Betonların arasında şimdilik kurtulabilen çam ağaçlarının, selvilerin, harnıpların ve de zeytin ağaçlarının güneşin hayli kızgın sıcağı altında canlı kalmaya çalıştığı bir hafta sonunda yine bir ‘idare-i maslahat’ günü…
Ağustos böcekleri (ziziro, cırcır böceği) bu yıl yine sesini az duyuruyor… Yıllarca toprağın altında güve halinde yaşayan ve Kıbrıs’ın bir yaz sıcağında o toprağın altından çıkarak gövdesini bir ağacın gövdesine yapıştıracak ve de kabuğunu yarıp içinden çıkacak taze gövde ve kanatlarını o sıcağın altında ısıtarak çırpacak olan ağustos böcekleri bu yaz yine ha var, ha yoklar…
Toprağı az böcek deldi, az ağacın gövdesine az ziziro çıkabildi, çok az o gövdeyi yardı, daha da az kanatlarını çırpabildi, çırpabilen de aç serçelere yem oldu.
Zizironun yaşamında birkaç cümlede anlatılmaya çalışılan doğal yaşam, artık doğallıktan çıkıp insanın yapma dünyasında yok olmaya yüz tutarken doğa için, yaşadığımız yer için, dünya için tek tek yapacak çok şey var, birlikte bunları bütünleştirecek çok seçenek var.
***
Doğal hayatı korumaya, sürdürmeye çalışırken Kıbrıs için de tek tek yapacak çok şey varken iki tarafta da bunları birleştirerek birlikte yeni bir şeyler inşa etmenin de fırsatlarını yaratma şansı var.
20 Temmuz’larda “unutmayacağız!” yazılı pankartları, yaftaları açarak Kıbrıs’ın kuzeyinden güneyine geçenlere propaganda yaparak sanki bu taraftan gidenleri kendi taraflarına çekerek kendilerine göre bir şey yapılıyor havası yaratmak yerine eskiyi bırakıp, yeniyi birlikte kurmanın yollarını aramak gerek.
***
20 Temmuz’ları, 15 Temmuz’ları sadece şu an Kıbrıs’ın güneyinde yaşayan Kıbrıslı Rumlar değil, kuzeyinde yaşayan Kıbrıslı Türkler de yaşadı… Onlar da unutmadı o günleri, unutmayacaklar da ama o günlerde kalmak şu anki statükonun ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey değil.
1974’te, ondan önce 1963’lerde çok şey yaşandı, çok şey kaybedildi, çok canlar gitti. Aileler mahvoldu, kayıplar oldu, babalar, kardeşler gitti…
Her iki taraftan da… Sadece bir taraf çekmedi bu eziyeti, bu üzüntüyü, bu trajediyi… Benim fazlaydı, senin azdı, ben çok çektim, sen az çektin, ben çoktum, sen azdın kısır döngüsünü bırakıp, ölü toprağın altından gövdemizi çıkararak, henüz bulabildiğimiz ve birlikte tutunduğumuz çam ağacının gövdesinde kabuk yırtmak, kanatlarımızı güneşe doğru çırpmak durumundayız.
Aç serçelere yem olmamak için birbirimizi yıpratmaktan vazgeçip, tek başına çırpmaya çalıştığımız kanatlarımızı birlikte çırpmaya başlamalıyız. Sesimizi daha çok çıkarmalı, daha çok yeri, makamı, kurumu rahatsız etmeliyiz.
***
Etmeliyiz, yapmalıyız da sonrasında ağustos böceğinin ömrü de kısa olur diye düşündüm… Toprağın altında yıllarca kal, bir yaz sıcağında çıkabilirsen çık, ötebilirsen öt, ondan sonra da bitti. Çıkar, öter ve gider.
Biz karınca mı olsak! Göründüğümüzün çok üstünde olan gücümüzle hep çalışsak, bir ordu gibi… Yuvayı birlikte yapsak, birlikte korusak, yardımlaşsak, paylaşsak… Yazı, kışı beklemesek… Sarısı, kırmızısı, beyazı, siyahı demesek… İnsan olsak, birlikte kursak… Yeniyi, güzeli, iyiyi… Sonra da ‘unutmasak!’…
Şarkı sözü
Bazı şarkılar vardır müziğiyle ilgi uyandırır, bazı şarkılar vardır sözleriyle… Bir Candan Erçetin şarkısı vardır… Hayatın, doğanın işleyişini anlatan, hiçbirşeyin aynı kalmadığını, dönüşüme uğradığını, değiştiğini anlatan… Bir diyalektik şarkı sözü gibi… Vardan yok, yoktan var olmadığını sözlere ve ritme döken… Bir ders, bir seminer gibi… Ama hoş birkaç cümle ve ritimle;
Güneş her akşam batıp her gün doğuyorsa
Çiçekler solup solup tekrar açıyorsa
En derin yaralar kapanıyorsa
En büyük acılar unutuluyorsa
Neden korkulur hayatta söyleyin bana
Ben neden aynı kalayım söyleyin bana
Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım
Elbette daldan dala konup sonra uçacağım
Elbette bazen hızla dönüp bazen duracağım
Elbette bazen söyleyip bazen susacağım
İnanmadım asla inanamam
Her şeyin bir sonu olduğuna
Elbette bugün ağlıyorsam yarın güleceğim
Elbette önce çekip gidip sonra döneceğim
Anlamsız gerçek
Savaş travması yaşamış bir toplumun hâlâ “uçakları görecem” diye Girne’ye akın etmesini, yolları tıkamasını, gösteri uçaklarını savaş uçakları moduna getirip neredeyse “Allah allah” deyip saldırıya geçecek duruma geçecek grupların olmasını anlamakta zorluk çekiyorum.
Çelenkler…
UBP’li eski bir bürokratın düğününe gönderilen çelenklerin UBP hükümetleri dönemine göre azlığı dikkat çekiciydi… Önceleri neredeyse her bakanın, her ilçenin, her örgütün gönderdiği çelenklerin parası bu kez cepten çıkacağı için sayıları en aza indirgenmiş olabilir mi!
Hayat bu; Zaman gelir ger şey bir anda son bulur. Hayat bu; Son dediğin an her şey yeniden can bulur.
Lucius Annaeus Seneca