Bir zamanlar Larnaka’da, St. Jozef okuluna gitmiş olan Henrietta Tulla Lukurnu, geçtiğimiz günlerde üç fotoğraf paylaştı “Flashbacks of Scala” yani “Larnaka’nın geçmişine bakış” diye çevirebileceğimiz bir Facebook sayfasında... Henrietta, senelerdir bu fotoğrafları saklıyor ve Kıbrıslıtürk arkadaşlarını hiç unutmamış... Bu paylaşımında şöyle yazıyor Henrietta Hanım:
“Farklı ırklardan, dinlerden ve inançlardan farklı insanların bir araya gelmesi... Ben St. Jozef okulunda iyi Kıbrıslıtürk arkadaşlarımı hatırlarım... Larnaka’dan Ülker Abdullah ve Asime İsmail’di bu arkadaşlarım... Gerçek bir dostluğumuz vardı... Onların bana göndermiş oldukları kartları özenle sakladım... Uzun yıllardır onların izini kaybettim ama onları unutmadım...”
Henrietta Tulla Lukurnu hanıma bir not yazıyorum ve onların izini bulmaya çalışacağımı söylüyorum... Ardından Henrietta Hanım’ın yazdıklarını ve fotoğrafları kendi sosyal medya sayfamda paylaşıyorum... Derhal yanıt alıyorum – üzücü bir yanıt bu... Çünkü aradığımız Ülker ve Asime hanımlar, vefat etmişler...
Ülker Fahri arkadaşımız şöyle yazıyor:
“Bilginize, Ülker Abdullah (rahmetli olmuştur) Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastahanesi Başhekimi Adil Özyılkan'ın annesidir. Asime İsmail de rahmetli olmuştur, Mağusa'da yaşayan Avukat ve Eski Bakan Orhan Zihni Bilgehan'ın eşidir. Ayni zamanda Pegasus Airline Kıbrıs Direktörü Zeki Ziya'nın da halasıdır. Ne yazık ki her ikisi de vefat etmiştir...”
Vecihe Hülya Tokatlı arkadaşımız ise şöyle diyor:
“...Her iki Türk de maalesef 4-5 yıl önce vefat ettiler… Asime teyze Tuzlalı olup, Lefkoşa’da, son Mağusa da yaşıyordu… Ülker hanım göçten sonra şimdiki Tuzla’da yaşıyordu...”
Adil Küçük arkadaşımız ise şöyle diyor:
“...Ülker Abdullah benim dayımın eşidir... Fakat seneler önce onlar karılı kocalı vefat etmişlerdir...”
Ülker hanımın oğlucuğu Adil Özyılkan ise şöyle yazıyor bize:
“Ülker Özyılkan benim annemdi... Maalesef sevgili anneciğimi 10 yıl kadar önce kaybettik... Annem her zaman Fransız okulundaki günlerden ve oradaki arkadaşlarından sevgiyle söz ederdi... Oradaki güzel anılarını her zaman bize anlatırdı... Vefat etmeden önce de Larnaka’ya gitmiş, okulunu beraber ziyaret etmiştik... Görüştüğünüz zaman arkadaşlarına selamlarımızı iletirseniz sevinirim...”
Biz de Ülker ve Asime hanımların vefat etmiş olduğunu Henrietta Hanım’a bildiriyoruz üzülerek... O da çok üzülüyor...
Arkadaşımız Lina Kakopieru ise bu konuda şöyle diyor:
“Sevgili Sevgül, St. Jozef okulunda benim de bir Kıbrıslıtürk sınıf arkadaşım vardı, adı Yasemin idi... Çok iyi bir kızdı... Pulopulos adlı meşhur bir Yunan şarkıcısının bir şarkısını çok seviyordu... Benden bu şarkının sözlerini yazmamı istediydi ki bu şarkıyı çağırabilsin...”
Larnakalı bir diğer arkadaşımız Süleyman Tosun ise şöyle diyor:
“Ben haftasonları Larnaka’dan Tuzla’ya giderdim, her Pazar okulun yanından geçip giderdim 74’e kadar... Çok güzel hatıralarımız vardır... Babam 1940’lı yılların Ayyorgi panayırını hatırlar, hayattadır babam, özellikle 1953 öncesi günler çok güzeldi... Larnaka’ya ilişkin olumsuz şeylerden çok daha fazla olumlu şeylerden söz edebilirim...
Üniversiteye giderken de Larnaka’dan bir Kıbrıslırum arkadaşım oldu, birlikte üniversiteye devam ettik, o benim kardeşidir. Düzenli biçimde birbirimizi ararız... Daha da çok şey ilave edebilirim... Eski arkadaşlarınızın vefatindan ötürü üzgünüm... Tanrı sizi korusun...”
GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR FİLMLER...
“Silahların gölgesinde çocuklar...”
Murat Türker
Neredeyse her köşesinde makineli tüfeklerle nöbet tutan askerlerce kuşatılmış, günlük yaşamın normal şartlarda devam etmesi beklenen, dağların yanıbaşında bir köy düşünün.
Arada sırada çok da uzakta olmadığı belli çatışmalardan yankılanan silah sesleri ve köylülerin tepesinde rahatsız edici gümbürtüsüyle aniden beliriveren helikopter de coğrafyanın güvenliğinde mühim aksaklıklar olduğunun ispatı.
Köyün çocukları bu olağanüstü vaziyeti sanki görmezmiş gibi yaşamlarına, oyunlarına, eğitimlerine şevk ve neşeyle devam ederken, soğukkanlılıklarını korumaya çalışıp tedirginliklerini dışa vurmamaya endeksli yetişkinler bezgin ve ümitsiz görünüyorlar.
Oysa kapasitesini kat kat aşan sayıda öğrenci barındıran okulda öğretmen, çamurdan objeler yapmaya sıra geldiğinde çocuklara neyin heykelini yapacaklarını sorunca çoğunun aklına uçak, tank, tüfek gibi savaş gereçleri geliyor. Öğrencilere sabır ve şefkatle yaklaşan öğretmenleri savaştan hoşlanmadığını her fırsatta ifade etse de ortaya çıkan gayet teferruatlı çamur heykelciklerin birçoğu çocukların savaşın mutlak tesiri altında kaldığını teyit ediyor. Bazıları kaçırılıp işkenceye tabi tutulmuş olmasına rağmen güfteleri şiddetle dolu şarkıları coşkuyla söylemekten de imtina etmiyorlar.
Bazı çocukların örgüt tarafından küçücük yaşta asker olarak yetiştirilmiş ve vahşete ortak edilmiş olduğu da biliniyor.
Bulunduğumuz memleket Kamerun, köyün adı Kolofata, mevzubahis örgüt de şeriat yanlısı radikal İslamcı silahlı örgüt Boko Haram’ın ta kendisi. Örgütün isminden de anlaşıldığı kadarıyla fanatikler belirli bir coğrafyada Batılı tarzda eğitimi haram sayıp bunu saldırı için mazeret saydıklarından olsa gerek, film boyunca mütevazı okulda çekilmiş ders sekansları mühim yer tutuyor. Bölge halklarının içine hapsolduğu kısır döngüden ancak kendisine tanınmış eğitim hakkının gücüyle çıkılabileceğini düşünen kadın sinemacı Cyrielle Raingou meseleyi naif bir yaklaşımla irdeliyor.
2023 Kamerun-Fransa ortak yapımı 80 dakikalık Boko Haram’ın gölgesinde (Le spectre de Boko Haram) adlı film geçenlerde Rotterdam Uluslararası Film Festivaline katıldığı gibi en iyi filme verilen Kaplan ödülünü de yönetmenine kazandırdı.
Batının sömürgecilik izlerini üzerinden atamamış Afrika’da, geleneksel kültürle Batı etkisi arasında sıkışmış halkların çektiği muhtelif eziyetler çocukluktaki travmalarla katmerlenirken, Boko Haram’ın gölgesinde gibi filmler sanki Batı vicdanının temizlenmesinde aracı misyonu üstleniyor, dinler savaşında aşırı gruplar parmakla gösterilerek sorumluluk almaktan geri durulması bir kez daha mümkün kılınıyor.
Cehalet ve batıl inanç
Tüm Nijerya’nın şeriatla yönetilmesi amacıyla 2002 yılında kurulmuş Boko Haram binlerce insanı öldürmek, kent ve kiliseleri yakmak, göçlere sebep olmak, genç kızları dinî gerekçelerle kaçırıp satmak gibi eylemlerle gündeme gelmiş bir örgüt. Günümüzde sınırlarını genişleterek saldırılarını Kamerun, Çad ve Nijer’de de sürdürdüğünü görüyoruz.
Her ne kadar terör kurbanı olsalar da köydeki bazı şahısların Boko Haram’ın söylemlerinin tesiri altında kaldığına şahit oluyoruz. Okulda verilen eğitimin fazlasıyla Batılı köklere sahip, hatta Hıristiyan dinini yayan bir fonksiyonu olduğunu düşünüyorlar - ki bu her zaman tartışılabilir.
Filmde, köktendinci örgütün teröründen kaçan mültecilerin de sığındığı Kolofata’da, eğitimsizlikten kaynaklanan cehalet ve batıl inançların dışa vurulduğu sekanslar çarpıcı. Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) kuruluşunun bölgedeki temsilcisi hekim tarafından muayene edilen kız çocuğunun sıtma belirtileri çok açık olmasına rağmen yakınları yine de işin içine şeytanı sokmayı bilip marabuta başvuruyorlar ve kanlı büyülerden medet umuyorlar. Ne de olsa o coğrafyanın halk kültüründe cadılar ve uyuşturucu müptelaları toplumun en korkulacak ve aşağılanacak figürleri sayılıyor - Türkiye’de ateistlerin olduğu gibi.
Coğrafyanın estetiği
Filmin esas çocuk kahramanları, büyük bir olasılıkla ebeveynleri Boko Haram tarafından katledilmiş, komşu Nijerya’nın Mubi yerleşiminden Muhammed ve İbrahim. Okulda çok istikrarlı ve tutarlı davranışlar sergilemedikleri gibi bir ara köyden kaçıp ahalinin iyice tasalanmasına sebep oluyorlar. Filmin yönetmeni Raingou, çekimler çoktan sona erip film gösterime girmiş olmasına rağmen bölgeye ve bilhassa iki kardeşe yönelik mesuliyetinin devam ettiğini söylüyor.
Çocukların bakış açısını özümsediğimiz filmde diğer mühim kahraman çalışkan kız çocuğu Falta. Babası örgüt tarafından katledilmiş olmasına rağmen olayı mümkün olduğunca dramatize etmemeyi bilen annesinin desteğiyle coğrafyanın gelecekte ihtiyaç duyduğu eğitim görmüş kadın öncülüğünün nüvelerini taşıyor. Tıpkı tanıtım metinlerinde ifade edilmiş, tüm filme hâkim olan çaresizlik ile umudun, masumiyetle terörün, şu anla istikbalin arasında gidip gelen ruh hâli gibi.
Silahların gölgesinde çekilmiş yönetmenin bu ilk filmi bütün bunları mümkün olduğunca gözlemsel bir tavırla yansıtsa da bazı dinamiklerin senaryo için birden fazla kere tekrarlandığı hissine kapılmamak mümkün değil ne yazık ki. Fakat kameranın bilhassa tabiat manzaralarına odaklandığı anların filme kattığı değer yadsınamaz.
Zaten mühim olan okulun avlusunda neşeyle koşuşan, futbol oynayan, ip atlayan çocukların enerjisini hissetmek, özümseyerek yakın istibaldeki barışa dair ümitle dolabilmek.
Şahsen kasvetli atmosferi en az hissettiğim anlar ise köydeki ergenlerin eşek sırtında yaptıkları yarışlar ve popüler imajlardan rodeoyu hatırlatan şekilde şirin hayvanların onları yerlere fırlatmaları.
Yönetmen Raingou yıllardan beri çatışmalarla çalkalanmış kendi coğrafyasından zarafetle sesleniyor.
Eğitimin zayıf olduğu diyarlarda din odaklı batıl inançlara teslim olmanın ne kadar vahim olduğunu bize hatırlatırken çocukluktaki travmaların günün birinde mutlaka karşımıza dikileceğini de layıkıyla hissettiriyor...
(BİANET.ORG – Murat TÜRKER – 18.2.2023)