Geçtiğimiz ay üç gün boyunca Larnaka’da Ayia Napa bölgesinde kaldım. Yurt dışından bir misafirim gelmişti ve tatilinin bir bölümünü bu bölgede ayarlamıştı. Gittiğim her şehirde yaptığım gibi öncelikle Foursquare hesabından bölgede ziyaret edilebilecek turistik yerleri listeledim. Luna Park, Cape Greco, Açık Heykel Parkı, Liman vs…
Ardından Google Haritalar üzerinden gideceğim yerleri işaretleyip, yakın olanları değişik günlere göre grupladım ve bu sayede o üç günde tüm turist çeken bölgeleri gezerek Ayia Napa’yı tanıdık.
Bu yöntem sadece bana ait bir yöntem değil aslında. Artık Avrupa’dan dünyayı gezmeye giden belli bir yaş aralığındaki bütün turistlerin kullandığı başlıca programlar bunlar: Foursquare, Uber, Air B&B, Google Maps vb.
Bizim tarafta oturmuş genel bir algı olan Ayia Napa’nın “Club Şehri” yakıştırması çok da doğru değil aslında. Gezilecek ve görülecek pek çok yer keşfettik bu 3 günde.
Tabii bu yerler arasında beni en çok etkileyen ULUSLARARASI AÇIK HEYKEL MÜZESİ oldu.
2014 yılında açılmış bu müze. Denize bakan 20 bin metrekarelik kocaman bir açık alanı kaplıyor ve içinde çok güzel bir yürüyüş güzergahı var. İlk açıldığında dünyanın farklı bölgelerinden 20 adet heykeltıraşın birçok eserini barındıran bu patika zaman içerisinde yeni eserlerle güçlenmiş.
Bölgeye gelen turistleri çekmek için atılan bu adım bizleri de çekti. Tam tamına 1.5 saat boyunca o patikada zaman geçirdik. Birçok eser gördük, birçok fotoğraf çektik, birçok heykelin yanına kendimizi mest olurken bulduk. Kendi kültürümüzden ve farklı kültürlerden yola çıkmış sanatsal yaklaşımlarla bezenmiş bir açık hava müzesindeydik.
Özellikle güzergahın üzerindeki metal bir köprü ve bu köprü üzerine yerleştirilen yunan tanrıları heykellerine bayıldım.
İşin ilginç yanı, turizm sezonu henüz açılmamış olmasına rağmen bu müze parkı turistlerle doluydu. Parkurun hiçbir noktasında yalnızlık çekmedik, hatta resim çekmek için sıra beklemek zorunda olduğumuz anlar bile oldu.
Burada aslında çıkarmamız gereken önemli bir ders var: Ayia Napa gece hayatıyla, eğlencesiyle ve deniziyle hali hazırda Avrupa’dan birçok genç turisti bölgesine çekiyor. Bu da bölgenin ekonomisinin güçlenmesine yarıyor.
Ama şehir burada durmayı seçmedi. Turizmini daha da güçlendirmek ve sanat adına önemli bir adım atmak için böylesine vizyoner bir adım atmaktan geri durmadı. Ve bu da işe yaradı.
İşte Ayia Napa’dan çıkartmamız gereken ders tam da budur!
Dönüp başkente baktığımızda, 2013 yılında Kadri Fellahoğlu’nun belediye başkanı olduğu dönemde yaptığımız yayalaştırma projesinin, Kıbrıslı Rumları ve Avrupa’dan gelen turistleri şehre çekerek ekonomiye ciddi katkı sağladığını görebiliriz. Dövizin de yükselmesiyle Lefkoşa Surlariçi’nin kuzeyi ciddi bir fırsat yakalamıştır.
Burada artık yapılması gereken şey, sınırı geçen insanlara Lefkoşa Surlariçi’nin dışarısına çıkmak için inisiyatifler verilmesidir.
Bu noktada Ayia Napa örneğinden çıkaracağımız ders, hem şehrimizin kültürünü artıracak, hem de Surlariçi’ne gelen turisti ticari merkezimiz olan Dereboyu’na çekecek bir adım olabilir.
Gelin hali hazırda bir parkuru andıran Kumsal Parkımızı biz de uluslararası heykeltıraşların yapacağı heykellerle donatalım.
Gelin bu parkı her gün kullanan üniversite öğrencilerimize Lefkoşa’nın ne kadar kültürlü bir başkent olduğunu gösterelim.
Gelin kültürümüzü ve geçmişimizi bu heykellerle hem gelecek nesillere hem de turistlere anlatalım.
Gelin ana ticari aksımıza bağlanan bu güzelim parkı sanatlaştıralım.
Gelin bu yolu güneydeki turistlerin Foursquare üzerinden baktıklarında geçme arzusu hissedecekleri bir açık hava müzesine dönüştürelim.
Gelin küçücük bir adımla, bu kadar büyük bir vizyonu başaralım.
Çünkü aslında bunu yapmak o kadar kolay ki:
Yapmak için tek ihtiyacımız biraz istek, biraz irade ve bolca da VİZYON.