Susmanın; korkaklıktan dolayı ya da sözü olmadığını sanan insanlar çoğunluktadır.
Genelde böyle olmuştur da ondan...
Söyleyecek bi sözün yoksa susarsın, yanlış yaptığına inanırsan susarsın.
Ama bir başka susma halleri de vardır kuşkusuz, gözden kaçan, kaçırılan ya da anlaşılmayan. Biri "saygıdan" dolayı gerçekleşen susma eylemi, diğeri ise, söz söylemeye değmeyecek oluşuna inancının bir getirisiyle susmak.
Hele ki şu son hâl var ya, o bir gücün ve erdemli oluşun getirisidir de aynı zamanda.
Hani bazan halk arasında söylendiği gibi; "cevap vermeye değmez..."
Gerçekten bazı zamanlar karşındakine cevap vermenin bile hakkı olmadığı düşünülen sorular ya da tavırlar vardır insanoğlunda. Onu, suskunluğunla boğmak, hani belki cezalandırmak ve daha da kötüsü "yok saymak", aslında verilebilecek ender "en güçlü" cevaplardandır.
Bunu siz bilerek yapıyorsunuz da karşınızdaki acaba ne kadar anlayabiliyor suskunluğunuzun bir cevap olduğunu?
Elbette bu da bir anlayış, beceri, ya da kültür işidir.
Ya da insan istediği gibi anlar ya genellikle, o da senin suskunluğunu, "cevabı bile yok" diyerekten değerlendirip mutlu olur, bilinmezlikteki tek kale maçlar gibi, kendi kendine. Sadece ona acımaktan başka yapacak birşey bulamaz suskunluğu tercih eden.
Yok hayır kin duymaz, nefret de etmez...
Sadece basitliği karşısında ince ve acımtırak bir gülüş takınır dudaklarına.
Zaman; herşeyin ilacı olduğu gibi her şeyi sırası geldiğinde ve ortaya çıkması gerektiğinde çıkan ve gösteren bir yaşam dilimidir de aynı zamanda.
Çoğu insan gerçek düşüncelerini, huylarını hatta kıskançlıklarını, hırsını ölene kadar içinde tutar, farklı bir maskeyle en iyi dostunuz, arkadaşınız, sevgiliniz hatta bir yakınınız olarak çevrenizde gülücükler yağdıran, sizi sever ve koruyanmış gibi gösteren halleriyle, yaşamsal alt-üstler olmaksızın bu şekildeki rolüyle sizi kandırmaya devam eder.
Bazan keşke böylesi kandırma ve gerçek yüzleri görmek yerine, kandırılmaya ölene kadar devam etsem de adi gerçekliklerle karşılaşmasan diye düşünür insan.
Ama madalyonun bir diğer yüzü de önemli: Ölmeden "gerçek" yüzleri görmek ve tanımak. Hele o hırs ve kıskançlık isterileri yok mu?
Bilinmez ki insanı yiyip bitiren iki şey vardır bu yaşamda; öldüğünde kurt'lar tarafından yenilmek, ölmeden hırs'ın tarafından yenilmek.
Her ikisi de insanoğlunun gerçeğidir de bunun farkına varıp, yaşamı daha anlamlı, dürüst, yardımsever, olumlu ve kaliteli yaşamanın yolunun bundan geçtiği pek anlaşılamaz.
O hırs ve kıskançlık var ya, belki komik gelecektir ama; bazan şişmanlamaya, hatta halk diliyle; "davul" gibi olmaya da neden olmaktadır insanda.
Hani, karnı kötülükten şişmiştir gibisinden.
Kimisi yeme içmeden kimisi de kötülük ve hırsından dolayı bir balon gibi şişer.
Ve kimisi bu "şişkinlikle" gider toprağa, kimisi sönmüş, erimiş bir balon misali, ardında nice nefret, kin, kıskançlık ve hırslarını bırakarak.
Gidiş kaçınılmazıdr her ikisinde de.
Bu durumda "gidişi" anlamak herşeyden daha önemlidir.
Hep dile dolayıp, ölümsüz olduğunu düşünerek, tek biletle bu dünyaya geldiğini sananlar da vardır kuşkusuz.
Her ölüm haberi yaşını aldıkça korkutsa da inceden inceye yüreğini, bozuntuya vermez, "Allah rahmet eylesin" diyerekten sıranın kendisine de geleceği gerçeğini aklından silmiş gibi yapar.
Gerçeğin; "miş" gibiden öte olduğunu bir gün gelir anlar sonunda yine de.