C. Hakkı Zariç | Evrensel
İncinen ve boşluğu dolmayan bir şeyler var Kutlu Bey, adını ve anlamını aradıkça sızısı çoğalan şeyler. Olmayacak sandığımız neyse onun yıkımı, bu kadar da olmaz dediğimiz her an yenildiğimiz; yanıldığımız ve şiddetini artıran gerçekler.
İnsan gözlerine bakmak istiyor, insan kucaklamak, hal hatır sormak, yorgunluk kahvesi yapmak istiyor özlediğine. Şuradan buradan konuşmak istiyor insan, sıcaklardan şikayet etmek, doğal gaza gelen zamma ilenmek, çöpten k/atık toplayanların memleketinde utanıyor olmaktan bahsetmek istiyor. İnsanın kalbi acıyor Kutlu Bey, insan kalbiyle özlüyor.
Ama işte görün ki, özlediğimiz ne çok insanı toprağa emanet ettik. Işıklar içinde uyusun falan, fiyakalı yalanları biz yaşayanların. En son kiminle göz göze geldiniz Kutlu Bey, kimlerle göz göze geldiniz? Sokakta, namlunun size döndüğü anda, aklınızdan neler geçti, ne bileyim belki bağcığı çözülmüştü ayakkabınızın ona ilişti gözünüz. O gün birine iğneli bir laf etmiştiniz, o düştü aklınıza, üzüldünüz. Çalışma masasında okuduğunuz kitabın açık sayfası, yazmakta olduğunuz bir yazının son cümlesi… Bilmiyorum! Bunu en çok da namluyla göz göze gelenler bilmiyor olabilir. Bazen düşündüğü şeyler, o anda yaşadıklarıyla sınırlı değil insanın. Keşke o an bir sardunyanın kokusu çalınsa size, uzakta bir klasik arya duymuş olsanız, bir çocuğun kahkası gelse gözlerinize bakarken namlu.
Gözlerini öpmeye kıyamadığımız çocuklarımızın gözlerine toprak doldurmak zorunda kaldık ve bilyeleriyle gömdük onları Kutlu Bey.
Hasan Fehmi Bey’i Galata Köprüsü’nün üstünde vuranların torunları gelmiş olmalı mahallenize. Mahalleniz mi dedim? Ama önce ülkeniz demeliydim, değil mi? İşte biz buradan bakınca siz orada hep yavru vatan… Buradan bakınca hep arka mahallemiz gibi sizin ülkeniz. Ne diyeceğinize, nasıl yaşayacağınıza bizim karar verebileceğimizi ezber ettirmemiz lazım size buradan bakınca. Bundan belki de katlinize ferman.
Yıl 1962 Kutlu Bey, mart ayının 25’i. Lefkoşa’da Bayraktar Cami ve Ömerge Cami… Bu iki camiyi kim bombaladı Kutlu Bey, neden? İşte tarih orada saklı, defterler yazıyor, haberlerde adı geçiyor insanların, biz yaptık diyor bir paşa, biz bombaladık, adını veriyor… Sonuç? Gazetecilerin katline karar verenler, onları zaten hain ilan edenler değil mi? Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet iki dürüst gazeteci değil miydi sizin memlekette, bu bombalamanın milliyetçi bir güruh tarafından yapıldığını yazmadılar mı gazetelerinde? Bir arada yaşamanın neye mal olursa olsun kaçınılmazlığı vardı masada. Evinin akşamına dönerken vurdular Muzaffer Gürkan’ı. Ayhan Hikmet evinde, yatağında, eşinin yanında uyurken kurşunlandı. Katillerin uzakta olduğuna, bu cinayetlerin bir kıskançlık nedeniyle işlendiğine kim inanır?
Devlet için kurşun atmanın ve devlet için kurşun yemenin şeref olduğunu söylediler bize, gözlerimizin içine bakarak söylediler ama o zaman Sabahttin Ali hayatta değildi. Belki de oradan başlamalıydık bunları sormaya, katili aramaya oradan başlamalıydık. Mahkeme salonlarını o zaman doldurmalı ve cinayete tanık olduğumuzu hep birlikte haykırmalıydık yüzlerine.
İşte bakın Metin Göktepe’nin dövülerek, işkence edilerek öldürüldüğünü de kabul etmediler. Duvardan düşmüş, dediler… Mahkemesini o kentten o kente sürdüler. Gencecik bir gazetecinin katlini örtmek için ne kadar çok dirsek çürüttü devlet.
Katilden kahraman yaratmanın bütün yollarını biliyor devlet. O katili bağrına basmanın bütün ayrıntılarını hesaplıyor. Bir gelecek kurguluyor ona, kan ve barut kokusu umurunda değil. Bir binanın tuğlası gibi o katillerin her biri. Birini çeksen yıkılacak demeleri bundan, her tuğlanın altında başka bir cinayetin çıkacağını bildikleri için herhangi birini çekme olanakları yok. Bu nedenle müsterih olun Kutlu Bey, sizin katilinizi de tanıyoruz, elbette tanıyoruz.
Davalar, tutanaklar, mahkeme koridorları, tanık ifadeleri bunlar da bir yere kadar. Sonrası fırtına sonrası ve boşluk. Biz de sormaktan geri durmayacağız elbet. Namık Tarancı’yı kim vurdu diye soracağız kuşkusuz. Ape Musa’yı kim vurdu, o gencecik Ferhat Tepe’yi kim vurdu diye soracağız elbette. Cengiz Altun’u kim vurdu?
Bir çocuktan katil, bir katilden karaman yaratmak için mermiyi namluya sürenler vurmadı mı Hrant Dink’i? Hepimiz orada değil miydik, katili görmedik mi? Sizi vuranlar değil miydi Hrant’ı vuranlar? Ne dersiniz?
Zamanın yüzü yırtık Kutlu Bey, daha neler yazacaktınız kim bilir, neler diyecektiniz memleket üzre, barış üzre, bir arada yaşamak üzre… Bakmayın siz şimdi şaklabanların köşeleri tuttuğuna, Madımak’taki katliamda yitirdiğimiz onca insanı suçladıklarına, elinden kan damlayan şairlerin bu cinayetleri kutsadığına bakmayın. Yüzü güneşe dönük yaşadığımız sürece devlet karanlık dehlizlerde nem ve rutubetten beslenecek. Bizi tıkacaklar hapishanelerine. Bizden öç alacaklar. Bir devlet geleneğidir öç almak, sokak ortasında kurşunlamak, başını taşla ezmek.
Gözlerini öpmeye kıyamadığımız çocuklarımızın gözlerine toprak doldurmak zorunda kaldık ve bilyeleriyle gömdük onları Kutlu Bey.
Orada sokak ortasında kuruyan kanınızı kanla yıkadılar bunca zaman. Kutlu Bey, bir huzursuz zaman geçti sizden sonra, kutlu olmayan günler bir biriyle yarıştı. Kanı kanla yıkamaya devam etti devlet.
Siz orada çiçekler ve selviler altında Kutlu Bey, adanın bağımsızlığı için siz orada. Fikret Demirağ’a yakın bir yerde olmalısınız. Muhabbetiniz daim olsun. Düşene selam olsun.