Zehra Şonya
zehra.sonya@gmail.com
Kültür en geniş anlamıyla bir toplumun veya ulusun yaşam biçimidir. Karmaşık bir yapı içerisinde insanoğlunun sosyal olarak kuşaktan kuşağa aktardığı maddi ve maddi olmayan ürünler bütününü içerir. Bu bütün içerisinde dil, düşünce, gelenek, işaret sistemleri, kurumlar, yasalar, aletler, teknikler, sanat yapıtları gibi her türlü maddi ve tinsel ürünler vb. yapılar yer alır. Her ülke kendi kültürünü önemser, korunması, gelişimi ve gelecek nesillere aktarımı için gerekli yapıları oluşturur. Gerekli yapıları oluşturmaya zorunludur da, çünkü kültür yitimi bir toplumun bellek yitimine eştir. Bellek yitiminde kişi kim olduğunu, nereden geldiğini, nereye gideceğini, ne yapacağını, niye yaşadığını bilemiyorsa ve yaşamının anlamını kaybedip boşlukta geziniyorsa, bir ulusun kültür yitimi de benzer sonuçları beraberinde getirir. Bu nedenle kültürün gelişimi ve korunması hayatı öneme sahiptir, bilinçli politikalarla yürütülür ve değişen hükümetlerden bağımsız olarak değişmeyen devlet politikaları yapısı içinde desteklenerek geliştirilir. Hükümetler bununla da sınırlı kalmayarak, yasal düzenlemeler ve teşvik edici önlemler alarak, toplumu oluşturan diğer kurum, kuruluş ve bireylerin konuyla ilgili duyarlılıklarını artırır ve katkısını sağlar.
Müzeler, sanat merkezleri, kültür evleri/merkezleri, galeriler, akademiler, enistütüler, vakıflar vb kurumlar ise kültürel yapıları desteklemek ve geliştirmek için oluşturulmuş kurumlardır. İşlevleri ve misyonları farklılıklar taşımasına rağmen, kültür mirasının korunması ve yaşatılması noktasında birleşirler.
Bizim gibi var olmakta zorlanan ve her geçen gün kültür erozyonuna uğrayan küçük ve sorunlu toplumlarda kültür yapılarına olan ihtiyacın sanatçılar, aydınlar ve kültür insanları tarafından sıklıkla dile getirilmesi, bu konuda hükümeti göreve davet etmesi boşuna değildir. Unutulmamalıdır ki siyasal yapının ve militarist güçlerin elde edemeyeceği başarılar, kültürel yapılar sayesinde çözülebilecek güce sahiptir ve dünyada var olmanın yolu kültürden, kültürel yapılardan başka bir deyişle sanattan geçmektedir.
Özellikle müzeler kültür mirası ile ilgili nesneleri toplamak, depolamak ve korumakla birlikte, bilgi üretimini gerçekleştirerek farklı anlatıları ortaya koyan bir işleve sahiptir. Günümüz müzecilik anlayışında ise bu işleve ek olarak toplumun çeşitli kesimlerini hedef alarak geliştirdiği eğitim programları ile kültürel mirası yaymak ve yaşatmak eklenmiştir. Bu açıdan bakıldığında Kuzey Kıbrıs’ta müze olarak kullanılan yapıların yetersizliği ve yoksunluğu ortadadır. Günceli yakalamak açısından sanat ve kültür merkezleri ise müzelere eşlik etmektedir. Enstitüler bilgi üretimi ve dağılımı noktasında görev yüklenmektedir. Böylesi kurumların eğitim kurumları ile ilişkisi de kaçınılmazdır. Eğitimin içinde yer alan kültürel - sanatsal ders ve etkinlikle bir yana, okulların kültürel yapıyı zenginleştiren kurumlarla da ortak çalışması günün gereklerindendir. Özellikle bahar döneminde okul dışına çıkarak kültürel mekânlara yapılan gezilerin okul öğretmenlerinden çok, söz konusu kurumlarca özel olarak geliştirilen programların ve konusunda uzman eğitmenlerin eşliğinde yapılmasının kazanımları oldukça fazladır.
Müze eğitimi
Batı ülkelerinde müze eğitiminin geçmişi 17. Yüzyıla kadar gitmektedir. Koleksiyonlar ve müzeler “eğitsel kaynaklar” olarak görülmekte ve eğitimin bütünsel bir parçası olarak algılanmaktadır. Böylesi programlar çocukları dış dünyaya bağlarken, okul eğitiminden farklı olarak her müzenin kendi eğitsel niteliklerini de geliştirmektedir. Çocuklar müzelerde gerçek nesnelerle öğrenmekte, hareket özgürlükleri genişlemekte, bendelerini de işin içine katmakta ve formal yerine informal eğitin/öğrenim anlayışlarıyla karşılaşmaktadırlar. Müze eğitim programları tüm dünyada çeşitlenerek yaygınlaşmaktadır; eğitimin önemli bir parçası olarak da okullara destek vermektedir. Ancak ne yazık ki ülkemizde böyle bir müzecilik anlayışı olmadığından, bu tür çalışmalar, zaman zaman üniversiteler ve/veya sivil toplum örgütleri tarafından üstlenilmektedir.
Bu kapsamda, DAÜ Kıbrıs Araştırmaları Merkezi ve Mimarlık Fakültesi bu yıl üçüncüsünü kutladıkları “18 Nisan Dünya Kültür Mirası Günü” dolayısı ile gerçekleştirdikleri etkinlikleri, böyle bir anlayışın ürünü olarak KKTC Milli Eğitim Bakanlığı’nın da bilgisi dahilinde planlayıp uygulamaya koymuşlardır.
18 Nisan Dünya Kültür Mirası Günü’nün amacı, kültür mirasının korunması konusunda farkındalık yaratmak ve toplum bilincinin oluşturulmasına katkı koymaktır. Üniversitenin konuyla ilgili geçmişte sürdürdüğü programlar daha çok akademik ortamda hayat bulan paneller ve yine mesajların topluma iletilmesi için şehirlere asılan flamalar, çocukların objektifinden hayat bulan fotoğraf sergileri gibi etkinliklerle gerçekleşmişti. Bu yıl ise, Dünya Kültür Mirası konusu, yukarıda sözü edilen müze eğitim programlarına örnek olabilecek bir çalışma olarak ele alındı ve Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin kaynakları ile iki anlayışın birleştiği bir temelde hayat bulacak şekilde kurgulanmıştır.
Öncelikle, Gazimağusa Alasya İlkokulu’ndan gönüllü olarak programa katılan 18 çocukla beş haftalık bir program uygulanmıştır. 5 haftalık çalışmada yöntem olarak çocukların yaşayarak öğrenmesi önemsendiğinden, gezme, görme, konuşup tartışma programın bir bacağını oluştururken, diğer taraftan uygulamalı sanat atölyesi sayesinde estetik değerlerin de verilerek, yaratıcı potansiyellere dönüştürülmesi, çocukların yaşantısına aktif olarak katılması, içselleşmesi ve yeni bilgiler olarak yaşam bulması hedeflenmiştir.
Bu bağlamda örnek vermek gerekirse; ilk hafta tanışma, Kültür nedir? Nelerden oluşur? Niye önemlidir? gibi sorularla programa başlanmış, bizim kültürümüzle ilgili örneklerin çocuklar tarafından sayılması ile ufalan sihirli kağıttan kolye/isimlik yapımı ile devam edilmiştir. Ardından St. Nicolas Katedrali (Lala Mustafa Paşa Camisi)’nin ve Namık Kemal meydanının gezilmesi, dinler konusunda bilgi aktarımı ve Gotik yapılar ile İslam yapılarının biçimsel/mimari farklılıklarının keşfi gerçekleşmiştir. Programla ilişkili çalışma yapraklarının doldurulması ile gün sonlanmıştır. Ayni gurup ikinci hafta Otello kalesi ve civarını gezerek kale ve surların yapılışını dinlemiş, kendi hayal güçlerini kullanarak kale içindeki yaşantıların nasıl olabileceğini ve kalede kapalı kalan insanların yaşabilmesi için ne gibi ihtiyaç ve ihtiyaçlar doğrultusunda odaların/yapıların olabileceği üzerine tartışmıştır. Süreç sonunda gezide incelenen aslan kabartmalar/rölyefler temel alınarak her çocuk kendi rölyefini gerçekleştirmiştir. Böylece gezi sırasında edindiği bilgilerine kendi hayal gücü ve yaşantısından izleri de katarak sanatsal bir üretime dönüştürmüştür.
Böylesi programlarda çocukların okuldan çıkarak gerçek nesnelerle karşılaşması, hazır bilgi aktarımından çok, soru sordurarak verilmek istenen yapılarla ilgili düşündürülmesi ve mümkünse cevapları kendilerinin bulmaları önemsenmelidir. En azından ilk önce bu yönteme başvurulmalıdır. Ele alınan konu ile ilgili var olan tüm bilgileri olduğu gibi anlatmak yerine yaş grubuna göre ilgilerini çekebilecek özellikler/yapılar üzerinde durulmalı, sürprizlere, keşfe ve yaratıcı edimlere açık aktarım biçimine/yöntemlerine dönüştürülebilmelidir. Sanat ve uygulamaları ise bilgilerin ve etkilenmelerin dönüştürülüp içselleştirilmesinde yaratıcı ve sonsuz alternatifler sunarken, yaratıcı bir üretim biçimi olarak geri dönüşümün de nesnel olarak görülmesine olanak sağlaması açısından programlarla bütünleştirilmelidir. Çocukların eğlenerek, oyun güdüsünü kaybetmeden süreci mutlu yaşaması ise önemsenmesi gereken en önemli amaç olarak kabul edilmelidir.
Her program sonrasında özeleştiri yaparak bir sonraki adımların hedeflenen amaçlara ulaşmak için daha bilinçli gerçekleşmesi, sorun oluşan yerlerde hedef kitlelerin yapısına uygun yeni ve yaratıcı yöntemlerin denenmesi, bizim gibi böylesi programlara yeni başlayanlar için zorunlu gözükmektedir. Sonuç olarak müze ve benzeri devletin oluşturması gereken kurumlardan ve eğitim yöntemlerinden yoksun olunan bir ülkede yaşamaktayız. Yine de bireylerin, ailelerin, ilgili öğretmenlerin, sanatçıların, bilim insanlarını, yöneticilerin, okul idarelerin ve kurumların devleti beklemeden alternatif kültürel eğitim programlarına girişmesi olumlu bir gelişmedir. Bu konuda Tarihsel Diyalog ve Araştırmalar Derneği’nin çalışmaları, Limasol Türk Kooperatif Bankası’nın son dönemlerde sosyal sorumluluk projeleri kapsamında okullarla sürdürdüğü uzun erimli kültür – sanat çalışmaları ve Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin son üç senedir oluşturmaya çalıştığı konuyla ilgili projeleri umut vericidir. Projelerin konusunda uzman kişilerce kolektif çalışmalara dönüştürülmesi, bilinçli gerçekleşerek belli hedef ve amaçların önceden belirlenmesi ve bu amaçlara ulaşmak için yol almaları ise ülkedeki ucuz, göstermelik etkinlikler ortamında alternatif modeller olarak karşımızda durmaktadır.