Yonca Özdemir
yoncita@gmail.com
Hugo Chavez, 5 Mart günü karizmasından hiçbir şey kaybetmeden bu dünyadan ayrıldı, ama aynı zamanda arkasında çok tartışma bıraktı. Bu yazıdaki amacım Chavez’i eğrisi doğrusuyla kısaca değerlendirmeye çalışmak olacak. Ancak bu tartışmalı siyasi figürü değerlendirirken benim için sevginin daha ağır bastığını en başından belirtmem doğru olur.
Hugo Chavez’in henüz askerken ordu içinde genç devrimci arkadaşlarıyla kurduğu gizli “Bolivarcı Devrimci Hareket” 1992’de hükümete karşı bir darbe girişiminde bulundu. Bu darbe girişiminin hedefi dönemin iktidarınɪn uygulamaya çalıştığı IMF programı idi. Bu program sonucunda petrol üreticisi Venezuela’da benzin fiyatlari dahi radikal bir şekilde artmış, kendini o vakte dek petrol zengini olarak gören ülkenin halkı şoka uğramıştı. Başarısız darbe girişiminden sonra Chavez ve arkadaşları tutuklanmış, fakat iki yil sonra affedilerek salıverilmişlerdi. O süreçten itibaren Chavez, darbe ile yapamayacağını anladığı şeyi, yani halkın iktidarını kurmayı, demokratik yollarla yapmak için uğraştı. Ekonomik koşulların daha da kötüleştiği 1998’de yapılan başkanlık seçimlerinde adaylığını koydu ve % 56.2’lik oy oranı ile başkanlığı kazandı. 2002 seçimlerinde oyların % 59.8’ini alan Chavez, 2006’da yapılan başkanlık seçimlerini ise daha da ezici bir çoğunlukla (% 62.8) kazanarak gitgide iktidarını pekiştirdi. Son yapılan 2012 seçimlerinde de % 55.3’lük oy oranıyla, kendini günden güne tüketen kansere rağmen, başkanlık koltuğunda kalmayı başardı. Başkanlığı süresince birkaç referandum aracılığıyla anayasayı da değiştiren Chavez, Sosyalist Bolivarcı bir cumhuriyet kurmak istediğini hiç saklamadı. Muhalifleri tarafından anayasayı antidemokratik hale getirmek ve sürekli iktidarda kalmak için yasaları değiştirmekle suçlanıyordu. Ancak gözden kaçırılan nokta, Chavez’in 1999 anayasasının referandum ile halkın oyuna sunulmuş ilk Venezuela anayasası oluşuydu. Ayrıca 12 Nisan 2002’de kendisine karşı başlatɪlan ABD destekli darbe girişimi, Chavez’in arkasındaki sımsıkı halk ve ordu desteği karşısında iki günden fazla dayanamamıştı. Yani Venezuela halkı Chavez’i istiyordu.
Chavez öncesi Venezuela’yı demokratik olarak tanımlayanlar, 1970’lerde çoğu Latin Amerika ülkesi diktatörlük veya askeri rejimle yönetilirken, Venezuela’nın 1958’den beri onlar kadar otoriter bir rejim tarafından yönetilmemiş olmasını kasdediyor olmalı. Oysa, iktidarın biri merkez sol, biri merkez sağ iki parti arasinda gidip geldigi eski siyasi sistemi de demokratik kabul etmek mümkün değil. Çünkü bu sistemde halkın büyük çoğunluğuna, yani fakirlere, yer yoktu. İki parti de zengin beyaz elitlerden oluştuğu için siyasi katılım oldukça kısıtlıydı. Venezuela, tipik bir Latin Amerika ülkesi olarak, sosyal, ekonomik ve siyasi açıdan sömürge geçmişinin tüm izlerini hala üstünde taşıyordu. Nüfusun sadece % 20’sini oluşturan Avrupa kökenliler ülkedeki ekonomik ve siyasi gücün neredeyse tamamını elinde tutuyordu. Nüfusun geri kalanı (melezler, zenciler ve kızılderililer) ise ekonomik, sosyal ve siyasi hayatın ya dışında ya da alt basamaklarında yer alıyordu. Kısaca renginiz ne kadar koyu ise konumunuz o kadar aşağıda oluyordu. Chavez’in iktidara gelişi, popüleritesi ve iktidarda uzun süre kalışını işte bu açıdan anlamaya çalışmak gerekir. Chavez, melez bir alt sınıf üyesi Venezuelalı olarak, beyaz elit tabakanın iktidarını sona erdirmiş, hem alt sınıfların temsilcisi olmuş, hem de alt sınıflara ekonomik, sosyal ve siyasi pekçok yarar sağlamıştır. Siyaseti merkezileştirdiği, ya da muhalefetin gücünü kıran yasalar ve uygulamalar getirdiği doğru olsa bile Chavez’in iktidarda kalmasını sağlayan esas şey, fakir çoğunluğun desteğidir. Çünkü Chavez onlardan biridir ve bu kitlelere “umut” vermiştir. Bu sadece boş bir umut da değildir. Chavez iktidarı süresince Venezuela’da fakirlik orani % 50’den % 27’ye düşmüştür. Chavez bunu gelir eşitsizliğini azaltarak, iş olanaklarınɪ çoğaltarak ve çeşitli sosyal politikalarla başarmıştır. Yani Chavez’in solculuğu boş bir söylemden ibaret değildi. O karınları doyurdu, fakirlere eğitim fırsatı yarattı ve onlar için sağlık hizmetleri başlattı. Petrol gelirlerini yoksul halka daha önce hiç görülmemiş fırsatlar sunan kalkınma programlarına aktardı. Petrol karşılığı Küba’dan gelen doktorlar en yoksul gecekondu mahallelerinde göreve başladı. Sokak çocukları için programlar yapɪldɪ. İşçilere “Che Guevara” atölyelerinde mesleki eğitim sağlandı. İşsiz nüfusa çeşitli kamu projelerinde (ağaçlandırma gibi) istihdam yaratıldı. Yüzyıllardır unutulmuş olan fakirler artık görünür olmuşlar, hatta güç kazanmışlardı. İşte Chavez’i Venezüela’da bu kadar popüler yapan bunlardı.
2002’de Chavez’e karşı yapılmaya çalışılan darbe esnasında “sözde” demokrasi yanlılarının bu girişime alkış tutması oldukça can sıkıcıydı. O zamanlar Meksika’da yaşıyordum ve darbeyi saati saatine izlediğimi hatırlıyorum. 1970’lerdeki CIA destekli darbelere birebir benzeyen bu girişimin o kadar çabuk bozguna uğraması mucize gibiydi. Bu girişimden yaklaşık bir ay evvel bir BM zirvesi için Chavez Meksika’ya gelmişti. Kampüsümüzdeki (Tec de Monterrey) Venezuelalı öğrenciler Chavez’i protesto etmek için bir eylem düzenlemişti. Bu özel üniversitede okuyan ögrenciler doğaldır ki iktidarı Chavez’e kaptırmış o % 20’lik zengin tabakadandı. Chavez onlara iktidarın artık ellerinde olmadığını hatırlatıyordu, ve tabi bunu kabullenmeleri çok zordu. Venezuela’daki Chavez’e muhalif grupların büyük çoğunluğunun da probleminin bu olduğunu görmek gerekir. Bu ideolojik bir savaştan cok sınıf (ve ırk) savaşı. İktidarı kaybeden beyaz burjuva sınıfının darbeye kadar varan iktidarı geri alma çabalarına karşın, iktidarda ilk kez temsil edildiğini, ilk kez sözlerine kulak verildiğini gören çoğunluğun eski günlere dönmeme mücadelesi... Bir Amerikan gazetesinde okumuştum sanırım. Chavez yanlıları ve Chavez karşıtları karşılıklı protesto yapıyorlarmɪş --ki bu karşılıklı protestolar Venezuela’da çok olağan hale gelmişti. Chavez karşıtı gruptan biri muhabire aynen şöyle demiş: “Biz güzeliz. Bir de Chavez yandaşlarına bakın; hepsi ne kadar çirkin, görmüyor musunuz?” Bunu okuduğumda mideme bir ağrı girmişti. Karşı tarafın bu kadar ötekileştirildiği, ırkçılığın korkunç boyutu ancak bu kadar doğrudan ve açık ifade edilebilirdi sanırım. Beyaz olmayanlar çirkindi, Chavezciydi, ve onların ülkede söz hakkı olmamalıydı. “Güzel” azınlık “çirkin” çoğunluğa kaptırdığı iktidarı geri almak için herşeyi yapmaya hazırdı; darbeye de, ülkesine ihanete de… Tabi yüzyıllardır ülkenin tüm olanakları onların elindeydi. Şimdi bu çirkin fakirler iktidarındaki gelecekleri çok parlak değildi. Eskisi kadar rahat edemeyecekleri kesindi. Öte yandan, korkulanın aksine Chavez zenginlere o kadar da dokunmadı. Çoğu özel şirket yerli yerinde duruyordu. Medya şirketlerine karşı mücadele ettiği doğrudur, çünkü tüm özel medya kuruluşları o beyaz elit tabakanın elindeydi ve sürekli Chavez karşıtı propaganda yapıyorladı. Bazı medya şirket sahipleri darbe girişiminin de arkasındaydı. O yüzden Chavez özel medya kuruluşlarıyla gerçekten uğraştı ve kendi medyasını da yarattı. Bunun haricinde Chavez sadece ülkenin ve halkın çıkarları icin çok önemli sektorlerde bazi kamulaştırmalar ya da millileştirmeler gerçekleştirdi, ve ülke esasen karma ekonomi olarak kaldı. O sosyalist olmasını tercih ederdi ve söylediğine göre nihai hedefi de oydu, ama herşeyi demokrasi ile yapmaya çalıştığı için yaptığı her anayasa değişikliğini halkın oyuna sundu. Hatta 2007’deki referandumu kaybetti. Evet, halkın çoğu halkçı politikalarından memnundu ama görünen o ki çoğunluk sosyalist bir rejime, ya da ilelebet tek kişi iktidarına sıcak bakmıyordu. Yani Chavez’e desteğini veren halk, çok ileri gittiğini düşündüğünde onun önerilerini reddetme fırsatı da buluyordu.
Peki uluslararası arenada Chavez kimdi? Belki de Üçüncü Dünya’da herkesin beklediği kahramandı o. Herhangi bir üçüncü dünya ülkesinin hakkı yendiğinde ilk destek Venezuela (ve Küba)’dan geliyordu. Öyle ya, 2003’te Irak işgal edilirken kim en yüksek sesle buna itiraz ediyordu? Chavez bir yanda George Bush ile ağız dalaşına varan tartışmalara giriyor, öte yanda ABD’deki fakirlere ucuz yakıt dağıtıyordu. Ve ABD, Chavez’e karşı hissettiği tüm nefrete rağmen, aradaki petrol bağımlılığını kıramıyordu. İslami terörle, Orta Doğu meseleleriyle uğraşmaktan burnunun dibindeki bu “çıban başıyla” bir türlü yeterince uğraşamıyordu. Chavez uluslararası camiadan ABD ve yandaşları tarafından dışlanmış tum ulusları kucakladı: Filistinliler, Kübalilar, İranlılar, vb. Özellikle demokratik olmayan ülkelerle sıkı ilişki içine girmesi çok eleştirildi. Açıkçası ben de Ahmadinejad ile sarmaş dolaş hallerini hiç hazzetmedim. Fakat burada bu tip ilişkilerin temelinin demokrasi ya da rejim olmadığı, sadece Batı hegemonyasına karşı bir başkaldırış olduğu unutulmamalıdır. Amerikan hakimiyeti altındaki uluslararası sisteme karşı bir isyandı bu. Bu isyanın kıvılcımı Venezuela’da yandı ve yavaş yavaş Latin Amerika’nın büyük bir kısmına yayıldı. Örneğin, yüzyıllar sonra Bolivya’da da beyaz azınlığın iktidarı yıkıldı ve kızılderili fakir Evo Morales başa geldi. Arjantin, Ekvator, Nikaragua, hatta Brezilya derken Chavez’in Bolivarcı hareketi dalga dalga yayıldı. Sol iktidarlar birbirini kollamaya, ABD’ye, neoliberalizme, IMF’ye ve diğer emperyalist kurumlara karşı durmaya cesaret buldular. Latin Amerika adeta sömürge döneminde kaybettiği onurunu geri kazanıyordu ve belki de ilk kez Simon Bolivar’ın birleşme hayaline bu kadar yaklaşılmıştı. Ama öte yandan elit tabaka Latin Amerikalılar için Chavez bir öcüydü. Amerikan propagandası ile de pekiştirilen bu imaj, Latin Amerika’da herhangi bir ülke seçime gittiğinde, sol adayların oylarını düşürmek için kullanılan iyi bir koz haline geldi. Latin Amerika ülkelerinde sol adaylar iktidara geldiğinde birer Chavez olacakları ve yatırımcɪların kaçacağı korkusu yaratılmaya özellikle uğraşıldı ve Meksika gibi bazı yerlerde başarılı da oldu.
Gelelim Chavez’in eksilerine… Öncelikle o da yüksek oylarla seçim üstüne seçim kazanan her siyasi figür gibi megaloman bir psikoza girdi demek herhalde yanlış olmaz. Kendi şahsiyetini öyle büyüttü ki vaktini başlattığı sol hareketi kurumsallaştırmaktan çok, iktidarda daha uzun kalmaya harcadı. Venezuela’da sol bir rejim kendisi olmadan olamazmış gibi davrandı. Yani aslında siyaseti aşırı merkezileştirdiğini söyleyenler hiç haksız sayılmazlar. Her kararı neredeyse kendi verir hale geldi. Böylece başta yanında olan solcu entellektüelleri kendinden uzaklaştırdı. Hiçbir eleştiriyi kabul etmiyordu, bu eleştiriler sevgili halkından geliyor olsa dahi... Eleştiriye tahammülsüzlüğü onu diktatör olmakla itham edenlerin eline koz veriyordu. Halbuki esas önemli olan sosyalist bir rejim, ya da en azindan halkçılık idiyse Chavez kendini bu kadar merkeze koymamalı, arzu ettiği sistemi kuracak ve devam ettirecek kurumları yaratıp ön plana çıkartmalıydı. Bu fazla yapılmadığı için şimdi Chavez ölünce Venezuela siyasetinin nasıl bir yola gireceğini bilmek zorlaşıyor. Onun kadar karizmatik bir lider bir daha gelemeyeceğine göre, kendisi bir kahraman olarak anılmaya devam ederken arkasında bıraktığı rejim zamanla yozlaşarak geriye gidebilir. İkinci eleştirim de toplumda yarattığı kutuplaşma üzerine olacak. Kuşkusuz ki Chavez rejimi, nam-ı diğer Chavismo, populist bir sistemdi. Chavez sol populist bir iktidar yarattı. Ne yazık ki her populist rejim gibi o da halkı bir daha çok zor bir araya gelecek bir şekilde iki kutuba böldü. Birbirinden nefret eden ve karşı tarafı kendi varlığına en büyük tehdit olarak gören iki grup… Burada rahatlatıcı tek şey bu iki grubun aslında Venezüela’da zaten hiç bir araya gelmemiş olması. Chavez biraz olsun bu iki grubu bir araya getirmeyi başarsa belki arkasinda bu kadar kutuplaşmış değil, daha barışık bir Venezuela toplumu bırakmış olacaktı. Tabi halen çözülememiş yüksek suç oranı, azalsa da devam eden fakirlik ve yolsuzluk, ve artan silahlanma problemlerini de unutmamak lazım. Ve eğer petrol olmasaydı, iktidarının çoğu süresince petrol fiyatları yüksek olmasaydı Chavez bu kadar başarılı olabilir miydi? Muhtemelen olamazdı, ama bu şartlar vardı ve bu şartlar içinde o petrol gelirlerini başka türlu değil de fakir Venezuelalılar ve diğer fakir dünya insanlarıyla paylaşmayı tercih etti.
Sonuç olarak Chavez belki mükemmel değildi ama Venezuela’daki fakirlerin ve dünyada sesi duyulmayan halkların kahramanı olarak öldü. O yüzden ölümü sadece Venezuelalıları değil, dünyanın dört bir köşesindeki insanları, hatta pek çok Kɪbrɪslɪyɪ dahi üzdü. Chavez’in ardından üzülmeyenler, dünyadaki “beyaz” iktidarlar (ya da iktidarı kaybetmiş “beyazlar”), ve Gramsci’nin deyimiyle hegemonyanın iktidarına razı olmuş ya da yoğun karşı propagandanın esiri gruplardır.
------------
CIA Factbook, https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/ve.html.
Richard Fausset, Chris Kraul and Mery Mogollon, “Among Venezuela's poor, Hugo Chavez 'will never be forgotten'” Los Angeles Times, 7 Mart 2013.