Beni yaz dedi, bu hafta ben olayım cümlelerinin öznesi. Sevgiyle baktı bana, minik bir buse kondurdu yanağıma. Lütfen! Kırılabilir mi ki bu yürek, mümkün mü hayır demek deniz gözlere?
Hayatımın ışıklarını yakıyor, bana anında bulaştırdığı neşesi ile yaşam sevincim oluyor minik yeğenim. Doğduğu günden beri bu böyle. Pırıl pırıl bir gelecek hayali kuruyor ülkesinde, kaç yaşında nerede olacağının, ne yapacağının hesabını yapıyor çocuk yüreği ile. Önünde uzun, güzel yıllar olsun istiyorum ben, hep mutlu olsun. Ona daha güzel bir ülke bırakamadığım için cesaretim kırılıyor bir yandan. Biz uğraştık olmadı, olmuyor, siz düzeltirsiniz belki diyorum memleketi. Anlıyor biliyorum, kararlı bakıyor gözleri, umut veriyor.
Yeni bir hayatı var yeğenimin bu günlerde. Anne-babasından ilk kez ayrılıyor. Başka bir kültüre, bambaşka bir şehre atıyor adımlarını ürkekçe, yabancı bir dilde. Ne bulacağını bilemiyor Fransa’da. Gözler nemli hep, ilk günler daha, korkuyor. İçim acıyor. Gurur duymuyor da değilim aynı zamanda. Korkusunun üzerine azimle yürüyüşünü izliyorum. Göğsüm kabarıyor.
40 ülkeden gelen yaşıtları ile ilk kez karşılaşmasını izliyorum, yaz okulunun ilk günü bugün. Birbirlerine çekingen gözlerle bakıyorlar, çok mecbur kalmadıkça konuşmaktan kaçınıyorlar. İsimleri okuyor öğretmenleri tek tek, çocukların ülkeleri ile birlikte. Kendi ülkesini duyanın yüzü aydınlanıyor, anadilinde konuşma şansı kendini gösterince. Uyarı gelmekte gecikmiyor öğretmenden, buraya Fransızca öğrenmeye geldiniz, ana dilinizde konuşmak yasak!
90 farklı dinli, farklı dilli minik yüreğin birbirleri ile iletişim kurmaya başlamasını izliyorum. Bir çoğu Avrupalı. Japonya’dan, Avustralya’dan çıkıp geleni de var. Aileleri onları dünya insanı olarak yetiştirme çabasında. Kendileri henüz bunun önemini kavrayamamış, yaz tatilini okulda geçirme fikrine isyanlarını sürdürüyorlar. Kimsesiz duruşları yürek parçalar cinsten.
Çocuklara hak vermiyor değilim doğrusu, hayatları zaten okula gitmekten ibaret, bir de tatilde okul çekilesi değil, hele de başka bir ülkede. Ancak böylesi bir fırsatın gelecekleri için ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Etrafımda geleceğin değerli bilim insanlarını, sanatçılarını, girişimcilerini görüyorum. Fransızca konuşmak için çok erken daha. Bildik bir dile sığınıyorlar hemen, İngilizce konuşmaya başlıyorlar kendi aralarında. İnanmakta zorluk çekiyorum. 10’lu yaşlarda henüz bu çocuklar, ikinci dilin hakkını vermişler, üçüncüyü öğrenmeye geçmişler.
Kalabalığa karışmakta zorlanıyor bizimkisi, yanımdan ayrılmıyor. İlk adımın en zoru olduğunu anlatıyorum O’na, basit bir merhabanın kocaman kapılar açabildiğini ekliyorum. Bu macera sonrasında zorluklardan yılmamayı öğreneceğini, ailesine minnetar kalacağını özellikle vurguluyorum. Bakışlarından anlıyorum, pek inanmışa benzemiyor, okulun geriye kalan günlerini sayıyor. Korkusunu yenmeye çalışıyor hâlen. Bir kaç saatte son buluyor bu çekingenlik. Okulun ikinci günü yeni arkadaşlar edinmeye başlıyor bir bir, gözlerine gülümseme yerleşiyor yeniden. Sınıf arkadaşları Kıbrıs’ın varlığından habersiz. Öğretmenlerinden Kıbrıs’ın yerini bilen çıkınca mutlu oluyoruz birlikte. Anadilimiz konusunda hiç kimsenin en ufak bir fikri bile yok. ‘Kıbrıslıca yok mu yani?’ diye saşırıyorlar, gülümsüyoruz.
‘Ne kadar küçükmüş meğer bizim ülkemiz, hiç farkına varmamışım’ diyor bana hayretle, okuldan almaya gittiğimde. Evet diyorum ‘Kumsaldaki bir kum tanesi kadarız. Kendimize bu kadar önem vermemiz, kendi aramızda yaptığımız kavgalar çok saçma, görüyorsun.’
Ve küçük yeğenim bir ömür boyu sürecek heyecanlı bir maceranın ilk adımını atıyor, 12 yaşında. Dünya’yı tanımaya başlıyor. O’nun adına mutlu oluyorum, çok.