KÜLTÜR EMEĞİN TARİHİDİR…

KÜLTÜR EMEĞİN TARİHİDİR…


Neriman Cahit

Eğer, olay ve olguları dikkatle izlerseniz; hatta, bazı önemli yanlarının altını çizerek somut öneriler de geliştirirseniz… Konu ile ilgili bazı yönleri bulup, bunların çarelerini de kafanıza yazarsanız… Zamanla, bundan zevk almaya; hatta, öneriler dahi üretmeye başlayacağınıza emin olabilirsiniz…
Kendimi bildim bileli, benim için: “İnsan ve Hayvan Hakları” yanında en önem verdiğim konulardan biri de: İnsanın, yaşadığı ülke / bölge konusunda – her anlamda “plan – program ve koruma” konularına önem verdiği oranda varolabileceği ve bir ‘kültür’ yaratabileceği gerçeğidir…
Eskiden olsa, hemen kocaman puntolarla: “Bu Konuda Solun Görevi” diye daha bir özelleştirirdim konuyu… Ama ülkemizin – özellikle de son dönemde – karşı karşıya olduğu “Yoğun Göç” olgusu karşısında, ‘hepimize düşen görevler var’ diye düşünüyorum. (Ha, şunu da ekleyeyim, yıllardır buraya gelmiş, burayı benimsemiş- hangi ulustan olursa olsun – insanlara karşı bir garazım da yok!)

NÜFUS YIĞILMASI…
Tabii ki, bir ülkede dıştan gelen ‘nüfus yığılması’, o ülke için “yeni sorunlar ve sorumlulukların dayatılması” anlamına geliyor.
Batı, bu konuda oldukça deneyimli ve baş ağrılı… Bu konuda altını çizdikleri önemli bir gerçek ise: Göçe dayalı kalabalıklaşmanın uygarlık bilincini” körelttiği, yoksullaşma ile birlikte, ‘kültürel erozyonu’ da hızlandırdığıdır. Çünkü,
hızlı nüfus yığılmasında, “kentleşme” gerçekleşememekte, böylece ’21. Yüzyılda,’ demokrasinin kalesi” kabul edilen çoğu kentler, “seçilmiş krallarca” yönetilen “monarşik metropollere” doğru sürüklenmektedir.
İşte, böylesi bir süreç karşısında tavrını ve politikasını belirlemeyen bir halk… Bırakın toplumların geleceğini… acaba, “kendi geleceğini” bile güvenceye alabilir mi?..

PLANSIZ HİÇBİR ŞEY OLUNAMAZ…
Bu konuyu tartıştığım bazı arkadaşlardan, beklediğim soruyu hemen aldım: “Peki, göçe dayalı yığılımın, panzehiri nedir?”
Bu sorunun, tek bir evrensel yanıtı var: “Planlama…”
“Aydınlanma Devriminin” insanlığa bir armağanı olan planlama (yani, geleceğe, akıl ve bilim yoluyla karar verme) 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’yı sarmaladıktan sonra, ör. Türkiye’ye ancak “Cumhuriyet Devrimiyle” girdi. 1950’lere kadar inanılmaz gelişmelere damgasını vurduktan sonra da, göçe dayalı kentleşmenin “körüklenmeye” başlamasıyla terk edildi…

KÜLTÜR EMEĞİN TARİHİDİR…
Maalesef, göçe dayalı kentleşme, “kültürel erozyonu” hızlandırıyor. Bu kavramın ise, solun 21. yüzyıl öncelikleri arasında en başta yer alan “küreselleşme” konusuyla doğrudan ilgisi var. En önemlisi de, “kentlileşmeyen” nüfus, kendi kültürel birikimlerini terk edip küreselleşmenin girdabına giriyor…

***
Bu konuda, insan(lık) adına sürdürülecek mücadelenin başlıca eksenlerinden biri: “Yerel, bölgesel kültürlerin korunmasıdır…” Ve bu korunmanın bir kolu da: “Çevrenin korunmasıdır.”

***
Evet… Ülkemizin geleceği konusunda: “Kültür ve Çevre’ye” çok çok fazla önem ve ağırlık verip hemen işe başlamak gerek…
Evet…
Laf yerine iş…

Bunun için de, yetişmiş değerlerimizin artık kuram dünyasının sonu gelmeyen “siyasal analizlerini” yapma yerine – hatta, “keyfine” – biraz ara verip… Yaşanan somut süreçleri konu ederek, “çözüm geliştirici politikalar” üretmeleri gerekiyor…


////////////////////////////////////////////////////

ASLOLAN ONUR… İNSAN OLABİLME ONURU…

Türkiye ve çevresindeki savaş, insanları neredeyse: “duygusal, beyinsel yönden” felç edecek durumda…
Sanki dünya savaş burcunda…
Son, Türkiye’nin güneyinde yaşananlar, bana, iki kez gittiğim “Filistin / Yahudi çıkmazı cehennemini” anımsatıyor ve neredeyse kaç gündür gözüme uyku girmiyor…
O süreçte oralarda gördüğüm ve yaşadığım neler neler geliyor aklıma! Ör. o günlerde dünyanın bir numarası olan, ‘Barış Eylemcisi, Rachel Corrie’nın İsrail ordusunun Gazze Şeridi’nde Filistinlilerin evlerinin yıkılmasına engel olmaya çalışırken bir buldozer tarafından üzerinden iki kez geçilerek katledilmesi…
Rachel Amerikalı bir aktivistti.
Ezilmiş başının, arkadaşlarının kucağındaki halinin fotoğrafı benim gibi çoğu insan tarafından asla unutulamadı sanırım.
“Düşünüyorum da, eğer unutulursa, insafsız savaşlarda katledilen ‘çocukların, gençlerin, kadın ve yaşlıların rüyaları / umutları… Ölüm ve yıkım karşısında rehin tutulup çaresizliğe kapılan dünyanın kıyısında acıyla bekleşen hepimizin sözü de… Sınır tanımadan zulme karşı duran bütün dünyalıların sözü ve yürekleri de ezilmiş olacaktır…”

Rechel’in arkasından, annesine yazdığı mektuplar açıklandı bölüm bölüm… İşte, kısa bir örnek: (…) “Tüm bunların sona ermesi gerek... Güvensizlik ve dehşet içindeyim. Dünyamızın rezil gerçeğinin bu olması ve bizim de bunda payımız olmasının verdiği düş kırıklığı… (Dışardan biryerlerden müthiş patlama sesleri geliyor…)
Filistin’den döndüğümde muhtemelen kabuslar görüp burada olmadığım için sürekli suçluluk hissedeceğim…

SON MEKTUBU…
Rachel, ölebileceğini düşünmüş müydü?
Mutlaka; ama o zaten çoktan hayatın öte yanına geçmişti. Gönüllü olarak, büyük zulmün menziline yerleşmiş, insan olmanın o en çıplak o en uçucu halini paylaşıyordu. Şehitlik mertebesinin cazibesi değildi gözlerini kamaştıran. Ne de ayrıcalıklı bir hayattan istifade etmenin kahramanca gururu peşindeydi.
O, kendisini bütün dünyadan sorumlu hissedecek kadar saf… Dünyayı, kendi bahçesi görecek kadar masumdu! Buldozerin altında kalan masumiyet ise dünyanın yenilgisiydi!

***
Artık, hepimize yazıldığını düşünebileceğimiz “son mektubunu” şu sözlerle bitiriyordu:
“Her an tankların ve buldozerlerin sesi işitiliyor; ama, bu insanların hepsi birbirlerine ve bana içtenlikle neşeli davranıyorlar. Filistinli arkadaşlarımlayken, ‘İnsan Hakları Gözlemcisi, belgeselci, ya da eylemci’ rollerini üstlendiğim zamanlarınkinden daha az korkuyorum. Onlar meşakkat konusunda bana örnek oluyorlar… 

(…) Bu sabahtan sonra kendimi çok daha iyi hissediyorum… Oturup, uzun uzun, ne kadar büyük kötülüklere muktedir olduğumuzu – ilk elden – keşfedişimin verdiği düş kırıklığı üstüne yazdım; oysa, en ağır koşullarda bile, “insan kalabilme” gücü ve yeteneğini keşfetmekte olduğumu da yazmalıydım; ki, bunu daha önce bilmezdim…

***
Galiba aslolan onur… İnsan olabilme onuru…

Dergiler Haberleri