Keti Kliridis’in “Kutuplaşmış bir dünyada ve bölünmüş Kıbrıs’ta köprüler kurmak” kitabı, barışa önemli bir katkı…
Ulus IRKAD
Sevgili arkadaşımız Keti Kliridis’in “Kutuplaşmış bir dünyada ve bölünmüş Kıbrıs’ta köprüler kurmak” başlıklı İngilizce olarak kaleme aldığı kitabı, barışa önemli bir katkı…
Öncelikle Keti, Kıbrıslı Liberal bir devlet adamı babanın, Hindistan’dan önemli politik yeri olan bir aileye mensup, BBC Radyosunda sunuculuk yapan bir annenin kızı, çok kültürlü bir aileden gelen bir aydın kadın. Babası Cumhurbaşkanı olmasına rağmen bu pozisyonunu büyüklenmek için kullanmamış, 30 yıldır tanıdığım, barış gruplarında önemli mücadeleler verip, Kıbrıs Sorunu’nun çözülmesi için uğraşmış bir arkadaşımız. Keti, son kitabı olan “Kutuplaşmış Bir Dünyada ve Bölünmüş Kıbrıs'ta, Köprüler Kurmak” başlıklı kitabında (İngilizce), bize barış, dünyadaki barış etkinlikleri ve Kıbrıs’taki barış mücadelesi tarihi ve barış için ne yapılması gerektiği üzerinde bilgiler vermektedir, Kıbrıs’ta barışın ve çözümün önemi ve Kıbrıs’a faydaları konularında bizleri aydınlatmaktadır.
LİBERAL BİR BABANIN KIZI OLMAK
Keti öncelikle Kıbrıs politikasında özeleştirilerini de yapıp Makarios’tan tutun, hatta kendisi de dahil birçok politikacının eleştirisini yapmış bir babanın kızı. Daha da öncesi İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman Nazileri tarafından esir olmuş, Stalag’da Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum vatandaşlarıyla beş yıl esirlik yapmış, Kıbrıslıtürk arkadaşlarını “Kardeşlerim” diye niteleyen ve de babası, Makarios’a karşı Cumhurbaşkanı olunca, babasından yana değil de Makarios’tan yana saf almış bir politikacı veya devlet adamı. Görüşmeci olarak rahmetli Denktaş’la en uyumlu toplumlararası müzakereleri yürütmüş. Türk Tezi “Federasyon”a Yunan ve Kıbrıslırum politikacılar arasında hoşgörülü yaklaşan belki de tek politikacıydı. Kliridis hakkında ne zaman “Liberal bir politikacıydı” diye yazdığımda devamlı tepki alıyorum. “Oysa Kıbrıs’ta Türk politikacılar arasında bile özeleştirisini yapan, Türk politikalarını ve yanlışlarını eleştiren politikacı ve lider tipi yok Kıbrıs tarihinde” dediğimde gerek sosyal medyada, gerekse toplumsal politik yaşamamızda buna tepki gösterip karşı çıkanlar hemen Kliridis’in Kıbrıslıtürk politikacıları 1965 yılında Kıbrıslırum politikacılarla birlikte meclise sokmadığı Olayı’nı dile getirirler. Mesela bu suçlamalar içerisinde Kliridis’e karşı Enosisci olduğu ve bundan vazgeçmediği konusunda suçlamalar da ardı ardına gelir.
KLİRİDİS VE ENOSİS
Niyazi Kızılyürek “Glafkos Kliridis-Tarihten Güncelliğe bir Kıbrıs Yolculuğu” adlı kitabının 9. sayfasında bu konuda şunları yazmıştır:
“Glafkos Kliridis bu yolculuk esnasında son derece açık ve yürekli davrandı ve Kıbrıs Rum toplumunu ilgilendiren konularda eleştirel bir tavır sergilemekten kaçınmadı. Örneğin, çok uzun yıllar Kıbrıs Rum toplumunun milli görüşü olan Enosis’in gerçekleşebilirliğinin hiçbir zaman tartışılamadığını, çünkü Enosis’in “kutsal bir dava” olarak algılandığını ve bu doğrultuda yapılacak en küçük bir sorgulamanın bile “vatan hainliği” sayıldığını ifade etti. Kıbrıs Rum siyasi kültüründe gerçekçiliğin değil, popülizmin ağır bastığını söyleyen Kliridis, Kıbrıs Rum toplumunun bağımsız bir Kıbrıs devleti kurulmasına hazır olmadığını, dolayısıyla 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra tepkisel bir tavır içine girdiğinin de altını çiziyor.” (Kızılyürek, 9-10, 2007)
“KIBRISLIRUMLAR HAYALPERESTTİ”
Kıbrıslıtürklerin meclisten kovulmasını ve Kıbrıslırumların enosisci politikalarını aynı kitapta eleştiren Kliridis, Kıbrıs Rum siyasi liderlerini hayalperestlikle suçlamaktadır. Tabi o da aynı liderler içerisindeydi ve bu kendisini de kapsamaktaydı (sf. 132). Bana göre yaptıkları hatalardan dolayı hiçbir Kıbrıslıtürk lider ortaya çıkıp bu kadar açık bir şekilde kendi kendilerini eleştirmemişti.
Makarios’un görüşmeleri akamete uğratmasını “Cyprus. My Deposition-Volume 3” (Kıbrıs-İfadem- Cilt 3) kitabında eleştirmekte ve şöyle demekteydi Kliridis:
"Batılı güçler, Kıbrıs Hükümeti'nin müzakerelerin başarılı olmasını içtenlikle istemediğine haklı veya haksız olarak zaman geçtikçe ikna oluyorlar. Müzakerelerin gidişatından Başpiskoposu sorumlu tutuyorlar ve bunu sürekli karamsarlıkla yorumluyorlar. Açıklamalar müzakereler için çabaları baltalıyor.” (Clerides, v.3, 20, 1990)
KETİ’YLE 1994 YILINDA KARŞILAŞMAMIZ
Keti Kliridis’i 1994 yılında başlayan iki toplumlu barış görüşmelerinde ve etkinliklerinde tanıdım. Zaman zaman Ledra Palace kapandığında o da bizim gibi ta Pile’ye kadar gelip oradaki görüşmelere katıldı. Alçak gönüllüydü ve muhakkak bir çözümün ve bir barışın olmasını istemekteydi.
“Çatışma çözümü atölyelerine katılımımdan aldığım belki de en büyük hediye, bölünmenin her iki tarafından insanlarla yaratılan ve bugüne kadar devam eden derin dostluklardır. Ek bir bonus olarak, atölye çalışmaları sayesinde projenin öncülerinden biri olan Kostas Şammas ile tanıştım ve dostluğumuz sonunda evliliğimize yol açtı.” (Clerides, 3, 2022)
BARIŞ EĞİTİMİ
Barış eğitiminin oldukça önemli olduğunu kitabında da vurgulayan Keti şunları savunmaktadır:
“Daha uyumlu toplumlarda yaşamak istiyorsak, çatışma çözümü ve arabuluculuk becerileri eğitimi her düzeyde eğitim sisteminin bir parçası olmalıdır.” (Clerides, 99, 2022)
SEVGÜL ULUDAĞ’A TAKDİR
“Bu yaklaşımın tek istisnası gazeteci ve barış aktivisti Sevgül Uludağ'ın Facebook sayfasında her iki toplumdaki gömütlerde her iki taraftan kayıplarla ilgili makale ve kitaplarını araştıran ve yayınlayan çalışmasıdır. Çalışmaları, her iki toplumdan da kayıp kişilerin gömüldüğü yerlerin bulunmasına yardımcı oldu. Çabalarında Kıbrıslı Rum gazeteci ve yayıncı Andreas Parashos tarafından desteklenmiştir.” (Clerides, 122, 2022)
KETİ HER ZAMAN İKİ TOPLUMLU BARIŞ ETKİNLİKLERİNE HEP TEMİZ KALBİ VE DE İÇİNDEKİ İNSAN SEVGİSİYLE KATILMIŞTIR
Keti’yi ve fikirlerini yazdığı kitabında aşağıdaki açıklaması çok iyi anlatmaktadır. Sevgili kadın arkadaşımıza kalben bizler de katılarak ona kitabında savunduklarını bir gün hepimiz için gerçekleşmesini, dileyerek ve de onu tebrik ederek yazımı bitiriyorum:
‘Şimdi geriye dönüp baktığımda, Türkçe öğrenmenin Kıbrıslı Türk arkadaşlarıma “Sana saygı duyuyorum, benim gözümde sen de benim kadar Kıbrıslısın. ... Sizleri Kıbrıs devletinin kurucu ortakları olarak kabul ediyorum ve adamızın geleceğine birlikte karar vereceğiz."diyorum…’
KAYNAKÇA
Kızılyürek, N. (2007) Glafkos Klerides-Tarihten Güncelliğe Bir Kıbrıs Yolculuğu,İletişim Yayınları, Lefkoşa.
Clerides, K (2022) Building Bridges-In a polarized World And Divided Cyprus, Heterotopia Publications, Cyprus.
Clerides, G, Cyprus (1990) My Deposition, Alithia Publishing, Nicosia,Cyprus.
*** GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR KİTAPLAR…
“Biz savaşı görmedik…”
Burak Soyer
Biz Savaşı Görmedik’teki dört öyküyü (anlatı da olabilir) uzun uzun deşelemeye gerek yok, zira yukarıdaki anlatıda Tümenbayev’in dediği gibi, “özneliğin” tek bir kişi üzerinde toplanmaması, zamanın yerinde sayması ve savaşın “artıkları” kitabın bel kemiğini oluşturur. Bununla bağlantılı olarak insan, doğa ve toplum bir “üçlü” haline gelir ve hikâyelerin merkezinde yer alır.
Dulat İysabekov 20 Aralık 1942’de Türkistan, Sayram’da doğmuş. Babası İysabek İkinci Dünya Savaşı’nda Stalingrad’da hayatını kaybetmiş. Dulat’ı annesi Kümiskül büyütmüş. İysabekov, Kazak Milli Üniversitesi Dil ve Edebiyat Fakültesi’ni bitirmiş. İlk öyküsü Jolda (“Yolda”) 1963 yılında yayınlanmış. Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Televizyon ve Radyo Komitesi’nde editörlük yapmış. Qazaq Sovyet Ansiklopedisi’ne uzman sıfatıyla yardımda bulunmuş. Judız dergisinde bölüm şefi, Jalın yayınevinde editör, Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı Repertuar Dairesi’nde şef editör olarak görev yapmış. 1988-1992 yılları arasında Kazak Televizyonu’nda müdür olarak çalışmış. 1992-1995 arasında Jazuwşi yayınevinin müdürlüğünü üstlenmiş. Bu süreçte Kazakistan Yazarlar Birliği’nin de genel sekreterliğini yürütmüş. Sonrasında Kazakistan Cumhuriyeti Kültür Bilimsel Araştırma Enstitüsü’nde müdürlük yapmış. Halen Madeniyet dergisinin yazı işleri müdürü olarak çalışıyor ve Kazak Milli Sanat Üniversitesi’nde tiyatro dersleri veriyor. Dulat İysabekov’un şu âna kadar Rusçaya, İngilizceye, Çekçeye, Macarcaya, Lehçeye ve İsveççeye çevrilen eserlerine Türkçe de eklendi. Yazarın Biz Savaşı Görmedik kitabı, Ketebe Yayınları etiketi, Aşur Özdemir çevirisiyle Türkiyeli okurlarla buluştu. Kitap, savaş sonrasında “harcı” insanla, insanın hem kendisiyle hem doğayla hem de kendi kendine yarattığı ama adını “yazgı” koyduğu “olanla ölene” karşı hissiyatıyla karılmış dört uzun hikâyeden oluşuyor.
Biz Savaşı Görmedik’i, kitabın hemen başında çağdaş Kazak edebiyatının en önemli isimlerinden Jaqsiliq Tümenbayev’in “önsöz” niyetine yazdığı “İnsani olanı insanca anlatmak” yazısındaki şu tespit üzerinden değerlendirmek doğru olacaktır diye düşünüyorum. Tümenbayev, İysabekov’un edebiyatına değindikten sonra Biz Savaşı Görmedik için ayrı bir parantez açtığı yazısında şöyle diyor:
“Sözü edilen hikâyelerin içinde ayrı bir yeri olan ise Biz Soğıstı Körgen Joqpız (Biz Savaşı Görmedik) anlatısıdır. Bunda öteki hikâyelerdeki gibi odak ve başkahraman yoktur demek yanlış olmaz. Odak kahraman bütün bir köy, zaman ve nihayet savaştır. Anlatıda büyüklü küçüklü, kadınlı erkekli bir öbek insanın savaş sırasındaki dirliği söz konusu edilir. Bu eserin bence en değerli özelliği zaman ruh haletinin alabildiğine gerçekçi ve alabildiğine somutça ortaya konması, savaş felaketinin gözle görünmeyen ancak ruhu acıtan sıkıntılarının ve ağırlığının çok güzel betimlenmesidir…”
Biz Savaşı Görmedik’teki dört öyküyü (anlatı da olabilir) uzun uzun deşelemeye gerek yok, zira yukarıdaki anlatıda Tümenbayev’in dediği gibi, “özneliğin” tek bir kişi üzerinde toplanmaması, zamanın yerinde sayması ve savaşın “artıkları” kitabın bel kemiğini oluşturur. Bununla bağlantılı olarak insan, doğa ve toplum bir “üçlü” haline gelir ve hikâyelerin merkezinde yer alır. Savaşın ardında, cepheye gidenleri, yine savaş “içerisinde” ama “künyeyle”, ama bir mektupla, ama olmayan bir bacakla bekleyen “umut” insana tekabül eder. Kurak ve çorak toprak doğanın insana bir duruşudur. Normalde “canlı” dönen her kişiye duyulan sevincin, dört kardeşin sağ salim dönmesiyle, hasete dönüşmesi ise yine insanın neden olduğu toplumun “kör kuyusu” haline dönüşür. Aç gözlü dev Omşa’nın akyavşa toplama zamanında başkalarının malını çalarak “Aksakal”ı dolandırması ama büyüklüğün af raconunu kullanan Aksakal’ın insaniyet namına o kürek elli Omşa’yı kalpsiz bir cüceye çevirmesi, hiç görmediği mezarcı babasının mesleğini onlarca sene aç biilaç gezerek devralan yaşı bilinmez adamın ölümünün “mesleği” yüzünden olması bizi İysabekov’la ilgili yazdıklarımızın başına, “harcın” insanla karılmasına geri götürür. O “harçtan” çıkan ve insan ruhunda zamanla ve doğayla iç içe geçen “hal” ise şartlar, koşullar ne olursa olsun insanın hiç bitmeyen varoluş savaşına dönüşür. Tıpkı Biz Savaşı Görmedik’te olduğu gibi…
(K24 – Burak SOYER – 2.2.2023)