Kürtaj ile “Arka Bahçe” olmak arasında kurulan dâhiyane bağlantı!

Aslı Murat

 

20 Nisan cumartesi günü, Sağlık Bakanlığı tarafından, doğurganlık haklarına yönelik bir çalıştay gerçekleştirildi. Geçmişten bugüne kadar, feministlerin bıkıp usanmadan dile getirdiği ve sosyal devlet ilkesinin gereği olan pek çok hak, tartışma konusu yapıldı. Meselenin bilimsel çerçevede ele alınması, Türkiye’den halk sağlığı alanında uzman ve özellikle AKP iktidarının kadın düşmanı sağlık politikaları ile birebir mücadele eden doktorların davet edilmesi, ortaya çıkarılacak yol haritasının sağlam temellere oturtulmasına imkân tanıdı. Ayrıca konuyu hukuki temelde ele alan bir ceza hukukçusunun da aktardıkları, gündemde bulunan Ceza Yasası Değişiklik Önerisi’ndeki gebeliğin sonlandırılması maddesini, daha iyi anlamamıza yardımcı oldu.

İlk oturumda gerçekleştirilen bilimsel sunumların ardından, katılımcıların kendi perspektifleri ile çözüm yöntemleri sunabilecekleri yuvarlak masa toplantısına geçildi. Bu aşamada, alanda çalışma yürüten kadın örgütleri, akademisyenler, Kıbrıs Türk Barolar Birliği temsilcileri, siyasetçiler ve ilgili hekimler, hem mesleki hem de uluslararası uygulamalara yönelik görüşlerini aktardılar. Benim için hayal kırıklığı yaratan husus, kadın sağlığı ve doğurganlık haklarına ilişkin düzenlenen bir çalıştaya, Tabipler Birliği’nin davet edilmesine rağmen katılım göstermemesidir. Meseleye hassasiyetle yaklaşan ve birlik dışındaki bir sivil toplum örgütünde faaliyet gösterdiği için katılan hekimleri istisna tutarak, doğru bir duruş sergilenmediğini söylemek isterim. Kanımca konunun birebir muhatabı olan bir kesimin, oluşturulacak sonuç bildirgesine ışık tutacak bir çalışmada yer almaması, büyük bir eksikliktir. Buna dair basına bir bildiri göndermek ne yeterli ne de işlevseldir. Umarım halk sağlığını ilgilendiren bu mesele ile ilgili, ilerleyen günlerde daha aktif bir şekilde rol alırlar ve somut adım atılabilmesi için gereken çabayı gösterirler.

Türkiye’den gelen katılımcılar, sadece kendi ülkelerindeki deneyimi aktarmadılar. Buna ek olarak dünyada neler olduğu ve evrensel düzenlemelerde hangi noktaya gelindiği üzerine de bilgiler aktardılar. Benim için aydınlatıcı olan bir diğer nokta da, gebeliğin yasal anlamda sonlandırılabilmesi için tespit edilen 10 hafta sınırının, Türkiye’de ortaya çıkış hikâyesiydi. Birebir yasanın hazırlanması aşamasında bulunan ve Meclis’teki süreci de takip eden Prof. Dr. Ayşe Akın, hazırladıkları öneride 12 haftanın belirlendiğini söyledi. Sırf yasa geçirilsin ve yasa dışı kürtajdan kaynaklanan kadın ölümleri azalsın diye bir ödün verdiklerini aktardı. Kısacası belirlenen 10 haftalık sürenin, aslında sağlık açısından hiçbir anlamı yok. Kıbrıs’taki 10 hafta sınırının değiştirilmesini öngören yasa önerisine muhalefet eden özellikle doktor vekillerin, bu noktada ne diyeceğini merakla bekliyorum. Çünkü Onlara göre 10 haftanın bir gün bile üzerine çıkılması, kadının sağlığını tehlikeye sokacaktır ve bu asla kabul edilemezdir. Sanırım bu aşamadan sonra, karşı çıkışın maskesi düştü. Aslında temel neden politiktir ve bu duruş kadın sağlığını ve haklarını yok saymaktan kaynaklanır. Tabi ki bunun bir de kâr hırsı boyutu vardır ama o konuyu hiç girmeyeceğim.

Çalıştay sadece gebeliğin sonlandırılması ile ilgili değildi. Bu sebeple özellikle doğum kontrol yöntemlerinin ücretsiz sağlanması ve toplumun bu alanlarda bilinçlendirilmesi de konuşuldu. Birçok kadın tarafından defalarca söylenen ama pek fazla kale alınmayan noktalardan biri olan, devlet hastanelerinde ücretsiz kürtaj hizmetinin verilmediği konusu da ele alındı. Sağlık Bakanı Filiz Besim’in açılış konuşmasında, artık hizmetin sağlanacağına dair verdiği söz üzerine, katılımcılar da bunun en kısa zamanda gerçekleşmesi gerektiğini vurguladılar. Özellikle yoksul, ekonomik şiddete uğrayan ve kendi hayatını idame edebilme hakkı elinden alınan kadınların yaşadığı sorunlar, “arap saçına” dönmüş vaziyette. Bu dönemde kimi doğum kontrol yöntemlerinin hastaneler ve sağlık ocaklarında uygulamaya koyulması, mağduriyeti az da olsa giderecektir.

Hukuktan bildiğimiz ve hak ihlâlinin oluşmasını engelleyecek önleyici tedbirler, sağlık alanında da uygulanabilir. Bu doğrultuda koruyucu hekimlik perspektifi altında, istenmeyen gebeliğin oluşumunu engelleyici pek çok adımın atılması, mesela doğum kontrol yöntemlerinin ücretsiz ve erişilebilir kılınması, sorunların yaşanmasının önüne geçecektir. Ama bunların yapılması için devletin ayrıca doğurganlık haklarını içeren bir yasayı da hayata geçirmesi gerekir. Çünkü el yordamı ile yapılan ve yasal zorunluluğu olmayan her türlü icraat, kumdan kaleye benzeyen KKTC hükümetlerinin altında kalıp yok olmaktadır. 

Tüm aktarılanlar ışığında şunu söyleyebilirim: Özellikle yoksul kadınların sağlığa erişimi ve doğurganlık haklarını kullanabilmesi açısından pek de parlak bir durumda değiliz. Bu sebeple şu anda Hukuk ve Siyasi İşler Komitesi’nin gündeminde olan Ceza Yasası Değişiklik Önerisi’nin içindeki düzenlemelerden biri olan gebeliğin sonlandırılması maddesinin, vakit kaybetmeden yasallaşması elzemdir. Çünkü şu an yürürlükte olan yasaya göre; tecavüze uğrarsanız ve oluşan gebeliği yaşanan travmadan dolayı fark edemezseniz veya devlet hastanesinde kürtaj mümkün olmadığı için ekonomik sorunlardan dolayı süreyi kaçırırsanız, 10 haftadan sonra gebeliğinizi sonlandıramazsınız. Bu ülkede engelli ve reşit olmayan bir kız çocuğunun, bu durumdan dolayı doğum yaptığını da unutmayalım. Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü’nün çalışmalarına bakıldığında, kadınların sadece fiziksel değil psikolojik durumlarının da gebeliğin sonlandırılması talebinde dikkate alınması gerektiği söylenir. Değişiklik, bu eksikliği de giderir bir içeriğe sahiptir. Yasaya karşı çıkan herkes, tüm bu hususları göz önüne almalı ve yasa dışı kürtajın neden olduğu kadın ölümlerini akıllarından çıkarmamalıdırlar. Eğer siz somut koşullara uygun bir yasa yapmazsanız, ona aykırı işlemler hiçbir zaman sona ermez. Yasaklayan veya toplumun tüm kesimlerinin (özellikle yoksulların) ihtiyaçlarını göz önünde tutmadan yasa hazırlayan ülkelere bakıldığında, uygulamanın ortadan kalmadığını görürsünüz. Buralarda kürtaj azalmaz, aksine kadın sağlığını tehdit eden vakalar artar. O yüzden hem kadınları ve doktorları hapis cezasına tabi tutan ceza yasası düzenlemesinin evrensel değerler ile yenilenmesine imkân tanınmalı hem de doğurganlık haklarına yönelik diğer önlemler derhal hayata geçirilmelidir.

En önemli eleştiriyi sona bıraktım. Çoğu dünya örneğine bakarak belirlenen değişiklik önerisinde, gebeliğin yasal olarak sonlandırılması süresinin 14 hafta olarak belirlenmesi karşısında; Türkiye’den buraya nüfus akışı olacağı, arka bahçe muamelesi göreceğimiz söylendi. Buna ilişkin de hiçbir dayanak sunulmadı. Korkmayın, maddi geliri yeterli bir kadın Türkiye’de kürtaj yaptırır, yoksul bir kadının da buraya gelmek için yeterli parası yoktur. Bahsi geçen “korkuyu”, tüp bebek merkezleri üzerinden konuşursanız daha gerçekçi olur. Sahi oralarda şu anki yasal sürenin üzerinde, çoklu oluşan ve istenmeyen gebeliklerde kürtaj yapılmıyor mu? Oraların denetimi ne alemde? Kıbrıslı bir kadın olarak, haklarımı sizin siyasi ve ekonomik çıkarlarınıza göre şekillendiremem. Eğri oturup doğru konuşalım ki var olan ikiyüzlülük sona ersin. Belki o zaman hakları konuşmak için yeterli alan açılır!