Lanetlemek, kodlamak, dışlamak, linç etmek ya da bunun tersine idolleştirmek, mitleştirmek, göklere çıkarmak… Bu iki farklı kategori hızla birbirine dönüşebiliyor ya da birine ait olanlar bir başka grup tarafından ötekine ait sayılıyor. Birinin lanetlisi ötekinin kahramanı yani. Birinin sürüngeni ötekinin göksel katlara ait tanrısı ya da tanrıçası. Denge ise her an bozulabilir. Alkışlar yuhalamalara, yuhalamalar alkışlara dönüşebilir bir anda. Göklere çıkarılan, tapınılan sevgililerin birden can düşmanı oluvermesi gibi bu… Bazen tek bir söz, hatta bir yalan haber, yanlış anlaşılma ya da eksik bilgi neden olabilir buna. Fiziksel anlamda ne kadar kırılgan olduğumuzu bir virüs sayesinde yeniden hatırladık, peki ya ruhsal kırılganlıklarımız? Ruhları körelten pek çok virüs dolanıyor ortalıkta ve ayırdında bile değiliz onların.
Tut ki gerçekten yanlış yaptık bir konuda… Bir an bir şey söyledik ve sonra fark ettik bir başka açıdan bakıldığında pek de adil olmadığını yargımızın. Geriye dönme şansımız yok artık. Büyük bir hızla, bir telefon oyununda olduğu gibi biçim değiştirerek yayılıyor ağızdan bir kere çıkan. Bazen de çok hak etmediğimiz halde göklere çıkarılıyoruz. Kendimiz biliyoruz ama yaptığımızın aslında o kadar da matah bir şey olmadığını.
Bu lanet-taltif oyunu öylesine güçlü ki bir süre sonra korkusu yönetmeye başlıyor insanı. Lanetleneni savunmak isteyenler aynı muameleden korktukları için geri çekiliyorlar; taltif edilenin kofluğundan ya da taklitçiliğinden söz etsen kıskandı diyecekler. Ayrıca lanet ve taltif koroları öylesine güçlü ki itirazımız cılız kalıyor onların yanında.
Dünya hep böyle olmuş aslında. Tarihe doğru baktığımızda da kahramanlar ve lanetliler konusunda hiç de adil olunmadığını görebiliriz. Birini eleştirmeye kalkışsak ya da bir başkasını övsek lanet-taltif korolarının üstümüze doğru yürümesi içten bile değil.
Hakikatin peşine düşmüş titiz araştırmacılar var elbette. Bize bazı kanıtlar sunuyorlar ama bir kantı ne kadar kanıt o da tartışılır. Bu alanın en dürüstleri bize vardıkları sonuçlar dayatmak yerine sadece anlatanlar, katılıp katılmamayı öz değerlendirmemize bırakanlar, kuşkuya pay açanlar…
Lanetlenenler ve taltif edilenler bahsinde nerede yer aldığımız belirliyor artık aidiyetimizi.
Eskiden de oluyordu bunlar. Çocukluğumda hatırlıyorum şehirde hızla yayılan dedikoduları. Öylesine çarpıcılar ki hiç unutmamışım onları.
Kendi kabuğuma çekilmek, yalnızlaşmaktı kendimi bu lanet-taltif korolarından koruma girişimimin sonucu. Yaşadığım kırılmalar yazıya sığınmamı sağladı daha çok da. Yazarak insanın gerçek kendini tarihe bırakması bir oranda mümkün çünkü. Bu konuda da bazı pürüzler var tabii; ne kadar anlatsak da anlatılmayan çok şey kalacaktır ve bir küçük ayrıntın resmi değiştirebilmesi mümkündür.
Her insanın hataları vardır ama bir insanın hayata hoş ya da kötü bir seda bırakması onun kişiliğinin temel taşlarını oluşturan bazı karakteristik özelliklerle açıklanabilir. Bir empatın bazı özel durumlarda narsisime savrulduğu da olur ama sonuçta bir empat olarak kavrarız onu. Merhametli bir insan bilerek ya da bilmeyerek bir zulme katkı koyabilir, uysal atın tekmesini de deneyimleriz hayatta. Bazen birisinden hiç beklemediğimiz bir davranışla karşılaşırız ya bunu analiz etsek neler çıkmaz ki altından. En zor zanaattır insan olmak. Edebiyat bu yüzden böylesine değerlidir zaten. İnsan olmanın bütün inceliklerini anlamaya doğru yol aldığı için.
Keşke her şeyi anlatabilse insan diye düşünürüm bazen. Bir zamanlar denemiştim bunu. Kimseye tavsiye etmem. Bir kurgu içinde bile anlatılan insanın kendine ya da yakınlarındakilere ait bazı deneyimler düşmanların elinde bir koz olabiliyor. Bazen de anlatılan çok özel bir deneyim benzerini yaşamış bir başkası için sağaltıcı oluyor oysa. Başkaları benzer şeyler yaşadığını aktarmadığı sürece kendimizi dünyanın en talihsiz en tuhaf mahluku sanabiliyoruz çünkü…
Bu izolasyon sürecinde pek çok dileğimiz gerçekleşti aslına bakılırsa. Bazı çocuklar anne babalarıyla daha çok vakit geçirmeyi, kimileri evde kalıp dinlenebilmeyi, yarım kalmış romanını bitirebilmeyi, stres veren bir toplantının iptalini, her gün görmek zorunda olduğu bir iş arkadaşının yüzünü görmemeyi filan dilemiştir mutlaka. Yani eve kapanırken dışarda bıraktığımız çok da şahane bir sosyal hayat değildi bir düşünürsek.
Dışarıya çıkmamızı engelleyen salgından daha bile tehlikeli şeyler var aslında toplum denen vahşi ormanda. Ruhumuzu işgal eden bazı virüsler, lanet-taltif korolarının gürültüsü var. Bu şimdilerde sosyal medyada yerini bulmuş. İçerisinin de çok fazla dışarısı olduğu bir dünya artık yaşadığımız.