Larnaka uçuşuna öfkelenmek!

Tümay Tuğyan

 

On yıllardır altında ezildiğimiz statükoyu öylesine kanıksadık ki, bu sürer durumun ‘sınırları’ dışına çıkan her davranışa/olaya gayrı ihtiyari tepki duyuyoruz/gösteriyoruz.
Trabzonspor kafilesini Larnaka’ya getiren uçak Rodos’a touch-down yaptı mı yoksa Trabzon’dan doğrudan Kıbrıs’a mı uçtu?
Bundan TC makamlarının haberi var mıydı yok muydu?
TC Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü hangi rotaya onay vermişti?
Uçuşun doğrudan gerçekleşmesi konusunda Trabzonspor yönetiminin önceden  bir tezgahı var mıydı?
Yoksa aniden havadayken fikir mi değiştirilmişti?
Soru işareti, soru işareti, soru işareti!!!!
Ve öfke, öfke, öfke!
İyi güzel öfke ama kime ve neye öfke?
Günlerdir gündemin üst sırasında duran bu konuya dair gerek basında gerekse sosyal medyada yazılan yazılara, yapılan yorumlara baktığınızda, bazılarının maksadını aştığını görüyorsunuz üzüntüyle.
Rodos üzerinden değil de doğrudan Larnaka uçtular diye Trabzonspor kafilesine niye öfkeleniyoruz mesela?
Ne diyeceklerdi bu insanlar, ‘yok kusura bakmayın, biz uzun yoldan gidelim ne olur, önce Rodos’a inelim, hatta biraz orada bekleyelim, sonra tekrar kalkar, Larnaka’ya uçarız ağır ağır, acelemiz yok.  Yorgunluk mu, o da neymiş, helal olsun Kıbrıs politikamıza’ mı?
Eskiden Ercan’dan kalkıp da Türkiye’deki herhangi bir havalimanına touch- down yapmadan doğrudan İngiltere’ye uçan KTHY pilotlarına ‘hayır dua’ okuyorduk oysa.
Kızmak ne kelime, bayılıyorduk böyle durumlara.
Çünkü 6 saati aşan yolculuklar yerine 4 buçuk hade bilemedin 5 saatte İngiltere’de oluyorduk.
Türkiye’de bir saat boyunca uçağın içinde oturup oksijeni azalmış havayı solumak, sıcaktan perişan olmak zorunda kalmıyorduk.
Peki Trabzonspor kafilesi, direkt uçma şansı varsa niye uçmasın ki?

***

Bu olaya öfkelenip, ‘vay efendim neden direkt uçtular’ diye hayıflanacağımıza, bunu bir fırsata çevirmeye çalışmamız gerekmez mi?
Bizim istediğimiz, bu ‘anormal’ siyasi durumun ilelebet devam etmesi mi?
Türkiye ile ’Kıbrıs Cumhuriyeti’ arasındaki ilişkinin normalleşmeye başlaması ya da en azından iki ülke arasında ara sıra ‘normal’ şeylerin de yaşanması, bizim ‘anormal’ durumumuzun önünün açılabilmesi yönünde umut ışığı olamaz mı?

***

Türkiye-‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ ilişkileri önünde sonunda normalleşecek.
Bu gerçekle yüzleşmenin zamanı geldi de geçiyor.
Her yeni olay sonrasında, aynı ‘hayal kırıklığı’ girdabında debelenmenin sonu olmadığı gibi, bu depresif hallerin bizim durumumuza olumlu bir getirisi yok.
Mevlüt Çavuşoğlu Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı sıfatıyla güneyde uluslararası bir toplantıya katıldığında da ‘ah-vah’ deyip hayıflandık...
‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ bayrağı Trabzon’da düzenlenen Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları’nda dalgalandığında da, Mersin’deki Akdeniz Oyunları’nda dalgalandığında da...
Ne değişti?
Bir şeyin değişmesini bir yana bırakın, sesimizi duyan oldu mu?
Dolayısıyla ‘ahlar vahlar’ çekip başkalarının bizim için bir şey yapmasını beklemek yerine, mevcut pozisyonumuzu yeniden konumlandırmak, kendimize yeni politikalar yaratmak zorundayız.
Başka çaremiz yok.
Bu icazet düzeninde bunu yapamaz mıyız?
Doğru, zor!
Ama ya bu düzene rağmen, hükümetin ve sokaktaki insanın işbirliğiyle?
Hükümetlerin, toplumun taleplerine gerçek manada kulak vermesi, icazet makamlarıyla değil de toplumsal irade ile hemfikir olup kararlı bir şekilde hareket etmesi halinde, birçok şeyi başarabiliriz.
TOMA meselesi, bunun en basit örneğidir.