluyorsun… Hatta içinde biri ölüyor ve bir cenaze kalkıyor. Yas tutmamak mümkün değil… Yas da o kadar uzun sürmüyor ama… Birden başka bir hayat göz kırpıyor. Beliriveren yeni bir ışığa doğru yürümeye başlıyorsun… Neo liberalizmin insan ilişkileri cephesinin durumu bu diyesim var. Teknolojik yaşamların sosyal ahvali…
Tüketmek üzerine bir dünya bu… Bir ilişki obezitesi söz konusu… Eskitme hızı doruklarda… Kısa ömürlü zamanlar bunlar… Değişim ve başkalaşım zamanları… Mobilime ve hız zamanları… Bir durumdan bir duruma hızla geçilebiliyor. Tıpkı sabah bir başka ülkede akşam bir başka ülkede olunabildiği gibi… Çoklu kimlikler karmaşasında saldırı ve savunma halleri gibi… Pusu kurmuş düşmanlıklara karşı tetikte olmak gibi… Çeşitli rollere ihtiyaç halinde hızla geçilebildiği gibi… Görüntüler ve imajların her şeyin ötesinde olması gibi… Sanal bir âleme dalınıp çıkılamadığı gibi…
Herkes için mi böyle? Değil tabii… Günümüze ait bir manzaradan söz ediyorum ben… Önümde açık duran pencereden görünen bu… Pek çoğunuza da tanıdık gelecektir.
Yalnızlık bulutu içindeyken mutlu çiftler görmek burnunun direğini sızlatır insanın... Çoğu yanıltıcıdır ama... Ayrılık hep eşiktedir.
Bir de mutluluğu teşhir halleri var ki sormayın... Mutluluk da, mutlu bir ilişki içinde olmak da bir statü çünkü... Öyle herkese nasip olmaz... En romantik görüntüler gözümüze sokulur bu yüzden... Düşmanlar çatlasın diye...
Belki bu yazı da çabucak eskiyecek… Hızla yeni durumlara geçilebilir çünkü… Her şeyin uçucu olması, bir rüyada olma hali diye avunulabilir belki… Ama kâbusa dönüştüğü anlar da var bunun… Uyanınca da bitmiyor üstelik…
Her şeyin yalan, her şeyin geçici olduğuna dair duygu esas sorun… İnsan neye inanabilir? Anı yaşamak lafları da buradan çıkıyor zaten… Belleksizlik ve amaçsızlık halleri… Her türlü hazzın pazarlandığı, her şeyin satılık olduğu bir dünya... O anı yaşa işte ve mutlu ol... Geçmişi ve geleceği düşünme... Güzel anları ne kadar biriktirirsen, hayattan ne kadar haz koparırsan o kadar iyi. Yaşam guruları böyle söylüyor.
Süregelen, devamlılığı olan pek çok şey ise bazı çıkar dengeleri ve değişim korkusu nedeniyle devam ediyor gibi geliyor bana...
Korkuyorum açıkçası... Herkesin kalbi yanlış değil; bu besbelli... Ama hayat öyle yanlış çalışıyor ki...
Bu yazıyı çalışma odamın sessizliğinde yazıyorum ve bunu ekonomik krize borçluyum. Bu daireye taşındığım zaman her yanda bahçe içinde güzel evler vardı. Salondan beşparmak dağları görünüyor ve mutfaktan nefis günbatımları izliyordum. Yıllarca istisnasız her sabah gürültüyle uyandım. Çevredeki evler teker teker yıkılıp yerlerine lüks apartman daireleri yapıldı. Artık Beşparmakları ve gün batımını görmüyorum. Çalışma odamın balkonunun dibinde yıkılmayı bekleyen ev ise yerinde duruyor hala… Ekonomik kriz kurtarmış onu… Belki ilişkileri de kurtarır.