Hasan Özder
Atatürk Öğretmen Akademisi
hasan.ozder@aoa.edu.tr
GİRİŞ
Küreselleşme ve Neo-Liberalism
Küreselleşme, kapitalizmin dünyaya dağılıp, yayılması, dünyayı kuşatmasıdır. Küreselleşme, dünyanın tek bir pazar haline dönüşmesini ve bu sayede sermaye dolaşımının ulus-devlet sınırlarını aşıp sınırsız bir rekabetin olmasını öngörmektedir. Küresel eğitim politikaları ve uygulamaları ulusal ve yerel okulların üzerinde bir üstyapı gibi durmaktadırlar. Bugün , birçok ülke küresel ekonomide rekabet edebilmek için bu üstyapının politikalarını benimsemeyi tercih etmektedir (Spring, 2015: 1). Küreselleşmeyi de harekete geçiren en önemli dinamik neo-liberal politika ve uygulamalardır. Neo-liberalizmin temel amacı dünyayı tek bir pazar haline getirmek ve bu sayede tüm maddi ve manevi kaynakları sermayenin çıkarları doğrultusunda kullanmaktır. Son yıllarda, giderek ekonomik küreselleşmeyi pekiştiren değerlerin öne çıktığı ve üniversitelerin sermayenin hakimiyetine sokulmaya çalışıldığı görülmektedir (Okçabol, 2007: 60). Nitekim, Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde üniversiteler hızla birer ticarethaneye dönüşmekte ve güçlü sermaye kesimlerinin yönetimine geçmektedirler (Bok, 2007). Küreselleşmeninin üniversite üzerindeki temel etkisi, üniversitenin “üniversiteliği”ni yok edip, üniversiteleri de serbest “Pazar üniversitesi”ne dönüştürmektir (Okçabol, 2009: 184). Bir başka deyişle bu değişim/dönüşüm, bilimsel bilgi üretiminin sermayenin çıkarlarına uygun biçimde ve “piyasa disiplini” altında yapılmasını güvence altına almaya yöneliktir (Ünal, 2011). Bu bağlamda ortaya çıkan temel kavram “akademik kapitalizm”dir (Slaughter ve Rhoades, 2004). Üniversitelerde öğrencilerin müşteri olması, daha çok öğrenci çekme mücadelesi ve üniversiteler arasındaki rekabet genellikle “akademik kapitalizm” olarak tanımlanmaktadır (Les Levidow, 2002).
Akademik Kapitalizmi Oluşturan Öğeler
Bu makalede akademik kapitalizmi oluşturan dört temel öğenin üzerinde durulmuştur.
- Üniversitelerin Ticarethaneye dönüşmesi
- Bilimsel yayınlarda etik dışı öğeler
- Bilimsel ölçütlerin sermaye tarafından belirlenmesi
- İngilizce dilinin hegemonyası
1.Üniversitelerin Ticarethaneye dönüşmesi
Üniversitelerin kar getiren bir işletme olarak görülmesi ve buna bağlı olarak da öğrencilerin müşteri statüsünde ele alınması ile oluşan bu dönüşüm üç sonuç doğurmuştur. Bunlar ‘yükseköğretimde akreditasyon’, ‘öğretim üyelerinin sessizliği’ ve ‘öğrenci hareketlerinin durdurulması’dır
Yükseköğretimde Akreditasyon
Küreselleşme ile birlikte üniversiteler arasında rekabet arttmış ve öğrenci çekmek için özellikle akreditasyon almak her üniversitenin en büyük amacı olmuştur. Akreditasyon kurumlarının büyük çoğunluğu ABD ve AB ülkelerindedir (Bıyık, 2002, Köksoy, 1998). Gürüz (2001) küreselleşen dünyamızda bu tür akreditasyon işlemlerini onaylamakta ve gerekçesini şöyle açıklamaktadır: “....uluslararası hareketliliği artmış, ulusal düzeydeki şirketlerin transnasyonalleşmesi sonucunda üretim ve AR-GE faaliyetleri bir ülke yerine birbirini tamamlayan parçalar halinde, birden çok ülkede yapılmaya başlanmıştır”(s:200-201). 1980 sonrası Özal’la başlayan değişim ve dönüşümle birlikte kurulan Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) aslında bir yerde yükseköğretimde küreselleşmenin ilk adımı olmuştur. YÖK’ün ilk başkanı olan İhsan Doğramacı ise bu kurum için biçilmiş kaftan idi. Türkiye’de İhsan Doğramacı’nın başlatığı görüş doğrultusunda Kemal Gürüz’ün başkanlığı dönemi neo-liberal bir dönemin başlancı olmuştur. Bu dönemde yükseköğretimde küreselleşme süreci başlamış ve bu bağlamda özellikle akademik yükselmelerdeki kriterlerin uluslararası yayınlara dayalı olması ölçütleri getirilmiştir. “Türkiye’de ve Dünya’da Yüksek Öğretim, Bilim ve Teknoloji” kitabını kaleme alan Gürüz (2004) kitapta yükseköğretimde neo-liberal uygulamaların temel boyutlarını açıklamıştır. Gürüz daha sonra Amerikancı olduğunu bir tutuklanması sonrasında açıkça dile getirmiştir. Daha sonraları YÖK başkanlığı yapmış olan Çetinsaya’yı ise Okçabol (2012) şöyle tanımlıyor:
Son iki yılda verdiği derslerden birinin, “uluslararası ilişkiler ve küreselleşme” dersi olması, Çetinsaya’nın aynı zamanda küreselleşmeci olduğunu akla getiriyor.
Çetinsaya, başkan olunca, gazetecilere, “Bu görevi hiç beklemiyordum, şaşırdım” diyor. Ancak ilk açıklamasının, “Uluslararası seçkin üniversitelerle rekabet edecek üniversite yaratacağım” gibi iddialı bir açıklama olması ve ilk icraatının da, Özcan döneminden kalan bürokratları görevden almak (23 Aralık 2011) olması, onun, bu göreve çoktan hazır olduğunu gösteriyor.
Paraya dayalı özel üniversitelerin artması ile birlikte öğrencilerin müşteri olarak görülmesi ve tek hedef öğrenci sayısını arttırıp para kazanma olunca da nitelik dışlanmış oldu. KKTC’deki yükseköğretim sisteminin durumunu 1999 yılında ‘Denize nazır diploma hazır’ sözü ile Türkkaya Ataöv kısa yoldan ortaya koymuştur (Radikal Gazetesi, 1999). Gerek KKTC’de gerekse TC’de özel üniversitelerin reklamları ve Internet sayfaları bir magazin dergisini andırmaktadır. Öğrencilerde albeni yaratmak için gerçeklerden çok uzak reklamlara başvurmaktadırlar. KKTC’de en köklü ve gelişmiş üniversite durumunda olan Doğu Akdeniz Üniversitesinde 37 program akredite edilmiş durumdadır (Tablo1).
Tablo 1. DAÜ’de Akreditasyon Alan Programların Fakültelere Göre Dağılımı
Kaynak: https://ww1.emu.edu.tr/tr/dau-hakkinda/akredite-edilmis-programlar/1364
7 ocak 2015 tarihinde Bekir Güz Florida Eyalet Üniversitesi (FSU) eski başkanı T. K. Wetherel ile yaptığı bir mülakatta Wetherel’e akreditasyon ile ilgili sorduğu bir soruya karşılık şu yanıtı alır: ‘Akreditasyonun katıksız bir şaka olduğunu düşünüyorum. FSU akreditasyonunu henüz yeniledi, on yıllık bir süre için…net rakamı bilmiyorum ama milyonlarca dolar harcıyoruz’ (Gür, 2016: 112). Florida Üniversitesi Provostu Joseph Glover da Bekir Güz’e verdiği bir mülakatta akreditasyon ile ilgili şunları söyledi: ‘Biz akreditasyondan henüz geçtik, üniversitenin akademik kalitesine zerre katkısı olduğunu düşünmüyorum. Devasa kırtasiyecilik, devasa masraf, devasa bürokratik işlem…’ (Gür, 2016: 112). Akreditasyon kurumsal özerkliğin ve çeşitliliğin altını oymakta ve standartlaşmayı öne çıkarmaktadır. Dahası, sadece asgari standartlara uymayı öne çıkardığı için, öğrencilerin belli bir akademik düzeyle mezun olduğunu da garanti edememektedir. Bir başka ifadeyle, akreditasyon, kurumun akreditör kuruluşun standartlarına ne derece uyduğunu göstermekte ama kurumun öğrencilere bir şeyler kazandırmada ne derece başarılı olduğunu göstermemektedir. Ayrıca, akreditasyon standartları oldukça düşük olduğu ve kurumun akredite olması akreditörler için gelir kaynağı olduğu için, finansal olarak zorda olmayan neredeyse bütün kurumlar bir şekilde akredite olmaktadır. (Özer, Gür ve Küçükcan, 2010: 50).
Öğretim Üyelerinin Sessizliği
Özel vakıf üniversitelerinde çalışan öğretim üyelerinin öncelikle sendika üyesi olmadıklarından yüksek bir işsizlik kaygısı yaşamaktadırlar. Bu kaygı nedeniyle siyasi duruş gösterememekte ve her baskı veya akademik dışı uygulamalara sessiz kalmaktadırlar. Hatta kendi alanlarına uygun olmayan dersleri bile vermektedirler. Bir başka deyişle, Piyasadaki ‘ne iş olsa yaparız!’ sloganının akademik versiyonu ise ‘ne ders olsa verir!’ şeklinde olmuştur (Vatansever ve Yalçın, 2015). Temel amaç para kazanmak olduğuna göre bilim, bilimsel düşünme veya etik hak getire. Devlet üniversitelerindeki çok az sayıda ses veren öğretim üyeleri ise şu veya bu şekilde susturmak için ise büyük çaba harcanmaktadır. KKTC’de ise özellikle özel paralı olan üniversitelerde öğretim üyelerinin siyasi görüş belirtmeleri neredeyse olanaksız. Patronların öğretim üyelerinden istediği sosyal medya ortamında kendi üniversitelerinin reklamını yapmaları veya yapılanları beğenmektir. Kısaca öğretim üyelerinin siyasi anlamda sessiz kalmaları yeterli olmamakla birlikte akademik olmayan davranışlar da göstermeleri istenmektedir.
Öğrenci hareketlerinin durdurulması
Öğrenci hareketleri siyasi iktidarların en çok çekindiği muhalif kanattır. 1980 öncesinde Türkiye’de yükseköğetim öğrencilerinin hareketleri oldukça etkiliydi (Kışlalı, 1978). Bugün bu etkinin sıfıra yakın olduğu söylenebilir. Özel okullar bünyesinde öğrenci hareketlerinin oluşması neredeyse olanaksızdır. Aynı zamanda öğretim üyelerinin sendika kurması ve toplumsal bir muhalefet rolü üstlenmeleri de zor bir durumdur. Öğrenci ve öğretim üyesi etkileşiminin oluşturduğu eleştirel muhalif kültür her zaman iktidarı rahatsız eden bir dinamiktir. Örneğin, Erdoğan’ın ODTÜ’ye gitmesi ile meydana gelen olaylarda Erdoğan öğrencilere veryansın ederken bu öğrencileri yetiştiren öğretim üyelerine de lanet okudu. Özel paralı vakıf üniversitelerin kurulması ve yaygınlaşması ile öğrencilerin siyasal bilinç kazanmaları ve buna bağlı olarak siyasal katılım göstermeleri oldukça azalmıştır.
2.Etik dışı davranışların artması
“Akademik hayata adım atan herkesin ilk başlarda duyduğu bir söz vardır: ‘Bilim yayın demektir’. “Yayınla ya da yok ol” görüşü esastır. Ancak bir akademisyen temel ilkelere, kurallara dikkat etmezse yayınladığı halde yok olabilir.” (İnci, 2009). Weed’e göre (2002) araştırmacıların etik dışı davranmasında dışsal ve içsel nedenler önemli bir rol oynamaktadır. Dışsal nedenler arasında yayın baskısı, rekabet, bilim toplumunun genişlemesi nedeniyle denetim eksiklikleri ve deneyimli araştırmacıların kötü örnek olması sayılabilir. İçsel nedenler arasında ise kişisel kazançları artırma isteği, kendini beğenmişlik ya da psikolojik rahatsızlıklar yer alabilir [Aktaran: Aydın, 2006]. Küreselleşmenin yaygınlaşması ve buna bağlı olarak da insan davranışlarının değişmesi katı rekabetçi ortam içinde kaçınılmaz bir gerçektir. Bu rekabetçi ortamı yaratan ve yöneten kapitalist düşünce gelişmekte olan ülkelerin ekonomik sistemlerini de belirlemektedirler. Akademik kariyer dünyasında ise standartların belirlenmesi küreselleşmeyi sağlayanlar tarafından yapılmakta ve ekonomik temellere göre ilerlemektedir.
Örneğin, küreselleşme rüzgarlarıyla kabaran özelleştirme dalgasında, özelleştirme yanlısı makalelerin bu tür dergilere kabul edilme olasılının ne olacağı sorulmaktadır (Okçabol, 2001: 50). Yayın sayısı yerine yayının niteliğine bakılması istenmektedir (Okçabol, 2001: 50).
Öğretim üyesinin yayın yapması çalıştığı kurumun prestijini (kalitesini) artırmaktadır. Özellikle uluslararası dergilerde basılan makaleler çok önemlidir. SSCI, SCI vb bu nedenle temel kriter alınmaktadır. Bu dergilerin tarandığı indeksin sahibi ise thomson ruters adlı bir şirkettir. Bir başka deyişle hangi “bilginin bilimsel” olduğu veya “en bilimsel olduğu” sermayenin uygunluğuna bırakılmıştır.
“Bilimsel yayınlar üzerine son yıllarda çok büyük tartışmalar yaşanmakta ve bu aşamadaki bilinen etik sorunlara yenileri eklenmekte, birkaç zaman öncesine kadar yalnızca yazarlara yönelik etik sorunlar dile getirilirken artık editör ve hakemlere (danışmanlar) ait etik sorunlar da somut belgelere dönüşmektedir” (İnci, 2009). YÖK yayınladığı bir raporda Türkiye’deki yükseköğretim sisteminde var olan akademik etik sorunların varlığı kabul etmekte ve sorunu şöyle açıklamaktadır:
“Akademik yaşamda atama ve terfilerin büyük ölçüde yayın sayısına bağlı hale gelmesi, hem araştırma hem yayın alanında kötü, utanç verici birçok uygulamanın gelişmesine yol açmıştır. Bu nedenle, akademik topluluklar, her geçen gün daha ayrıntılı etik kurallar geliştirmek durumunda kalmaktadır. Bazıları deney yapmadan deney yapmış gibi, ya da yaptıkları deneylerin sonuçlarını işlerine gelecek şekilde değiştirerek veya belgelerde sahteciliğe başvurarak yayın yapma yolunu tumuşlardır. Tabii ki, bu tür bir hilekarlık (fraud) yapan bir kişinin akademik camiada yeri olamaz. Bazı araştırmacılar da terfilerinde gösterebilecekleri yayın sayısını artırmak için araştırmalarını dilimleme, aynı yazıyı ufak değişiklerle birden çok yerde yayınlama, aşırma (intihal) gibi kötü pratikler geliştirmişlerdir. Bütün bunlar, araştırmacının toplumdan haksız saygınlık talebi olarak yorumlanabildiği gibi, meslektaşlarına karşı büyük bir saygısızlık olarak da görülebilir.” (YÖK, 2007: 177).
“Atama ve yükseltilmelerde yayınlarda nitelikten ziyade, niceliğe öncelik verilmesi aşırmacılığın yaygınlaşmasına neden olmuştur” (İnci, 2009). Üniversitelerarası Kurul 2006 yılında doçentlik için başvuranların büyük çoğunluğunda akademik etik dışı davranışlarından dolayı akademik etik kurul tarafından yaptırım uygulanmıştır. Sıklıkla yapılan etik dışı davranışlar “Haksız yazarlık”, “Dublikasyon ve dilimleme” vb. olarak görülmektedir (Ruacan, 2009). Kıyasıya rekabet ve esas olan yayın sayısı olduğuna göre etik dışı davranışlar tüm dünyada mevcuttur. Makaleleri uluslararası bilimsel dergilerde yer bulan Hollandalı psikolog Diederik Stapel, yıllar boyunca araştırma verilerini "uydurduğunu" itiraf etti. Tilburg Üniversitesi'nde çalışan Stapel, bir bilimadamı olarak başarısız olduğunu ve yaptıklarından utandığını, ancak ağır "performans baskısının" kendisini sahte araştırmalar yapmaya ittiğini söyledi (https://www.ntvmsnbc.com/id/25294446/). ‘Yayınla ya da yok ol’ mantığının yaygın olduğu akademik dünyada bu olayların aslında daha çok olduğunun bir mesajı olabilir.
Küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan bu sorunu çözmek için yeni bir sermaye kesmi doğal olarak oluşmuştur. Bugün intihal ve benzeri akademik etik dışı davranışların belirlenmesini sağlayan programlar geliştirilmiş ve hızlı bir biçimde yaygınlaşmıştır. Ör: turnitin, iThenticate gibi. Sonuçta üniversiteler bu programları satın almakta ve bu şirketlere para akıtmaktadırlar. iThenticate yayınladığı ‘white paper’le bu baskıların etik dışı davranışların yayıldığını vurgulamkata ve bir yerde kendisinin ne derece olmazsa olmaz olduğunu dolaylı olarak belirterek reklamını yapmaktadır.
*Bu yazı daha önce Alternatif eğitim dergisinde yayımlanmıştır.
.... devam edecek...