Neriman Cahit
Küreselleşme denen olay, bir anlamda, kapitalizm ve onun güçlü temsilcilerinin, kendi kültürlerini, dünyayı algılayışı ve yaşayış tarzlarını neredeyse bütün dünyaya yayması sonucunu doğuran olaydır.
Bunun sonucunda da: Bu yaygınlaşan “kültürel baskın” karşısında, kültürlerini ‘küreselleştirmeyenler’ , bu köy içinde kendi ‘alışkın’ oldukları, geçmişlerinden aktarılan ‘değerlerini’ tehdit altında hissettiler. Bu da, eskisinden çok daha hassas biçimde, ulusların kendilerine dönmelerine yol açtı.
KİMLİK ŞÖVENİZMİ…
Öyle ya, küreselleşme tek tek ulusların kimliklerinde erozyona yol açmış, haritada kendi işgal ettikleri noktaları artık belirleyemez olmuşlardı…
Bu telaşın küreselleşme karşısında bu, kendilerini bir tür ‘sınavdan’ geçiriliyormuş endişesinin beklenen, ama beklenenden sert, sonucu, ‘kimlik fanatizmi kimlik fetişizmi’ hatta ve hatta ‘kimlik faşizmi’ oldu.
Bu örnekleşme sonunda ayrışmaya, kimlik atomizasyonuna ve en nihayet ‘Milliyetçiliğin Küreselleşmesine’ yol açtı. Şimdi artık dünya, birbirine karışmayan blok renkler gibi, içine kapanık, radikal hatta şövenist milletler mozayiği oldu.
BİZİM GİBİ…
Peki öyle ama, farklı kültürlerin kendilerine dönmeleri anlaşılır bir ‘Lokal Refleks’ değil midir?
Öyle de, bunca abartı, milliyetçilik saplantısı bir marazilik göstergesi de sayılmaz mı? Sayılır da… Bunu nasıl dengeli bir ‘kendini tanıyış / sınayış’ boyutlarında tutabiliriz?
Küreselleşmenin, öyle ya da böyle olumlu etkilerinden biri bizim gibi bugüne kadar kendilerini tanımayı pek de umursamayan, aslında kendilerine dayatılan zehri (dıştan) kimliklerini muhafaza edip bir tür hayal dünyasında yayan ulusları, kendilerini sorgulamaya mecbur etmesidir!
Artık, öyle eskisi gibi kendi kapalı çemberi içinde, kendi sorgulanmamış değer ve geleneklerini hazırlop bir rahatlıkla hatta vurdumduymazlıkla yaşamak mümkün değildir…
Kimlikler kaymış, haritada bilinçsiz işgal ettiğimiz noktada daha da belirsizleşmiş, onu, artık ve yeniden belirleme gerçeğiyle yüz yüze kalınmıştır…
Belki artık, ‘Vatan, Millet, Mesarya’nın ötesinde daha gerçekçi ve doğru davranırız; çünkü bu anlamda bütün dünyada yaşanan gerçek, her ulusun kendini yeniden gözden geçirmesi için kaçınılmaz bir fırsat sayılabilir, sayılmalıdır…
Yeter ki, kimlik fanatizmine kapınılmasın!..
YERLİLİK…
Sırası gelmişken şu özellikle de bizim bazılarımızın çok kullandığı, bazılarımızın da hiç ağzına almadığı “yerlilik” olayına bakalım. Özellikle de şu soruyu soralım:
- “Solun, ‘yerlilikle’ ilgili bir sıkıntısı, bir açığı ya da kompleksi var mıdır? Olmalı mıdır? Burada öncelikle şu gerçeği gözün ötesine kaçırmamak gerek: Bizde sol maalesef yerli değildir. Bu da sanıyorum en büyük sıkıntımızdır…”
Solun içinde, etkinliklerde, kitleselliklerde iletişim ve ilişki kurmayla ilgili zaaflar, Türkiye’den adapte edilen donanım, beraberinde yerlilikle ilgili sıkıntı ve kaygıları doğuruyor ve bugüne dek, bunlarla ilgili sorgulanma, hesaplaşma yapılmadığı, yapılamadığı için de rahatsızlıklar sürüyor.
İçinde sahicilik, pratiklik, zamana ve zemine kolay adapte olabilme, insan sıcaklığı ve toplumsallık barındıran bir solun yerlilikle daha kolay buluşacağı kuşkusuzdur…
* * *
Yerlilik, sadece memleket, coğrafya ve doğa kavramlarından oluşmaz. Oluşmamalı. Bunların içine “kültürü de katmak ve olayı milliyetçilikten olabildiğince arındırmak” gerekiyor.
Bu bağlamda altı çizilesi bir başka gerçek de, yerli olmak kavramının, muhafazakârlara, gelenekçilere bırakılamayacak kadar da önemli olgudur…
YERLİ OLMAK…
Yerli olmak: Bir yerde bulunuyor, orada yaşıyor, orada düşünüyor, o şartlar içinde kendini var ediyor olmak…Oranın toplumsal gereksinimlerine veyahut eksikliklerine duyarsız kalınmadığı anlamına da gelir.
Bu yurt, sadece “Milliyetçi – Muhafazakâr” sağcıların değil ( sanki öyleymiş gibi davranıyorlarsa da), aynı zamanda solcuların – gerçek yurtseverlerin – de yurdudur…
Herkesin, bu yurdun barış içinde, daha yaşanılabilir bir yer olmasıyla ilgili fikir beyan etme hakkı vardır.
Hepimizin, özgürce davranıp, özgürce söz söyleme ve yazma hakkı vardır…
Bir şeyler söylemek, ille de, hamasi ve marazi ve de yüksek perdeden karşısındakinin başına vurur gibi, ona dünyayı zehir etme üslubunda olmaz… Olmamalı…
Bu yüzden ‘yenilik’, yeniden ele alınması, tartışılması, çok sesliliğe dönüştürülüp gerçek anlamına kavuşturulması ve herkesçe sahiplenilmesi gereken bir kavram.Çünkü…
Kim ne derse desin, bu yurt bizim!..
Kimse, kendini onun sahibi, diğerlerini de misafir yerine koymamalı…