Ben kuzey denizini pek sevmedim. Girne bölgesinde kumluk sahil bulmak, özgürce bu sahillerde yüzmek, mumla aranır nitelikte. Ya güzelim koylar ve kumluk yerler otellere peşkeş çekilmiştir ya da kuzey sahilini bir boydan diğerine katedip kumluk bir koy bulmaya çalışmalısınız. Alagadi dışında ücretsiz girebildiğiniz bir yer, bu yakınlarda yok sanırım. Bundan dolayı bazan, biraz uzak olsa da Mağusa’nın Yeni İskele sahilleri, Mehmetçik-Bafra’ya kadar sırf kumluk bir zemine sahip olduğu için yüzmek adına bu yolları katetmek zorunda kalıyor insan.
Biz Leymosunluların (Limasolluların) “Lady's Mile”ı her daim gönlümüzde bir “buruk acı” gibi kaldı 1974 sonrası. Hani “Buruk Acı” dedim de yine Leymosun’daki Taksim Sineması geldi aklıma, Yeşilçam’ın filmleri ve onlara eşlik eden müzikleri.
Sosyal paylaşım sitesi Facebook’ta sn. Erdal Eryener, “Lady's Mile-1960” ismini verdiği fotoğrafı paylaşınca, aklıma o günler geldi yine. Arabalarımızla neredeyse denize girebilecek bir mesafeye kadar gitmek, şemsiyelerimizi açmak, bir yanı arabaya bir yanı da direkler üstüne gerilen çadırımsı korunaklar yaratmak, sandüviçlerimizi hazırlamak ve metrelerce deniz içerisinde ilerlememize rağmen hâlâ bu masmavi suyun dizlerimize kadar gelmesi...
İlk yüzmeyi öğrendiğim bu yerde deniz kabuğu toplamak hatta canlı olarak onları deniz maskesiyle kumların altından çıkarıp eve getirmek, gelenek halindeydi.
Hani “deniz maskesi” dedim de aklıma o yılların maskesi geliverdi şimdi.
Tüm yüzümüzü içine alan, tepemizde ya bir ya da ikili bir nefes borusu olan maskeler. Öyle burnunuza kadar kapalı ve ağzınızda şnorkel filan yoktu o zamanlar. Tüm deniz altını tek bir boyutta görebiliyordunuz. Şimdi buna benzer yeni modern deniz maskelerinin üretildiğini de görmekteyiz.
Fotoğrafa bakınca, insanların ne kadar bir biriyle ilişkilerinin “düzgün” olduğunu, birbirlerinden uzağa park etmek için araçlarına yer aramadıklarından anlıyor insan.
Hani bir fotoğraf dersiniz de, fotoğraflar aslında çok şey anlatır, bakmasını ve incelemesini biliyorsanız.
Çocuklarınızı kontrol etmek de daha kolaydı böylesi deniz sefalarında.
Arada bir üstümüzden İngiliz’in deniz kurtarma helikopteri geçer, el sallardık. Biliyorsunuz, Lady's Mile, İngiliz üssüne de bitişik neredeyse.
Bir de hatırladığım, yolun üst kısmında ki yalın ayak yürüdüğümüzde, tuzdan katılaşan kumun çatırdısıyla birlikte ayaklarımız da yanardı, burda model uçak uçururdu İngilizler. Onları izlemek de bir zevkti.
Hatırımda kalan, betondan bir kafenin olmasıydı. Böyle içi loştu ve oradan kızarmış pataes de alırdık, canımız çektiğince.
Dondurma arabalarının müzikleri de hâlâ kulağımda. Zaten başka da müzik sesi duyma durumunuz yoktu bugünkü plajların diskoteğe dönüşmüş şekli gibi.
Bir sakinlik vardı ve denizin dalga sesini duymaktan öte bir ninni yoktu kulaklarımızda.
Bazan Lady's Mile’e dedemin teknesiyle, ailece gelir demir atardık. Tekne, o yıllarda limana yanaşamayan yolcu gemilerinden yolcuları limana taşımak için tasarlanmış büyük ahşap motorlu teknelerdendi. Dedem bu teknelerin özellikle motorlarından da sorumluydu. Bundan dolayı Rumlar dedeme hitap ederken “Mastro Ali” diyorlardı.
İşte böylesi tekne günlerinde demir atar, evde pişirilen dolmalar, yemekler, karpuzlar bir güzel teknede yenir ve denize atlardık.
Tüm bunları bir fotoğraftan yola çıkarak hatırlamak hem hüzün verici hem de mutluluk. Ve her daim merak etmişimdir; 1974 olmasaydı acaba bizler Limasol’da nasıl bir yaşam sürecektik diye...