Ali Dayıoğlu
aldayfen@hotmail.com
Hrant Dink Vakfının yürütmekte olduğu “Medyada Nefret Söyleminin İzlenmesi” çalışması çerçevesinde hazırlanan ve Ocak-Nisan 2014 dönemini kapsayan medya izleme raporu yaklaşık 1,5 ay kadar önce yayınlandı. Raporla ilgili dikkat çeken husus, Türkiye’dekinin yanı sıra Kuzey Kıbrıs’taki yazılı basının da mercek altına alınmasıydı. İki bölümden oluşan raporun İdil Engindeniz Şahan tarafından hazırlanan birinci bölümünde, haber ve köşe yazılarında dinî ve etnik grupları hedef alan nefret söylemi incelendi. İnceleme yapılırken, nefret söyleminin kapsamıyla ilgili olarak Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 1997’de kabul ettiği tavsiye kararı referans alındı. Kararda nefret söylemi şöyle tanımlanmıştı: “‘Nefret Söylemi’ kavramı; ırkçı nefreti, yabancı düşmanlığını, Yahudi düşmanlığını veya azınlıklara, göçmenlere ve göçmen kökenli insanlara yönelik saldırgan ulusalcılık ve etnik merkezcilik, ayrımcılık ve düşmanlık şeklinde ifadesini bulan, dinsel hoşgörüsüzlük dahil olmak üzere hoşgörüsüzlüğe dayalı başka nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan veya meşrulaştıran her tür ifade biçimini kapsayacak şekilde anlaşılacaktır” (Hrant Dink Vakfı, “Medyada Nefret Söylemi ve Ayrımcı Dil”, s. 3, http://nefretsoylemi.org/rapor/HDV_ocak-nisan2014_rapor.pdf, 24.08.2014).
Raporda, bu tanıma giren 188 haber ve köşe yazısı saptandıktan sonra bunlar dört ana kategoriye ayrıldılar: 1) Abartma/Yükleme/Çarpıtma: Bir kişi ya da olaydan hareketle oluşturulan ve bir topluluğa yönelik olumsuz genellemeler, çarpıtmalar, abartmalar, atıflar içeren söylemler (örneğin, ‘Türkiye çan sesine boğuldu’ ifadesinin kullanılması); 2) Küfür/Hakaret/Aşağılama: Bir topluluk hakkında doğrudan küfür, aşağılama, hakaret içeren söylemler (örneğin, ‘kalleş’, ‘köpek’ vs. denilmesi); 3) Düşmanlık/Savaş Söylemi: Bir topluluk hakkında düşmanca, savaşı çağrıştıran ifadelerin yer aldığı söylemler (örneğin ‘Gâvur zulmü’ ifadesinin kullanılması); 4) Doğal Kimlik Öğesini Nefret/Aşağılama Unsuru Olarak Kullanma/Simgeleştirme: Objektif kimliğin nefret, aşağılama unsuru olarak kullanıldığı, simgeleştirildiği söylemler (örneğin olumsuz anlamda ‘senin annen Ermeni zaten’ denilmesi) (Kategoriler için bkz. aynı rapor, s. 4).
Bu kategoriler altında toplanan haber ve köşe yazılarında en fazla Ermeniler nefret söylemine maruz kalırken, bu grubu Yahudiler, Hıristiyanlar ve Rumlar izledi. Kıbrıs gazetelerinde ise daha farklı bir tablo ortaya çıktı. Tahmin edilebileceği üzere ülkemiz gazetelerinde nefret söyleminin başlıca hedefi Rumlar oldu. Meseleyi rakamlara dökersek, Türkiye ve Kıbrıs gazetelerinde nefret söylemi içeren 188 haber ve köşe yazısından 21 tanesi Rumlarla ilgiliyken, bunların 9 tanesi ülkemiz gazetelerinde yer aldı. Yalnız, bu yazılardan 4 tanesinin Halkın Sesi gazetesindeki “50 Yıl Önce Bugün” köşesinde yayınlandığını belirtmek gerekmektedir. Kıbrıs gazetelerinde nefret söylemi içerdiği saptanan bir yazı ise İngilizlere yönelikti. “50 Yıl Önce Bugün” köşesinde yayınlanan yazılar dışarıda tutulursa, nefret söylemi içerdiği saptanan yazılar, bunların yazarları ve ayrıldıkları kategoriler şu şekildeydi (aynı rapor, s. 22-23 ve 28):
* Raporda bu yazı Düşmanlık/Savaş Söylemi kategorisi içerisinde değerlendirilmekle birlikte, yazının Küfür/Hakaret/Aşağılama da içerdiğini söylemek mümkündür.
** Raporda Eşref Çetinel’in bu yazısı Düşmanlık/Savaş Söylemi kategorisinde değerlendirilmekle birlikte, yazı, ayrıca, Küfür/Hakaret/Aşağılama kategorisi içerisinde de ele alınabilir.
*** Raporda, Eşref Çetinel’in söz konusu yazısı Küfür/Hakaret/Aşağılama kategorisi dahilinde ele alınmakla birlikte, yazıyı ayrıca Düşmanlık/Savaş Söylemi kategorisine de sokmak mümkündür.
Nefret söylemi içerdiği saptamasında bulunulan söz konusu yazılarda şu ifadeler geçmektedir (yazılardan kesitler, imla hataları düzeltilmeden orijinaline sadık kalınarak verilmiştir):
1) “Tipik Bir İngiliz Kalleşliği”, Halkın Sesi, 22 Ocak 2014: “KKTC Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı Emekli Astsubaylar Derneği Başkanı Esen Ömürlü, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile İngiltere arasında imzalanan İngiliz üs bölgeleri içerisindeki arazi ve taşınmaz mallarla ilgili anlaşmayı kınadı. Ömürlü bu girişimi… tipik bir İngiliz Kalleşliği olarak değerlendirdiklerini belirtti”.
2) Hüseyin Laptalı, “Sen Sağ Ben Selamet, Sen Yoluna Ben Yoluma…”, Volkan, 27 Ocak 2014: “Biz öncesini boş verip tarihi 1 Nisan 1955 EOKA terör örgütü’nün kuruluş gününden başlatsak bile, bu günlere gelinceye kadar Ada’da yeteri kadar gavur eziyeti çekmişizdir…”
3) Hakan Yozcu, “‘Bir Gün Belki’ Üzerine 1”, Haberal Kıbrıslı, 6 Şubat 2014: İsmail Bozkurt’un “Bir Gün Belki” isimli romanını değerlendiren yazar, yazısının son paragrafında şu cümleleri kullanmıştır: “Oysa Türklerde, Rumlara karşı bu kin, bu düşmanlık yoktur. Onlara göre Rumlarla da barış içerisinde yaşanabilir. Yeter ki art niyet olmasın. Ama bu art niyet her defasında Hristo [Romanın ana karakterlerinden biri] gibi kötü düşünenler tarafından ortaya çıkar. Ve genelde de bütün Rumlarda bu anlayış hâkimdir”.
4) Eşref Çetinel, “Anladınız mı Rum Halkının Ne Kadar Barışçı ve Çözüm Yanlısı Olduğunu?”, Havadis, 28 Mart 2014: “‘Biz ve Onlar’ demekten, ‘tarihi düşmanlık genlerinde var’ demekten, ada egemenliğini ellerine geçirene kadar ellerinden gelen melaneti yapacaklardır demekten, sağcısı solcusu ‘Türk’ dendi miydi tek bir intikam duygusunda birleşiyorlar demekten… Ve kısaca bunları söylerken her vesile ile haklı çıkmaktan bıktık usandık!”… “Buna karşılık ancak Güney’e taşınıp araya sınır çektikten sonra ‘düşmanlıkları ile cinayetlerinden’ kurtulabildiğimiz Rum’un aramızdaki kayırıcılarının..” “… Kapılar açıldıktan hemen sonra Güney’den gelen bir Rum ciranın…” Burada trajikomik olan taraf, bu cümlelerin ve benzerlerinin ardından yazarın, “Hayır faşist söylem içinde değiliz” ifadesini kullanmasıdır.
5) Eşref Çetinel, “Kısaca Takıldığımız: (Barışı İsteyen de Koruyan da Türk Tarafıdır)”, Havadis, 7 Nisan 2014: “24 Nisan geliyor ve ABD’de Ermeni lobisinin kanı yine bitleniyor… “Bu adada kimdir barıştan yana? Buna karşılık bir daha soruyorum: Barış ve çözüm için kurduğu devlete bile sahip çıkmaktan vaz geçen Türk halkına karşılık, Rum halkı yıllarca Türklere yönelik saldırıları ile kan kusturur cenosit hareketleri ile Türkleri kıyım kıyım kıyıp, toplu mezarlara gömerken , hangi günahının faturasını ödedi?...”
6) Ahmet M. Kerim, “Rum Gibi…”, Vatan, 7 Nisan 2014: Yazar, Derviş Ali Kavazoğlu ve Kostas Misaulides için düzenlenen anma etkinliğiyle ilgili olarak kaleme aldığı köşe yazısında Kavazoğlu’nun mücadelesini eleştirip küçümsedikten sonra, Misaulides’in kızı ile yapılan bir röportajdan alıntılar yapmıştır. Yazar, röportajdan hareketle toplumlararası çatışmaların patlak verdiği 1963’ten sonra Rum bölgesinde yaşamayı tercih eden Kavazoğlu’nun ‘Alekos’ ismini aldığını söyleyerek, “Görülen gerçek o ki; Kavazoğlu, Rum halkı arasında Türk gibi yaşayamadı. Türk düşmanlığı yüzünden Rum gibi yaşamak zorunda kaldı. Fakat, onu bile yaşayamadı. Türk soyundan gelmesi başına bela oldu” ifadelerini kullanmıştır.
Görüldüğü gibi, yukarıda alıntılanan yazıların ortak özelliğini, geçmişte yaşananların sorumluluğunu olayların faillerine değil, İngiliz ve Rum toplumlarının geneli üzerine yıkmaları oluşturmaktadır. Böylece suçlu-suçsuz ayrımı yapılmadan söz konusu toplumların her kesimi peşinen suçlu ilan edilmekte, bu toplumlara mensup kişilerden binbir türlü “melanetin” her zaman gelebileceği uyarısı yapılmaktadır. Küfür, hakaret ve aşağılamalar da benzer şekilde kullanılmakta, adı geçen toplumlar aşağılayıcı ifadelerle özdeşleştirilmektedirler. Diğer yandan, “Rum cira” gibi ifadeler de küfür, hakaret ve aşağılamalar içeren cinsiyetçi bir bakış açısını ortaya koymaktadır. Bu şekilde Rum kadınlar, Rum toplumuna mensup olmanın dışında ikinci bir hakarete uğramaktadırlar. Durum böyle iken, Hüseyin Laptalı’nın yukarıda aktarılan yazısında geçen şu ifadeler ‘namus’ kavramıyla ilgili olarak Kıbrıslı Türklere yönelik bakış açısını çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır: “1963’de 120 bin olan Kıbrıs Türk nüfusu 20 Temmuz 1974’te 70-80 bin kadar kalmıştı. Çünkü bu tarih kesitinde sanki Türkler hiç gerdeğe girmemişler, çocuk yapmamışlar bilakis sağ kalma mücadelelerinde sadece izzetinefislerini, özlerine olan saygılarını korumuşlardı…”
Böylece, Kıbrıslı Türklerin bir bütün olarak iyi, dürüst, namuslu ve barışsever oldukları, buna karşılık özellikle bütün Rumların bu niteliklere haiz olmadıkları şeklinde bir tablo karşımıza çıkmaktadır. Bu söylemlerin nedenlerini milliyetçiliğin duygu ve ideoloji boyutlarını anlatarak açıklayabilmek ve yukarıdaki yazıları kaleme alanların ideolojileri çerçevesinde söz konusu ifadeleri kullandıklarını söylemek mümkün olmakla birlikte, “Barış Gazeteciliği” ilkelerinin yavaş da olsa hayat bulmaya başladığı günümüzde bu ifadelerin kullanılması her şeye rağmen üzücüdür. Bu noktada benzer ifadelerin, hatta daha ağırlarının, kimi Rum gazetelerince Kıbrıslı Türkler için kullanıldığı savunulabilir. Bu doğrudur ama, “o yapıyorsa ben de yaparım” şeklinde “göze göz, dişe diş” düşüncesiyle hareket etmemek, kalıcı bir barış ortamı için herkesin kendi sorumluluğunu üstlenerek hareket etmesi unutmamak gerekir. Aksi takdirde Kıbrıs’ta yaşayan toplumların mensupları daha çok uzun yıllar elleri tetikte beklemeye devam edeceklerdir.