Ahmet Zaifer
288849@soas.ac.uk
Uzun ve sarsıntılı dünya tarihinde sadece küçük bir parantez olan kapitalizm, ekonomik hatta sosyal bir sistemden çok daha fazlası olarak görülebilir. Kapitalizm neredeyse tüm bireylerin, toplumların ve devletlerin hayatlarını etkileyen sonuçlar doğurabiliyor. Bu yüzden kapitalizmin büyük krizlerine sadece finansal piyasalarda olan biten açısından bakmamak lazım. Finansal piyasalarda her şey en çok birkaç yıl içinde olup bitebiliyor. Zaten 2008 yılında patlayan krizden sonra finansal piyasalar 2009’un ikinci yarısından sonra normale dönmeye başlamıştı bile. Ama büyük krizler kapitalizmi dönüştürüyor, hatta dünya siyasi tarihini etkiliyor. Benim de bu yazıdaki amacım küresel kapitalizmin son dönemde yaşadığı dönüşümü, kazandığı yeni özellikleri ve bunun ortaya çıkardığı bazı sonuçları ana hatlarıyla ortaya koymak olacak.
İlk olarak, sermaye sınıfının yapısında yaşanan niteliksel dönüşüme değinmek istiyorum. Sermayenin merkezileşme derecesi artık yirminci yüzyılın ‘tekelci kapitalizm (monopoly capitalism)’ kavramı tarafından bile açıklanamayacak derecede yüksek seviyelere ulaştı. Ulaşılan seviyeyi ‘sermayenin oligarşik yönetim’ seviyesi olarak niteleyebiliriz. Toplam sayıları birkaç bini bulan oligarşik sermaye grubu ekonomik ve politik gücün tamamına yakınına hükmedebiliyorlar. Fransa, Almanya ve Amerika gibi büyük ülkeler birkaç oligarşik sermaye grubu tarafından yönetilebiliyor.(1). Belki de Amerika’daki başkanlık seçimlerinde kazanan Trump mı Clinton mu olmalı tercihinin bu kadar anlamsızlaşmasına bu pencereden bakmamız aydınlatıcı olabilir.
Sermaye sınıfının yukarıda anlatmaya çalıştığım dönüşümü beni değinmek istediğim ikinci noktaya getiriyor. Oligarşik sermayenin gittikçe hakim konuma gelmesiyle birlikte emperyalist güçler arasındaki eski çatışmalar iyiden iyiye azaldı ve yerini üçlü grubun –Amerika, Avrupa ve Japonya- kolektif emperyalizmine bıraktı. Böylelikle bu emperyalist güçler dünya nüfusunun %85’ini barındıran ve daimi karışıklık halinde olan çevre ülkeler sistemini manipüle etmeye devam edebiliyorlar. Yeni kalkınmacı okulun iddiasının tersine; sürekli devam eden bu manipülasyonlar nedeniyle çevre ülkelerin kapitalist sistem içinde ve kapitalizmin araçlarını kullanarak batı dünyasını yakalamasının (catching-up) imkansıza yakın olduğunu söyleyebiliriz. (2)
Üçüncü olarak, oligarşik sermayenin çalışanı sömürü biçimi ve metotları da son dönemde ciddi dönüşüme uğradı. Rusya’nın önde gelen Marksistlerinden Alexander Buzgalin bu değişimi ‘market simulacra’ olarak niteler. Artık klasik sanayi döneminde olduğu gibi üretilen sadece fiziksel araç ve gereçler (kullanım değerleri için) değil, aynı zamanda sembollerdir. Çalışanların büyük bir kısmı örneğin artık pantolon ve gömlek gibi ‘şeyler’ üretmiyorlar; tam tersine pazarlama stratejileri üzerine odaklanarak Armani ve Levis gibi ‘markalar’ yaratıyorlar. Bu nedenle oligarşik sermaye hem doğrudan çalışanın yarattığı artı değeri hem de dolaylı yoldan çalışanın yaratıcı aktivitesini sömürüyor. Aslında çalışanın yaratıcı aktivitesinde biçim bulan ve kristalize olanda insanlığın binlerce yıllık evrensel birikimidir. (3)
Küresel kapitalizmin doğasında meydana gelen yukarıda değindiğim üç değişiklik –yeni oligarşiler, üçlü grubun kolektif emperyalizmi ve market simulacra- ulusal sistemlerin politik ve ekonomik yönetim biçimleri konusunda çok önemli sonuçlara yol açıyor.
Politik ve siyasi alana baktığımız zaman otoriter ve faşist yönetim biçimlerinin son dönemde yükselişte olduğunu görebiliriz. Temsili liberal demokrasi geçmişte sahip olduğu olumlu değerlerinin nerdeyse tamamını hızla kaybediyor. Oligarşik sermayenin sahip olduğu mutlak güç sağ ve sol partilerin temellerini sarstı, sendikaları güçsüzlüğe sürükledi ve medyayı kendisine hizmet etmeye adamış ruhban sınıfına dönüştürdü. Tüm dünyada otoriterliğe ve faşizme doğru yaşanan bu yönelimin arkasında dönüşen küresel kapitalizm ve oligarşik sermayenin ihtiyaçları yer alıyor. (4) Küresel kapitalizmin ve oligarşik sermayenin temel dayanakları olan rekabet gücü söylemi, kemer sıkma politikaları ve sermayenin merkezileşmesi durumu otoriter ve faşist yönetim biçimleriyle el ele gitmeye çok uygun. Bu sebeple; Macaristan’da Viktor Orban’ın yükselişi, Polonya’da Ulusal Hukuk ve Adalet Partisi’nin güç kazanması, Brezilya’da Dilma Rousseff’e yapılan darbe, Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin baskıcı ve otoriter eylemleri ve buna benzer birçok ülke örneğini kendi içinde bağımsız gelişme gösteren tekil olaylar olarak değerlendirilmek yerine, küresel kapitalizme ve oligarşik sermayenin çıkarlarına biçkin sistemsel sonuçlar olarak değerlendirmeliyiz.
Ekonomik alanda da oligarşi biçiminde organize olan sermaye kendini yeniden üretebilmek için demokratik olmayan yeni yöntemler geliştiriyor. Özellikle çevre ve yarı-çevre ülkelerdeki ekonomik hayat son süratle gelişme gösteren finansallaşma ve metalaşmanın işgaline uğruyor. Bir yandan finansal spekülasyon sebebiyle fiyatların hızla arttığı konut piyasalarına katılmaya çalışan hane halkının borçlanma oranları inanılmaz derecede artıyor. Örneğin Türkiye’de hane halkı borçlanması 1986 yılında gayri safi milli hasılanın %6’sına eşitken, 2015 yılında %22’sine yükseliyor. (5) Diğer yandan; özelleştirilen sağlık, eğitim ve su hizmetlerine erişimlerini sürdürebilmek için düşük gelir gruplarındaki insanlar gittikçe artan oranda tüketici kredisi kullanmak zorunda kalıyor ve böylelikle finansal sistemin içine zorla itiliyorlar. Türkiye’de toplam tüketici kredileri ve kredi kartı borçları 2002 yılında gayrı safı milli hasılanın sadece %1.8’iyken, 2012 yılında 18.7’sine yükseliyor. (6) Bunların yanında; insanlığın hem ormanlar ve su kaynakları gibi doğal zenginlikleri hem de birey karakter havuzu, yaratıcılık, entelektüel enerji ve bilgi birikimi gibi kültürel ortak mirası da oligarşik sermaye tarafından hızla sömürülüyor. Yani günümüzde oligarşik sermayenin elde ettiği sonsuz gelir ve zenginlik, hükmedilen çevre ülkelerdeki emeğin farklı biçimlerdeki aşırı sömürüsüne, doğal zenginliklerin yağmalanmasına ve insanlığın evrensel yaratıcı birikimine dayanıyor.
Belki de bu noktada esas cevaplamamız gereken soru şudur: Oligarşik sermayenin kazanımlarının sekteye uğratılması ve uzun dönemde egemen sınıf olarak yenilgiye uğratılması nasıl sağlanabilir?
Kaynakça
(1) Samir Amin (July 2016) ‘Reading Capital, Reading Historical Capitalisms’, Monthly Review, 68: 3.
(2) Samir Amin (July 2016)
(3) Alexander V. Buzgalin (2016) ‘Global Capital: The New Quality of Market, Money and Capital in the Global Economy’, in Buzgalin A. & Yakovleva N. (ed) Questions of Political Economy & The Economic Revival of Russia, pp 32-47, Moscow: URSS.
(4) Samir Amin (July 2016)
(5) http://www.tradingeconomics.com/turkey/households-debt-to-gdp
(6) Elif Karacimen (2014) ‘Financialization in Turkey: The Case of Consumer Debt’, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, 16:2, pp. 161-180.