Kıbrıs sorunu, Kıbrıslı Türk toplumunun varlığı ile doğrudan bağlantılı bir konudur. Ekonomik ve sosyal gelişmesi, toplum iradesinin kabulü, demokrasisinin çağdaş normlara kavuşması, yaşam düzeyinin yükselmesi ve kaliteli bir yaşamın tesisi ancak “yeni şartlar”a bağlıdır. Olmadığı sürece, bugünkü çarpık düzen devam edecektir. Aynen 11 Şubat 2014 ortak açıklamasında da belirtildiği gibi: Kıbrıs’ta statüko sürdürülemez ve devamı Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların zararına olacaktır. Ancak eksik yazılmış, büyük zararı Kıbrıslı Türkler görmekte, yaşamaktadır.
Uluslarası hukukun birer parçası iki egemen aktörün yani Kıbrıs Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet politikaları arasında sıkışmış, kuşatılmış bir toplum olarak Kıbrıslı Türkler, siyasi iradelerini bu şartlarda nasıl, hangi araçlarla, yöntemlerle sürdürebilir ?
Her iki devletin de, kendine dahil olması, kendi devlet politikası üzerinden pozisyon alması istenen Kıbrıslı Türklerin, bugünden yarına varlığını koruyabilmesi ancak ve ancak alternatif yol ile mümkündür.
Hukuken hakları olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti ile etnik ve kültürel bağları olan Türkiye Cumhuriyeti arasındaki bu çaresiz sıkışmışlıktan yegane çıkış yolu, her iki yapıdan da ayrışarak güçlü bir ortak paydanın oluşması, yeni durumun “her bir taraf” için kazanıma dönüşmesinin sağlanmasıdır. Özellikle Doğu Akdeniz fosil yatakları üzerinden gündeme getirilip, araçsallaştırılan yeni sorunsal ise, egemenlik iddiasından kaynaklanan tahakküm ve tanınma tavrıdır.
Kıbrıs Cumhuriyeti bunu kendince Türkiye karşısında egemen siyasi varlık iddiası olarak ortaya koyarken, Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyetinin kendisini gözardı ederek bölgede yeni ittifaklar, pozisyonlar yaratma arayışına girmesi üzerinden ele alıyor.
Bu denklemden tarafların kazanacağı sonuçlar hiçbir şekilde çıkmayacağı gibi, gerilimin uzun vadeye yayılması dahi söz konusu olabilir.
Bizde de temsilcileri olan egemenlik hastalığına maruz kalmış bu zihniyet, bırakınız halkların güven içinde ilişki kurmasını, birlikte üretmesini, görüşmesini bile önlemiş 1974’den sonra 30 yıl boyunca insanlar arası teması engellemiştir. 1963-74 arası yaşananları saymıyorum bile.Burada da sorun gelip milliyetçi arzulara, tepkilere, çıkarlara kadar yayılıyor. Çünkü milliyetçi devlet siyasetinin sığındığı temeldir; egemenlik.
Tüm taraflar arasında güveni ve ortak kazanıma dayalı bir yapının parçası olma yolunda irade konmasını sağlayacak bir uluslararası konjonktürün olmaması ve Kıbrıs’ın Ortadoğululaştırılması günümüzde işleri ciddi anlamda zorlaştırıyor.
Bu bağlamda, kuzey Kıbrıs'ın Türkiye için BM ekseninden çıkıp, uluslararası hukukun dışında stratejik bir güvenlik alanı olarak değerlendirilmesi ; Kıbrıslı Rum milliyetçileri/seçkinleri için ise, Türkiye ile arasındaki coğrafik mesafe olarak değerlendirilmeye başlanması, varolan durumun yani statükonun zorla kabulüne dönük bir tehlikeye bizi savuruyor.
Çünkü her iki tercihte de Kıbrıslı Türk toplumunun varlığı ciddi anlamda tehdit altına giriyor.Bu noktada içinde bulunduğumuz olumsuz şartlarda yapılması gereken öncelikle toplumun varlığının, kimliğinin ve demokratik düzenin korunmasıdır.
Verili şartların zorluğu bizi BM parametreleri dışına savurmamalı, toplumsal bütünlüğe büyük hassasiyet gösterilmeli ve yukardaki ikilemin yaratacağı büyük yıkım idrak edilmelidir. Burada bir diğer tehlike de Kıbrıs sorununun, toplumun büyük sorunu olduğu gerçeğinden koparılarak, toplum gerçeğinden, gündeminden, pratiğinden soyutlanmasıdır. Bir varlık sorunu olduğundan hareketle, ekonomik ve sosyal sorunlarımızın özünde yatan bu temeli, bu gerçeği yok-muş gibi varsayarak, bunu kabullenerek yaşamaya alıştırılmak.
Ya da seçkinlerin çeşitli zamanlarda tartıştıkları özel bir konuya dönüştürülüp, bir kesimin özel ilgi alanına indirgenmesi sorunun önemini zayıflatan bir durumdur.
Bir konu toplumun gündeminden koptuğu, koparıldığı ölçüde önemini kaybetmeye mahkumdur. Oysa tam tersi yapılabilir, yapılmalıdır.
2020’ye bu düşüncelerle girdik.
Çökmüş bir ekonomik sistem, sürdürülemez kamu düzeni, siyasetsiz bir hükümet, anlamsız dış siyaset… Dikkate bile alınmayan bir devlet yapılanması. Toplumsuz bir devlet aygıtı…
Yeniden söyleyecek sözümüzün, yapacak işimizin olduğu bir ortam mevcut.
Bunu fark etmeliyiz.