KÜLTÜREL KİMLİK BUNALIMIMIZI… BİR AŞABİLSEK…

Sanatı, bir ülkenin genel konumundan bağımsız düşünemeyiz… 

 

 

Neriman Cahit                             

Sözlü ve yazılı basında edebiyatımızla ilgili değerlendirmeleri dikkatle izliyorum. Söylenenlere, yazılanlara göre: “Kıbrıs Türk Edebiyatı Gelişiyor…”

Evet, iyimser bir gözle bakacak olursak: “Kıbrıs Türk Edebiyatı Gelişiyor” diyebiliriz… Plastik Sanatlar için de aynı şeyi söyleyebiliriz… Yeni üretimler, biraz dışarı açılma çabası v.b…

Ama, işin kökenine indiğimizde hiç de öyle ahım şahım gelişmenin söz konusu olmadığını görürüz… Çünkü, bir ülkenin düzey çizgisinden çok çok ileride olmak olanaksızdır; olsa, olsa bir iki adım ilerisinde ya da gerisinde olunur…

Bizde de olan bu…

Sanatı, bir ülkenin genel konumundan bağımsız düşünemeyiz… 

Bence temel sorun, önce bağımsız yaratıcılık alanlarının genişlemesi, yani, ‘Kişisel Dünyaların’ oluşmasıdır. Kişilikten amaçlanan, dünya görüşünün dışlanması değil tabii… Elbette, yazarın – çizerin de bir ekonomik, politik dünya görüşü var… Ama, benim kastettiğim, yaratıcılık alanının gelişmesine yönelik dünyalar…

***

Kafamın, yüreğimin sınırları neredeyse dünyanın en çok zonklayan bölgelerine ayarlı… Fırtınalarına, depremlerine, yangınlarına… Yüzün / yüreğin atlasıdır eski söylencelerin, eski talanların…

***

Toplum / insanımız beni deli ediyor. Kendimi, bir avcının yakaladığı ve durmadan kayalara vurduğu bir ahtapot gibi hissediyorum. Ne ölebiliyor, ne de hayatın derinlerinde yüzebiliyorum…

***

Kültürel kimlik bunalımımızı aşamıyoruz yıllardır… Köklerimizden koparıldık… Geleneklerimizden de…

Tepeden tırnağa değiştirildik…

Adlarımız, köylerimizin adı, şarkılarımız… Köyüm Kırnı, Pınarbaşı oldu…. Bir türlü Pınarbaşı’na alışamadım… Kırnı benim için: “Gizemli Geçmişim…”

Şimdi artık akmayan pınarın sularında boğuldum… Boğuluyorum… Kendi sesim nerede?

Arıyorum… Kendimi…

***

Bir katilin dönüp dönüp de cinayet işlediği yere gelmesi gibi, bana hüzün vereceğini bana acı vereceğini bile bile Lefkoşa’ya düşürüyorum yolumu… O lahmacun kokulu, kıraathaneli, pansiyonlu sokaklarına…

Ve, eve bin beter dönüyorum…

***

Nüfus kağıdından düşün bu kenti…

Düşün bu kenti nüfus kağıdından…

Yalnızlığı kadar…

Ölün bu kenti…

Bu kenti ölün,

kendi kadar…

***

Zenci yüzüm ve yüreğim ne kadar da yorgun…

Kara bir öfke… Kara bir hüzün… Ve, Kapkara bir acı…

***

Kentimin yalnızlığı ne kadar da benimkine benziyor…

***

Bu kente, onca utancın gölgesi düşerken, ondan hiçbirimizin arınması mümkün değildir…

BENİM LEFKOŞAM…

Sürekli Lefkoşa’yı yazmak istiyorum ama, şimdiki haliyle Lefkoşa’yı değil… Düpedüz ‘Benim Lefkoşamı’

Joyce’un Dublin’i,  Musil’in Viyana’sı, Aragon’un Paris’i, Yahya Kemal’in İstanbul’u…

Bir mektup, bir öykü, upuzun sonsuzca uzanan bir şiir, bir roman…

İçten, en içerden okuyup yazacağım…

Belki de hiç dönmeyeceğim bir tünele gireceğimi bile bile…

 

Dergiler Haberleri