*** Karmi’den “kayıp” Aristoteles Hacıkosta’nın eniştesi Aristodimos Hacıyeorgiu anlatıyor...
Laçça’da bir göçmen evinde...
Karmi’den “kayıp” Aristoteles Hacıkosta’nın kızkardeşi 98 yaşındaki Eftalya Hanım’ı, Eylence yaşlılar bakımevinde ziyaret ettikten sonra Eftalya Hanım’ın oğlu Nikos Çurtis’le birlikte Laçça’ya (Rumcası Latsia) gidiyoruz...
Laçça, Lefkoşa’nın hemen dışında, Strovulos’a yakın küçücük bir köydü bir zamanlar... 1974 sonrası büyük göçmen akını ardından, bu köycüğe göçmen evleri inşa edildi ve Laçça büyüyerek genişledi...
Laçça’da yeni devlet hastanesi, Kıbrıs Üniversitesi ve GSP Stadyumu bulunuyor... Laçça’da ayrıca Kıbrıslıtürkler’in çok iyi bildiği “The Mall” var...
Nüfusu çoktan 12 bini aşmış olan Laçça’da üç büyük göçmen yerleşkesi bulunuyor...
Biz, “kayıp” Aristoteles Hacıkosta’nın kızkardeşi Eleni ile eniştesi Aristodimos Hacıyeorgiu’yu ziyaret etmek için Laçça’dayız...
Küçücük bir göçmen evciğinde yaşıyorlar... Bir zamanlar Karmi’nin en zengin, en varlıklı ailelerinden biri olan Hacıkosta ailesi mensubu Eleni Hanım’ın yalnızca kardeşi Aristoteles değil, oğlu da “kayıp” imiş. Oğlu 1974’te “kayıp” olmuş, savaş sırasında...
Bu yüzden belki evdeki hemen her odada küçük ikonalar ve duvara asılı tesbihlerle fotoğraflar görüyorum... Mutfakta bile bunlar var...
Bu yoksul evcikte, Eleni Hanım savaşın vurduğu darbeyi belki de böyle atlatmaya çalışmış... Belki günlerce, aylarca, yıllarca sevgili oğlunun belki bir gün dönebileceğini beklemiş... Konuşmuyor, yalnızca bakıp gülümsüyor... Şimdi artık büyük bir sessizliğe gömülmüş gibi duruyor... Siyahlar giyiyor... Duvarda evlilik fotoğrafını görüyorum, orada ne kadar güzel, ne kadar umut doluydu... Bu topraklarda her on yılda bir gelen çatışmalar binlerce insanın yaşamını darmaduman etti – 1955’leri, 1958’leri, 1963’leri, 1974’leri düşündüğümüz zaman, son 50 yılda çatışmalardan etkilenmeyen insan kalmamış gibi... 1958’lerden başlayarak hem Kıbrıslıtürkler, hem Kıbrıslırumlar göçmenliğe adım atarak evlerini, yerlerini, doğup büyüdükleri köylerini yitirmişler... Pek çoğu göçmen olurken tek bir fotoğraf alamadan gitmek zorunda kalmış... Ne ninelerinin dokuduğu çarşaflar, ne sevgiyle işlenmiş danteller, ne evlatları için o yıllarda biriktirdikleri cehizler... Ne perdeler, ne halılar, ne masalar, ne sandalyeler, ne yataklar, ne yorganlar... Yastık yüzleri kalmış geride, çiçek işlemeli, dantel masa örtüleri, çatallar, bıçaklar, tabaklar, fincanlar... İster Kıbrıslıtürk, ister Kıbrıslırum, ister Kıbrıslıermeni, ister Kıbrıslımaronit olsunlar, insanlar gündelik yaşamlarında kullandıkları, değer verdikleri, belki sıradan, belki çok değerli eşyalarını, mücevherlerini, paralarını, fotoğraflarını alamadan bir gecede göçüp gitmek zorunda bırakılmışlar... Göçmenlik hayata sıfırın da gerisinden başlamak, bir iki bardak, bir plastik tabak, bir çinko çanak, iki piron için çok çalışıp çok çabalamayı gerektirmiş...
Çoğu zaman göçmenlik, uzunca bir süre çadırlarda, mandralarda, kiralık bir göz odacıkta, uzak akrabaların yanında birer sığıntı gibi, eğreti, kafesteki kuşlar gibi bir oradan bir oraya sürüklenmek, sefillik ve yoksulluktan başka bir şey olmamış. Acıkan, ağlayan, hastalanan çocuklara birer bardak sıcak süt bulmak, karıncıklarını doyurmak, üşüyen, titreyen yavrucuklarını örtecek bir yorgan, bir sıcak battaniye bulabilmek için uğraşmak, didinmek insanlarımızın ömürlerinden yıllar alıp götürmüş... Göçmen çocukları hiç bilmedikleri başka bir coğrafyada, belki de fukaralıklarından ötürü başkalarının kendilerini aşağı gördüğü yerlerde, hiç tanımadıkları ama göçmen olmayan çocuklarla bir arada bulmuşlar... Okula devam etmek başlı başına bir sorun olmuş, kitapları, defterleri, kalemleri, silgileri almak, bir okul çantası bulmak, derslerde anlatılanları takip etmek... Arkadaşım, “kayıp” çocuğu Hristina, her birkaç ayda bir başka bir akrabasının yanında, bir göçmen çocuğu olarak o okuldan bu okula sürüklenip duruşunu anlatmıştı bana, her yeni okulda, herşeye yeniden başlamak gerektiğini... Göçmenlik, tüm insanlarımızı, Kıbrıslıtürkler’i de, Kıbrıslırumlar’ı da, Ermeniler’i de, Maronitler’i de derinden etkilemiş, sarsmış, çok değerli yıllarını ellerinden çalarak, yüreklerinde kapanması çok zor olan yaralar açmış ve bir ömür böyle geçip gitmiş...
İşte bu yoksul göçmen evciğini herkesin görmesini, buradaki havayı solumalarını isterdim... Çoğu zaman bazı Kıbrıslıtürkler, Kıbrıslırumlar’ın da göçmen olduğunu görmezden gelerek 1963’te Kıbrıslıtürkler’in göçmen olmuş olmasını bir “savunma” noktası gibi ortaya koymaya çalışırlar. Oysa göçmenlik her yerde aynı: ister 1958, ister 1963, ister 1974 olsun, bu toprağın insanları hangi etnik kökenden gelirlerse gelsinler, göçmenlik denen acıyı derinden yaşamışlar... Her iki tarafta da “göçmen evleri” inşa edilmiş, her iki tarafta da, en yoksul kesim her zaman göçmenler olmuş, özellikle yaşlılar, en kötü durumda olanlar...
Karmili bu göçmen aileyle işte Laçça’daki bu küçücük göçmen evinde oturuyorum. Eleni Hanım bize birer kahve yapıyor, su getiriyor... Evin giriş kapısındaki talvara yaseminler sarılmış... Burada, Karmi’den uzaklarda kimbilir kaç akşam, köyünün kokusunu hatırlamıştır... Kimbilir kaç akşam St. Hilarion tepelerinde “kayıp” edilen kardeşini, Girne yöresinde “kayıp” edilen sevgili oğlucuğunu düşünüp ağlamıştır...
Eleni Hanım’ın eşi Aristodimos Hacıyeorgiu’yla röportajımızı yarın yayımlayacağız...