Bir Kıbrıslırum okurumuz, şunları yazdı:
“Bu öyküyü bir Larnakalı arkadaştan dinledim... 1963 yılı sonlarında, 1964 yılı başlarında iki toplumlu çatışmalar başladığı zaman Larnaka bölgesinde büyükçe bir karma köyde yaşayan ve köy kilisesinde papazlık yapan bir Kıbrıslırum papaz, vaaz verirken aniden vaazı bırakmış, kilisenin dışına çıkmış, kilisenin karşısındaki kahvede oturan bir Kıbrıslıtürk’ü soğukkanlılıkla vurmuştu...
Sonra da kiliseye dönmüş ve “İşte onlara böyle yapmalısınız, onları köpekler gibi vurmalısınız” demişti.
Bu trajik olay arından dehşete kapılan köydeki Kıbrıslıtürkler, bir gecede köyü terkedip gitmişlerdi... Bu Kıbrıslıtürkler, yalnızca Kıbrıslıtürkler’in yaşamakta olduğu Civisil köyüne göç etmişlerdi...
Papazın oğluları da vardı... Papazın oğlularının bazıları da, tıpkı babalarının kendilerine öğrettiği şekilde, bölgedeki Kıbrıslıtürkler’e karşı çeşitli suçlar işlemişlerdi...
Papazın oğlularından bir tanesi, iki arkadaşıyla birlikte o yıllarda Softalar köyünden üç Kıbrıslıtürk çobanı öldürmüştü... Softalar köyünde 15 kadar Kıbrıslıtürk’ün evi vardı, bunlar da göç etmeye ve Civisil’e yerleşmeye zorlanmıştı...
Papazın diğer oğlu ise bölgeden dört arkadaşıyla birlikte, bölgedeki köylerden ve de Larnaka kentinden her yaştan bazı Kıbrıslıtürkü öldürmeye girişmişti... Bu grubun lideri halen hayattadır, kıyıda büyükçe bir köyden geliyor...
Papazın torunları ise gece hayatıyla ilgili işlerde uzmanlaşmaya giriştiler... Bunlardan birisi uyuşturucu kaçakçılığıyla uğraşıyor ve zaman zaman hapishaneye girip çıkıyor... Bir diğer torunun, başkentin mafya lideri olduğu anlatılıyor. Bir diğer torun ise, öğrenim görmek üzere gittiği Almanya’da bir Türk’ü bıçakladığı için sonuçta hapse düşmüş...”
Bu okurumuza paylaştığı bu bilgiler için çok teşekkür ederiz...
Daha önce de başka bir Kıbrıslırum okurumuzun anlatmış olduğu benzer bir öyküye bu sayfalarda yer vermiştik...
Softalar (Softades) köyünün bugünkü görünümü...
“En tepede birileri göz kırptı, en alttakiler de Hrant Dink’i vurdu...”
Hikmet ADAL
Hrant Dink'in öldürülüşünün 14. yıldönümünde konuştuğumuz Hrant'ın Arkadaşları'ndan Ümit Kıvanç, "Dincisiyle dinsiziyle, muktediriyle muhalifiyle, pek az istisna dışında, adalet ve hakkaniyetten tiksinen toplumuz şu halimizle. Ne adaleti?" diyor.
Agos gazetesinin kurucusu ve genel yayın yönetmeni Hrant Dink’in İstanbul’un orta yerinde, 19 Ocak 2007’de ırkçı bir cinayetle öldürülmesinin üzerinden tam 14 yıl geçti.
Aradan geçen 14 yılda Hrant Dink, adalet istemenin simgesi halini aldı fakat “adalet onun için" bir türlü gelmedi.
14 yılda davalar açıldı, davalar birleşti, davalar kapandı. Cinayet davası, geçen yıllara rağmen halen sonuçlandırılamadı. Öyle ki 20 Ocak’ta (yarın) kamu görevlilerinin yargılandığı davanın 123’üncü duruşması görülecek. Savcı mütalaasına karşı sanıkların savunma yaptığı davanın sonuçlandırılması yakın olsa da cinayetin gerçek sorumluları hala büyük bir soru işareti.
Aradan geçen 14 yılı, davayı, duruşmaları, adalet arayışını, Türkiye'nin tutumunu Hrant'ın Arkadaşları'ndan gazeteci, yazar ve yönetmen Ümit Kıvanç'tan dinliyoruz...
"Bir 19 Ocak günü polisler beyaz bere giydi"
*** Hrant Dink’le birlikte çalışan, bu süreçte belki Hrant Dink’i en iyi tanıyan birisiydiniz. Aradan geçen 14 yıl sizin için ne ifade ediyor?
“En iyi tanıyan” demeyelim de, “ona yakın olanlardan biri” diyelim. Şüphesiz onu benden daha iyi tanıyanlar var. Benim ilişkimin özelliği, Agos’un ilk anından itibaren onunla olmam, çok sık tartışarak, bağrışa çağrışa birbirimizi anlamamız, sevmemiz, ama bunu birlikte bir iş üreterek yapmamız. Düşünün, tartışmaya daha Agos’un logosunu yaparken başlamıştık!
Aradan geçen zaman bir noktadan sonra bana maalesef pek bir şey ifade etmiyor. Hrant vurulduğunda, sırf memleketle, devletle, toplumla değil, o ana kadarki hayatımla ilişkim de değişti. Pek bir şey beklemiyorum artık, meselâ. Buranın gerçeğini çok daha net anladım. Hele MİT mahkemeye “bu cinayetle ilgili olarak elimizde bilgi yok” yazısı gönderdikten sonra, bir şeylerin tamamen bittiğini söyleyebilirim. Buna rağmen niye adalet mücadelesi yürütüyorsunuz, derseniz, “Başka ne yapabilirim?” derim. Arkadaşımızı öldürdüler, emri verenlere dokunulmayacağını, suikast organizasyonunu yürütenlere acıtmadan dokunulacağını bize gösterdiler. Bir 19 Ocak günü polisler beyaz bere giydi, Trabzonspor tribünlerinde katile sahip çıkılması yetmiyormuş gibi! Karşısında biz ne yapabiliriz? Ancak, Hrant’ın hesabıyla sınırlı olmayan bir adalet mücadelesini sürdürebiliriz. Mahalle yanıyor, biz yüksükle su taşıyoruz, evet, ama hiç değilse tarafımız belli oluyor, meseldeki gibi.
Sessizce gözyaşı döken insanlar
*** 19 Ocak 2007’den 19 Ocak 2021’e… 14 yıl sonra ilk kez bir anma, Agos’un önünde değil ekranlardan yapılacak. Agos’un önündeki her 19 Ocak’ta binlerce kişi toplanırken kalabalıkların yavaş yavaş azaldığını izledik. İlgi gerçekten azaldı mı sizce de?
E, Türkiye’deyiz. Her gün yeni yeni felaketler oluyor. Bir acı, çok çabuk, acının anısı haline geliyor. Zamanla insanların ilgisinin, tepkisinin başka şeylere yoğunlaşması normal. Ama ben dediğinize katılmıyorum. Kalabalıklar bazen azaldı, bazen arttı.
Esas sorun edilecek şey, bu suikastla ilk elden ilgilenmesi beklenecek siyasî çizgideki insanların bu konuya lütfen gösterdiği sınırlı ilgi. Sol-muhalif birtakım çevreleri gidip özel ricayla anmaya çağırmak gerekti kimi zaman. CHP’nin olaya alâkasızlığını düşünün. Güya demokrasi, insan hakları vs. isteyip de Hrant Dink suikastını umursamayanlar çok, maalesef.
Yoksa, Hrant için yapılan anmalara kendiliğinden katılan, oraya geldiğinde kendi sloganını duyurma peşinde koşmayan, sessizce gözyaşı döken çok insan var. Zaman zaman düzenlediğimiz çeşitli etkinlikler hep ilgi gördü.
Şunu unutmayalım: Nihayet Hrant Ermeni’dir ve ona sahip çıkmanın yol açacağı tartışmalarla baş edebilecek siyasî hareketler Türkiye siyasetinin yüzde birini bile oluşturmuyor.
"Yaptık yine yaparız!' diyenler hala iktidarda"
*** Peki, 19 Ocak anmalarının toplumsal önemini korumasının nedeni nedir sizce? Cinayetten 14 yıl sonra bile anmaya gelen insanlar neden bir araya geliyor?
Vefa duygusuyla, adalet arzusuyla, muazzam bir gaddarlığa, haksızlığa uğramış Hrant ve ailesine karşı vecibe görerek, hepsinden önce, vicdanî sebeplerle. O insanlar bu ülkede siyasetin zorunlu temelini, varolmadığında işte bu hale gelinen kaynağını vücuda getiriyorlar.
*** Türkiye bugün, Hrant Dink’i öldüren nefret suçuyla yüzleşebildi mi? Cinayetin topluma yansıması nasıl oldu?
Yüzleşme mi? Soru sizden gelmese “şaka mı bu?” diyebilirdim. Yüzleşmediği gibi, yüzleşmeye gerek olmadığını, yüzleşme isteyenin hain olduğunu, vs. artık yerleşik siyasî kültürün değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeleri arasına soktu. Her iki toplum da -biliyorsunuz, bir değil iki toplum yaşıyor burada; düşman kardeşler formunda- kendisine herhangi bir şey yansımasın diye elele çaba gösterdiği için, bu cinayetin manevî yükünü taşımaları da gerekmedi. Hrant Dink suikastına verilen cevap, “Yaptık yine yaparız!” diyenlerin iktidarda oluşu, kendilerinden çok daha geniş kitleyi de kendilerine benzetmiş olmalarıdır.
"Sahici yargılama için dürüst soruşturma gerekirdi"
*** Cinayet sonrası önce failler yakalandı, sonra cinayet "Ergenekon’la" ilişkilendirildi, darbe girişiminin ardından da "FETÖ" tarafından planlandı denildi. Hrant Dink’i kim öldürdü?
Hepsi. Hepsi beraber yaptılar. Bazı devlet görevlileri de, devletin olağan işlemlerinden sayıp, bilinçsizce, otomatik olarak katıldılar. Fethullahçıların marifetleri insanlardaki son sağduyu kırıntılarını da yok ettiğinden, bugün “Ergenekon” diye simgelenen karanlık yapının hiç varolmadığı gibi bir saçmalık hüküm sürüyor. Elbette devlet içi, hukuk dışı teşkilat, hattâ belki teşkilatlar var ve bunlar şimdiye kadar bir sürü cinayet işledi, katliam tertipledi ya da bunları yapacak olanların önünü açtı.
Hrant Dink cinayetinde, başta zamanın Emniyet İstihbarat Daire Başkanı olmak üzere, Fethullahçıların önemli rol oynadıklarını artık biliyoruz. Fakat onlarla yanyana gelmesi hayatın olağan akışına pek uymayan karakterler de var işin içinde. Hepsinden önce, Yargıtay’ın Hrant’ı tam tersini yazdığı şeyden ötürü “Türk düşmanı” ilan edip katillerin önüne atmış olması var. O zamanın Yargıtay’ı Fethullahçı değildi herhalde. AKP bu işin neresinde? Cinayete katıldıklarını düşünmüyorum. Ama sonrasında, biz bu işi yapanları koruyup kollamakla birilerine karşı koz elde ederiz diye mi düşündüler, daha ileri gidip, bu koruma-kollamayı bugünkü ittifaklarının zeminine harç olur hesabıyla kenara mı koydular, bilmiyoruz. Ama şurası kesin: En tepede birileri göz kırptı, arada, çeşitli kademelerdekiler emir verdi, olur verdi, göz yumdu, destek attı, en alttakiler de vurdu.
Şu da kesin: Devlet içinde her şey biliniyordur, istense ortaya çıkartılır.
“Failler” yakalanmadı. Şimdi görülen dava için belki ‘faillerin bir kısmı yargılanıyor’ diyebilirdik, ama onu da diyemiyoruz, çünkü sahiden yargılanmıyorlar. Sahici yargılama için doğru dürüst soruşturma gerekirdi. Doğru dürüst soruşturmanın varacağı yere, hele ortalık yerde varılmasını da kimse istemiyor. Çünkü Genelkurmay bildirisi ve Yargıtay kararının cinayet sürecini harekete geçiren aşamalar olup olmadığını bile araştırmak gerekecektir o zaman.
"Yapılan iş müsamerenin çeşitlendirilip yayılmasıdır"
*** Bugün kamu görevlilerinin yargılandığı davada da sona gelindi. Sanıklar esas hakkındaki mütalaalara karşı savunma yapıyorlar. 120’den fazla duruşma görüldü, heyet 3 kez değişti. Son olarak Akın Gürlek’in mahkeme başkanlığına atanmasıyla ağır aksak ilerleyen dosya birden bitme noktasına geldi. Neden böyle oldu. Sizce bütünlüklü yargılama yürütüldü mü?
Yapılan iş müsamerenin çeşitlendirilip yayılmasıdır. Kamu görevlilerini içermeyen ilk dava müsamereydi, bu belki radyo tiyatrosu veya TV dizisi sayılabilir, karakter çeşitliliği, süre vs. bakımından. Doğrusu ilgilenmiyoruz bile. Dava bütünüyle, bu işi Fethullahçılara yıkma hesabıyla kuruldu ve bunun mümkün olmayacağı, soruşturma niyetine üç-beş adım atılır atılmaz meselenin gelip başka birilerine dayanacağı, cinayet ertesindeki karartma-çarpıtma çabaları da işin içine katıldığında, hem o dönemdeki hem sonraki iktidara şurasından burasından bulaşmış birçok kişinin mahkeme önüne çıkartılması gerekeceği çabucak anlaşıldı.
Şu basit soru her şeyi açıklamıyor mu: Bütün bu yargılanan polislere, jandarmalara kim dedi böyle yapın diye? Emir nereden geldi? Trabzon jandarma komutanı albay neden Hrant’ın öldürülmesini istesin durup dururken? Emniyet İstihbarat’ın tepesine yükselmiş adam niye cinayet organizasyonuna girişsin? Kimdir kararı ve emirleri verenler? Bu soruyu içermeyen davaya dava denmez. Kaldı ki, bu davada soruşturma gidebileceği yere kadar bile gitmiyor.
"Hakkaniyetten tiksinen toplumuz"
*** Hrant Dink için, onunla birlikte yürüyenler için adalet ne zaman sağlanır?
Sağlanmaz. Türkiye’de adalet isteyenlerin sayısı ve gücü adalet sağlamaya yetmez. Çünkü sadece faşizan iktidar değil muhalefetin büyük bölümü de, hele bir Ermeni’nin öldürülmesi sözkonusu olduğunda, zaten fersah fersah uzak yaşadığı adalet kavramına hasret duymaz.
Tek şey hatırlatayım: Sevag Balıkçı adlı Ermeni genci, askerliğini yaparken, tekrar ediyorum, askerliğini yaparken vurulup öldürüldü. Vicdânî retçiler dışında hepimiz askerlik yaptık; askeriyede iki er kavga etmeye kalksa canına okurlar. Olayımızda bir genç adam, tüfeği ateşledi ve devletin koruması altında bulunan, resmî üniformalı bir başka genci öldürdü. Ne oldu? Hangi sıkı muhalifler, partiler, dernekler, örgütler bu işin peşine düştü? Hangi vicdanlar isyan etti?
Dincisiyle dinsiziyle, muktediriyle muhalifiyle, pek az istisna dışında, adalet ve hakkaniyetten tiksinen toplumuz şu halimizle. Ne adaleti?
(BİANET.ORG – Hikmet ADAL – 19.1.2021)
DEVAM EDECEK