Dün sabah Girne-Lefkoşa yolunda kilometrelerce uzayan kuyruğa takıldım.
Bir kaza olduğu belliydi.
Kuyruk kilometrelerce uzuyordu ama sürücüler ve arabaların içindeki yolcuların kuyruklardaki her zamanki tutumları bu kez farklıydı…
Çember veya kavşaklarda değil, şehirlerarası yolda uzayan bir kuyruğun akıllara ilk getirdiği şey bir kaza olduğuydu ve ‘tepki’ duygusu hiç kimsenin kafasında yer almıyordu.
***
Olduğum yerden kuyruğun ucu görülmüyordu…
Ne olduğu henüz belli değildi ama az sonra ambulans ve polis arabalarının siren sesleri ardı ardına gelmeye başlayınca bir kazanın olduğu da belli oluyordu.
Kaza yerine ulaşmam mümkün değildi.
Arabayı olduğum yere park etmem, gazetecilik mesleğini yapabilmem imkânsız gibiydi.
Hoş, bunu yapmak ister miydim, ondan da şüpheliyim…
Neyle karşılaşacağınız belli değildi.
Kuyrukta bekleyenler de benim gibi düşünüyorlar, yolun içine taşan ve cep telefonlarında konuşanlar bu soruyu soruyor, yakınlarından haber almaya çalışıyorlardı.
“Benden önce çıkmışlardı, arkadaşlarla buluşacaktık. Merak ediyorum, onlar olabilir mi acaba?” diye telefonun ucundakiyle konuşmaya çalışıyor, yanıt bulmak istiyordu kafasındaki sorulara…
Bu arada bir ambulans daha geliyor, kuyruktaki arabalar yan taraftan yer açmaya çalışıyorlar… Ambulans geçiyor, ardından polis arabası geliyor… O da iki şerit halinde duran arabaların ortasından yer istiyor kendine… Ona da yer veriliyor…
Ardından bir siren sesi daha geliyor… Ya ambulans, ya da polis aracıdır diye yer verirken arabalar, bakıyoruz ki asker geçiyor… Makam aracında üç yıldız var. Arkasında iki-üç tane Mercedes… Onlar da komutanın konvoyunda mıydı yoksa fırsatçılar mıydı anlaşılmadı!...
***
Uzun bir bekleyişten sonra kuyruk yavaş yavaş yürümeye başladı. Kaza yerine geldiğimizde manzara korkunçtu.
Kötü bir sonucun olduğu belliydi.
Zaten biraz sonra haber geldi; İkisi ağır, dört kişi yaralanmıştı.
Birkaç saat sonra ağır yaralı gençlerden, günahsız Hilmi Çelebioğlu’nun kurtarılamadığı haberi…
Yola çıkarken bir arabanın gelip üzerine çıkacağı ve o günün, kısa yaşamının son günü olduğunu nasıl bilebilirdi! Yakınları bu kadere! nasıl bakardı, nasıl isyan ederlerdi! neler yaşarlardı!
Kötü, kötü, kötü…
Düşünmek istemiyor, o günü geri almak istiyorum.
İmkânsızı arıyorum, imkânsızın mümkün olmadığını unutarak…
Bir kötü gün daha…
Giden, genç bir can daha ve o candan mahrum kalanlar…
Yoksa imkânsızı imkânlı kılmak mümkün mü!
Umarım bugüne kötü haberler çoğalmaz.