Kayıplar Komitesi’nin Lapta Balıkçı Barınağı yakınlarındaki bir arazide başlattığı kazıda bir kayıptan geride kalanlara ulaşıldığı öğrenildi. Kazı alanını dün Kayıplar Komitesi yetkilileri Hakkı Müftüzade ile Leonidas Pandelidis’in de ziyaret ettiği bildirildi. Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üyesi Hakkı Müftüzade ile Kıbrıslırum Üyesi Leonidas Pandelidis, bir “kayıp”tan geride kalanların bulunduğu Lapta Balıkçı Barınağı yakınındaki arazide yürütülen kazıyı yerinde inceleyerek kazı ekibinden bilgi aldılar.
BAZI KAZILAR BİTTİ, YENİ KAZILAR BAŞLADI...
Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Kazılar Koordinatörü Arkeolog Erge Yurtdaş’tan aldığımız bilgilere göre, Mirtu, Komikebir, Sihari ve Maratovuno (Ulukışla) kazıları tamamlanırken, Lapta ve Haspolat’ta yeni kazılara geçildi.
Kayıplar Komitesi, iki toplumlu kazı ekipleriyle adamızın kuzeyinde ve güneyinde gerek 1963-64, gerekse 1974’te öldürülerek “kayıp” edilmiş olan Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın gömü yerlerini aramayı kesintisiz biçimde sürdürüyor.
KAZILARDA SON DURUM...
Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Kazılar Koordinatörü Arkeolog Erge Yurtdaş’ın verdiği bilgilere göre kazılarda son durum şöyle:
*** Galatya/Mehmetçik: 1974 kaybı bir Kıbrıslırum'un Mehmetçik göletine gömülmüş olduğu bilgisi üzerine başlatılan kazı çalışmaları halen devam etmektedir.
*** Maratovuno/Ulukışla: 1974 kaybı bir Kıbrıslırum'un köydeki Rum mezarlığının yanındaki araziye gömülmüş olabileceği bilgisi üzerine başlatılan kazı çalışmaları son bulmuştur.
*** Haspolat/Mia Milya: 1974 kaybı bir Kıbrıslırum'un yolun kenarına gömülmüş olabileceği bilgisi üzerine kazı çalışmaları başlatılmıştır.
*** Komi Kebir/Büyükkonuk: 1974 kaybı bir grup Kıbrıslırum'un bir kuyuya atılmış olabileceği bilgisi üzerine başlatılan kazı çalışmaları son bulmuştur.
*** Kaynakköy/Sihari: 1974 kaybı bir grup Kıbrıslırum'un kuyuya atılmış olabileceği bilgisi üzerine kazı çalışmaları yapılmış ve son bulmuştur.
*** Mirtu/Çamlıbel: 1974 kaybı bir grup Kıbrıslırum'un Geçitköy Barajı’nın önündeki araziye gömülmüş olabileceği bilgisi üzerine başlatılan kazı çalışmaları son bulmuştur.
*** Lapta/Lapithos: 1974 kaybı bir grup Kıbrıslırum'un boş bir tarladaki araziye gömülmüş olabileceği bilgisi üzerine kazı çalışmaları başlatılmıştır. Çalışma sırasında 1 kişiye ait olduğu düşünülen kalıntılara ulaşılmıştır.
*** Lefkosia/Lefkoşa (Haspolat/Mia Milya) - (Askeri Bölge): 1974 kaybı bir grup Kıbrıslırum'un, dere kenarındaki armut bahçesine gömülmüş olabileceği bilgisi üzerine başlatılan kazı çalışmaları halen devam etmektedir.
*** Karava/Alsancak (Askeri Bölge): 1974 kaybı bir grup Kıbrıslırum'un Alsancak-Barış ve Özgürlük Müzesi'nin kuzeyindeki eğimli araziye gömülmüş olabileceği bilgisi üzerine başlatılan kazı çalışmaları halen devam etmektedir. Bir kişiden geride kalanlara ulaşılmıştır.
Biz de kazı ekiplerindeki tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz.
Lapta'daki kazılar sürüyor...
*** GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR KİTAPLAR...
Oya Baydar, “Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı”nı anlattı: “Devlet adına işlenen suçlar affedilebilir mi?”
Türk edebiyatının usta yazarlarından Oya Baydar, Can Yayınları’ndan çıkan yeni romanı Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı’nda uzun yıllara yayılan karanlık bir hikâyeyi, Türkiye’nin çalkantılı dönemleriyle iç içe işliyor. Roman, iktidarın unutturmak istediği gerçeklerin nasıl geri döndüğüne dair güçlü bir yansıma sunuyor. İstihbaratın en üst kademelerinde görev yapmış bir adam, hastalığı nedeniyle iktidarını kaybetmeye başladığında, geçmişindeki karanlık olaylarla yüzleşmek zorunda kalır. Hafızasının puslu labirentlerinde dolaşan karakter, hatırlama ve unutuş arasında çocukluk travmalarını, iktidarın yarattığı suç ortaklıklarını ve bastırılmış anıları parça parça hatırlar.
"Toplumsal hafızanın unutturarak ve inkârla karartılması, cerahati deşip yarayı tedavi etmek yerine sargı beziyle saklamaya benzer. Sonunda uzuv kangren olur, yaşam tehlikeye girer," sözleriyle geçmişle yüzleşmekten kaçınmanın bireysel ve toplumsal düzeyde nasıl derin yaralar açtığını çarpıcı bir şekilde özetleyen Oya Baydar’la yeni romanı ve günümüzle kesişen noktaları konuştuk.
*** “Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı”nda, iktidar sahibi ana karakterin gerçeklikten kopuşunu adeta bir film şeridi gibi izliyoruz. Güç, kendi algısını yaratma yetisiyle bireyi farklı bir dünya içinde mi yaşatır?
Belirttiğiniz gibi güç ve iktidar kendi algısını, kendi evrenini yaratır. Muktedir kendi gücünün sarhoşluğu içinde farklı bir gerçeklik algısına sahiptir. Romanın ana karakteri iktidarın en tepelerinde, karar mekanizmalarına hükmeden üst düzey bir istihbaratçı. Embolinin yol açtığı kısmî bilinç ve bellek kararmasının pençesinde, rüyayla gerçek arasında gidip gelirken yaşamıyla yüzleşiyor. Çocukluk travmaları, korkuları, suçları, belleğin karanlık labirentlerinde gizlenen anılar parça buçuk ortaya çıkıyor.
*** Anlamak istediğim nokta şu: Türkiye’nin bugünkü iktidar anlayışında da romanınızda olduğu gibi “gerçeklik” yeniden üretilen bir kavram mı? Sizce, iktidarın kendi çıkarları için yarattığı bir gerçeklik toplumsal hafızamızı nasıl etkileyecek?
Çağımızda "gerçeklik" sadece Türkiye'de değil dünyada da unutturulmaya çalışılan bir kavram. Gerçeklik, muktedirler tarafından kendi bakışları ve çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendiriliyor. "Post-truth", siyaset alanındaki anlamıyla "gerçek dışı" ya da "gerçek ötesi" sözcüğü Oxford Dictionnary'ye yanılmıyorsam 2016'da girdi. Bu konuda kitaplar, makaleler yazıldı. Aslında resmî tarihlerin tümü bir ölçüde post-truth ürünüdür. Günümüzde baş döndürücü hızla gelişen enformasyon teknolojisi iktidarı ellerinde tutanların gerçeği saptırmalarını, üretilen yalanları kitlelere gerçekmiş gibi sunmalarını kolaylaştırıyor. Bunun bireysel ve toplumsal hafıza üzerindeki olumsuz etkisi tartışma götürmez. Gerçekliği korumakta, yalanlarla mücadele etmekte edebiyatın hem rolü hem de sorumluluğu olduğunu düşünüyorum.
*** Romanda en çok dikkatimi çeken konulardan biri de iktidarın merkezinde yer alan ana karakterin karşısındaki kadın figürlerin sessiz direnişleri. Türkiye’de de susturulan veya bastırılan kesimlerin sessizliği. Aşılabilecek mi?
Romandaki kadın karakterler bir noktaya kadar erkek iktidarına teslim oluyorlar ama farkındalık kazandıkları andan itibaren sessizce de olsa şu veya bu şekilde baş kaldırıp özgürleşiyorlar. Türkiye'de son yıllarda en güçlü ve yüksek sesli muhalefet kadın hareketinden geliyor; bunu da unutmayalım. Sessizlik bir direniş biçimi değildir, sessiz ve pasif kitleler iktidarın dayanaklarıdır. Yani; sessizliği aşma cesaretini göstermek, seslere ses katarak muhalefeti büyütmek gerekiyor.
*** Kadın karakterin geçmişini yeni bir gözle değerlendirip kendisini yeniden kurguladığı sahneler, içsel bir güçlenme sürecini anlatıyor. Sizce, kadın karakterin bu yeniden kurgulama çabası, ona bir özgürlük sağlıyor mu, yoksa geçmişin gölgesi altında sıkışıp kalmasına mı yol açıyor?
Tabii ki özgürleşmesini sağlıyor. Kadının, tutkulu hatta hastalıklı aşkının göz ve gönül bağlarından, geçmişin prangalarından kurtulması gerçekliğin farkına varmasıyla oluyor. Farkındalık özgürleşmeye götüren ilk adımdır. Sonrasında, farkına varılan gerçeklerle yüzleşme, kendisiyle cesaretle hesaplaşma, gerçeğe varmanın vicdanî bedelini ödemeye râzı olmak gelir.
*** Romanda karakterlerin geçmişleriyle yüzleşmekten korktuklarını görüyoruz. Türkiye’nin geçmişinde yaşanan travmalar ve bastırılmış anılarla yüzleşmeyi engelleyen, birey ve toplum üzerindeki “korku” faktörü nasıl aşılabilir? Korku, unutmaktan daha tehlikeli bir silah değil mi?
Geçmişte hatırlamak istenmeyen şeyler, daha da ötesi suçlar günahlar varsa, geçmişle yüzleşmek herkes için güçtür. Toplumlar açısından ise büsbütün güçtür. Toplumsal hafıza; sadece tarihi kendilerine göre yazmaya çalışan muktedirlerin saldıkları korku nedeniyle değil toplum kesimlerinin dinî ve millî duyguları sömürülerek yaratılmış duygusal yükler nedeniyle de işlenmiş suçları inkâra eğilimlidir. Unutmak, unutturmak sahte bir gerçekliğe inandırmak korkudan da daha güçlü bir silahtır bence. Korku; hatırlamak, farkına varmak, yüzleşmekle aşılabilir. Tıpkı cerahatlenmiş bir yarayı deşmek gibi. Operasyon acı verir ama iyileştirir, iltihabı akıtmayı göze alamazsanız yaralı uzvu hatta yaşamı kaybedersiniz.
*** Romanda iktidar sahibi kişinin unutmak istediği suçlarla yüzleşme ânı, bireysel hesaplaşma kadar toplumsal bir yara olarak da karşımıza çıkıyor. Bu unutuşun, bugünün Türkiye’sinde insan ilişkilerinde, güven duygusunda veya gelecek hayallerinde nasıl bir iz bıraktığını düşünüyorsunuz?
Toplumsal hafızanın unutturarak ve inkârla karartılması, yukarda da söylemeye çalıştığım gibi, cerahati deşip yarayı tedavi etmek yerine sargı beziyle sarıp gözlerden saklamaya benzer. Sonunda uzuv kangren olur, yaşam tehlikeye girer. Türkiye'de bugün yaşamakta olduğumuz huzursuzluklar, toplumsal fay hatları denilen yarılmanın yarattığı sorunlar gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmamızdan, hata payımızı, suç payımızı inkârdan kaynaklanmıyor mu? Güç de olsa, statükonun ve iktidarların direnciyle de karşılaşsa yaraya neşter vurmaya, cerahati akıtmaya cesaret etmemiz gerekiyor. Yine edebiyata ve romana dönecek olursam, kendi alanımda yapmaya çalıştığım da bu farkındalığı yaratmak zaten.
(T24 - Ebru D. Dedeoğlu – 11.11.2024)