Kıbrıs barış hareketinin önemli isimlerinden Cus Bayada, geçtiğimiz haftasonu hayata veda etti. Geçtiğimiz Salı günü Eylence’de bir cenaze evinde Cus Bayada için eşi Kleopatra Bayada bir anma ve veda toplantısı düzenleyerek eşinin küllerinin Mağusa’da denize serpileceğini söyledi. Bayada’nın yakın dostlarının katıldığı törene hüzün hakimdi… İbrahim Aziz tarafından Türkçeleştirilen Kleopatra Bayada’nın konuşması şöyle:
“Akrabalarımız ve sevgili dostlar…
Bugün sizler, benimle ve çocuklarımla birlikte, insanı ve Kıbrıs’ı seven ve ta öğrencilik yıllarından beri Kıbrıs’ın ve doğduğu yerin- Mağusa’nın özgür ve bağımsız olması hayaliyle var olup yaşamış olan bir “hülyalar yolcusunu” uğurluyoruz.
O, her zaman Kıbrıs’ı, Mağusa’yı hayal etti. Ancak amansız hastalığının son hezeyan durumunda da Kıbrıs’ın, Mağusa’nın kaygısı ile yaşadı. Kıbrıs’ın yeniden birleşmesini sayıklayıp durdu:
“Çözüme ulaşmış olabiliriz. Ancak ülkemizin yeniden birleşmesi ve var olabilmesi için Yeni Kıbrıs Derneği, Thukis ve sen, Kleopatra, acaba doğruyu ve gerekli olan hazırlığı yaptık mı?”
19’uncu yaşımızda buluştuk ve her zaman beraber olduk. Tabutu üzerindeki nakışı yükseköğrenim yıllarımızda kendisi planlayıp çizdi, onu istediği şekilde kendisi için, kendi ellerimle işledim. Daha sonraki yıllarda, bağımsızlıktan sonraki dönemde, Kıbrıs bayraklarının basılıp çoğaltılmasını bir mahzende kendisi planlayıp, baskısını bazı arkadaşlarıyla birlikte yapıyor ve darbeden sonraki gösteri ve yürüyüşlere bu bayraklarla katılıyorlardı.
Başkanlık Sarayında dalgalanmış olan ilk Kıbrıs bayrağının göndere çekilmesini de kendisi planlamış ve bayrak göndere kendi katılımıyla çekilmişti.
Cumhurbaşkanı Makarios’un cenazesi kaldırılırken Yunan bayraklarıyla sarılmış olan tabutun yarısının olsun Kıbrıs bayrağı ile örtülmesi fikri de kendisinindi ve Kıbrıs bayrağı tabutun üstüne kendi desteği ile konuldu.
Ancak bu olay dönemin Yunanistan büyükelçisi tarafından tepki ile karşılandı. Başkanlık sarayına giden büyükelçi “kutsallığa saygısızlık” olarak nitelediği bu olayı protesto etti.
Tüm kaygılarını her zaman yaşamış olan ve verdiği mücadelelerde her zaman yanı başında bulunan şahsen ben, bu mütevazı töreni bugün sizinle birlikte yapmayı düşündüm. Bununla birlikte bu yaptığımdan hoşnutsuzluğunu dile getirip beni engellemek isteyeceğini biliyorum. Çünkü O, her zaman bunca emek ve çaba sonucu düzenlediği her etkinlikten hiçbir çıkar elde etmeyi veya kendi kendini ön plana çıkarmayı hiç sevmemiş, her zaman geri planda, gölgede durmayı yeğlemişti.
Ben bir Teolog-ilahiyatçı, O bir tanrıtanımaz-Allahsız.
Dünyamıza daha doğru bir bakış açısından bakmam için bana bazı pencereleri açmış oldu. Bu açıdan kendisine minnettarım.
O bir dünyalı idi ve tüm hayatı boyunca daha büyük bir aile saydığı dünyamızın sorunlarını her şeyin üstünde tutuyor, daha dar aile çevremizdeki sorunları daha önemsiz sayıyordu. Bu bakımdan çocuklarımız ve torunlarımız O’nun evde yokluğunu hissetmiş oldular.
Bununla birlikte sanırım, çocuklarımız ve torunlarımız için de aynı şeyi söyleyebilirim. Çocuklarımıza ve torunlarımıza da dünyamıza daha doğru bir bakış açısından bakmaları için pencereler açmış olduğunu sanıyorum.
Ben bugün, yarım asırdan fazla bir zaman diliminde hayat arkadaşım olan eşimi-yoldaşımı sadece. Kendisiyle birlikte alıp götürdüğü dünyamı uğurladığımı sanıyorum. Kendisi var olmadan aramızda bıraktığı boşluğu nasıl doldurabilirim? Aynı duyguyu çocuklarımızın da paylaştığına inanıyorum.
Geride bıraktığımız 3 Ekimde, Yeni Kıbrıs Derneği’nin Ayia Napa’daki evimizde yaptığımız son buluşmada sessizce, yakınmadan, sabırla katlanarak ve olayın tam bilincinde olarak dostlarının birçoğu ile vedalaştığını sanıyorum.
Tam bir gün önce bize, kanserin vücudunda birçok organa nüksettiğini söylemişlerdi. Her zaman büyük özen göstererek hazırladığı ve beklediği bu son buluşma, sanki “Sanatçının son yapıtı” idi.
Diğer dostlarımızla birlikte, barış ve uygarlığın yorulmaz yolcusu ve her zaman yanımızda olan Takis Hacıdimitriu ile Ali Tuncay ve eşi Mine…Fatma, Bekir, Leyla ve ailesi…Çocukluk arkadaşım rahmetli Fatma’nın eşi Ahmet, kızları Sibel ve Utku ve damatları…Kemal, Soner, Spiros, Lukas, Petros…Ve şimdi burada adlarını sayamayacağım tüm diğer dostların hepsi, o son buluşmamızda bizimle birlikte idiler.
Son anlarında, bizi bırakıp giderken, benden istediği son şeylerden biri de şu oldu: “Kleopatra, dedi, masanda her zaman Türkler de olsun!” Son dileklerinden biri de işte bu idi.
Sevgili Doktor Petro Kitsio,
Size nasıl teşekkür edebilirim? Bir bilim adamı ve doktor olarak yaptıklarınız için şahsen kendisinin ve bizim hepimizin minnettarlık duygularımızı nasıl iletebilirim? Dostluğunuz gururunu okşadı, yoldaşlığınız hastalığı sırasında yanından hiç ayrılmadı.
Ailece biz ve sevgili dostlar…
“Hülyalar yolcusu” hayat arkadaşım, yoldaşımız Cus’u şu an birlikte son yolculuğuna uğurluyoruz. Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi ve çok sevdiği şehrine dönmesi hülyasının en erken bir zamanda gerçekleşeceğine ve yaşamda var iken nasip olmayan bu hülyasını nerede bulunursa, nerede var olursa olsun nihayet yaşayacağına inanmak isterim…
Bu amaçla bize yazılı olarak bıraktığı tek bir vasiyeti var:
Külünün Mağusa açıklarında denize serpilmesini,
Dalgalar tarafından sevdiği kentin kıyılarına,
Çocukluk ve gençlik yıllarında denize daldığı “Kamila” yöresine taşınıp,
Kıyıyı okşamasını ve kumsaldaki ayak izleriyle kaynaşmasını diledi,
Bize bu vasiyeti bıraktı…
Teşekkürler.”
(Türkçesi: İbrahim Aziz)