Evren İnançoğlu
evrenin55@hotmail.com
Avusturyalı usta yönetmen Michael Haneke kendisiyle yapılan bir söyleşide televizyon dizisi yapmayı düşünmediğini söyler ve "Avusturya'da çok kötü diziler yapılıyor. Amerika'da yapılan HBO tarzı dizilerin bazıları ise sinema filmlerinden daha iyi", diye ekler. 2000'li yılların başından itibaren televizyon dizilerin kalitesinin ve bu dizilerin izleyici sayısının artması, sektörün büyüyüp gelişmesine neden oldu. Bunun bir sonucu olarak sinemadan tanıdığımız bir çok usta yönetmen ve oyuncu sinemadan televizyona transfer oldu. Wachowski kardeşler, Cohen kardeşler, Guillermo del Toro, David Fincher, Kevin Spacey sinemadan televizyona transfer olan ünlü yönetmen ve oyunculardan akla ilk gelenleri. Son olarak "Seven" ve "Fight Club" gibi kült filmlerin yönetmeni David Fincher'in pek yakında yeni bir gerilim dizisi daha yapacağı duyuruldu.
Birçoklarına göre televizyon tarihinin gelmiş geçmiş en iyi dizilerden biri olan 2002 yapımı "The Wire" televizyonun yeni bir altın çağının habercisi gibiydi. Son on beş yıl içerisinde çok sayıda kaliteli dizi izleyicileriyle buluştu. Bunlardan "Game of Thrones" global bir fenomen haline geldi. Afrikalılar, Asyalılar, Avrupalılar, Amerikalılar, Avustralyalılar din, dil, millet fark etmezsizin bir çok kişi bu dizinin bağımlısı oldu. Dizi seyredilme rekorları kırdı. Dizinin gelecek bölümleriyle ilgili tahminler yapıldı. Dizinin bazı karakterleri gönüllerde taht kurarken bazılarına karşı nefret beslendi.
George R.R. Martin'in yazdığı fantastik roman dizisinin televizyona uyarlaması olan Game of Thrones aşina olduğumuz aşk, entrika, iktidar, ensest, tutku gibi konuları fantastik bir dünyada başarıyla ele alıyor. Dizide ne olacağını kestirmenin zor olması ve bir çok ana karakterin zamansız ölümü bu yönleriyle de diziyi diğerlerinden farklılaştırdı.
Dizi hayatın gizli ya da açık bir anlamının ya da bizim algılarımızı aşan bir özün, sabit bir gerçeğin olmadığını, yaptığımız seçimlerle geleceğimizi kendimizin belirlediğini ve anlamı da yine kendimizin kurguladığını söyleyen kıta felsefesinin bilgeliği ile örtüşen göndermeler barındırır. Bu bağlamda, karanlık ama bilge karakterlerden Serçe Parmak'ın (Little Finger) "Kaos bir kuyu değil bir merdivendir. Bir çok kişi tanrılara, aşka ulaşmak için bu merdivene tutunurlar. Oysa gerçek olan tek şey merdivendir. Önemli olan yegane şey tırmanmanın kendisidir" der. Dizinin yedinci sezonunda bir başka karakter John Snow'a " Düşman her zaman kazanır. Ölüm ilk ve son düşmanımızdır. Ama yine de savaşmalıyız" der. Bu sözler bize ünlü ve tartışmalı Alman filozof Heidegger'in ifade ettiği gibi "ölüme doğru varlıklar" olduğumuzu hatırlattığı gibi, ölümün olduğu bir dünyada her şeyin absürt ve anlamsız görünmesine rağmen kendi amaçlarımızı kendimizin yaratmamız gerektiği şeklindeki varoluşsal felsefeye de gönderme yapar. Felsefik okumaları bir tarafa bıraktığımızda ise karşımıza son derece eğlenceli, en son teknolojinin kullanımıyla görsel bir şölene dönüşen, ejderhalar ve devlerle fantazilerimizin ve hayallerimizin limitlerini zorlayan, aşk, cinsellik, iktidar, ensest gibi konuları kendine has bir şekilde ama kesinlikle sıkıcı olmadan ele alan bir diziyi ortaya çıkıyor.
2017 yıl içerisinde ilk sezonlarını izlediğimiz iki distopya dizisi ön plana çıktı. Bunlardan biri ünlü feminist yazar, romancı Margaret Atwood'un "The Handmaid's Tale"(Damızlık Kadınlar) romanından uyarlanan aynı isimli dizi, bir diğeri ise 1973 yapımı bir film olan "West World"un dizi olarak aynı isimle tekrardan yorumlandığı dizidir. The Handmaid's Tale'de gelecekte Amerika Birleşik Devletleri'nde muhtemelen çevre kirliliği ve diğer olumsuz gelişmeler sonucu insanların doğurganlığının azaldığı bir dönemde şartları bahane edip olağanüstü hal ilan eden, otoriter ve baskıcı yönetimin kendisine baş kaldırmaya çalışan herkesi en acımasız bir şekilde cezalandırıldığı bir gelecekte geçiyor. Dizide bazı kadınlar damızlık birer köleye dönüştürülüyor. Feminist okumasının yanında baskıcı bir yönetimin ne kadar ileri gidebileceği ile ilgili ip uçları da veren dizi izleyenleri dehşet içinde bırakıyor. Dizinin bence önemli ayrıntılarından biri ana karakterin gördüğü dehşeti başkalarının okuması umuduyla gizli olarak tuvalet duvarına yazdığı sahnedir. İnsanlar yaşadıkları kötü şeylerin diğerleri tarafından bilinmesi gerektiğini düşünmesi tutarlı bir Lacancı "büyük öteki"nin varlığına dayandırmaktadır. Ünlü Fransız piskanalist Lacan'a göre ise böyle bir büyük öteki mevcut değildir, büyük öteki sadece bir kurgudur.
Öne çıkan bir diğer distopya dizisi West World ise robotların bilinç kazanıp insanlara başkaldırmasının mümkün olup olmadığını ele alırken aynı zamanda insan olmanın ne demek olduğu, bilincin nasıl kazanıldığı, insanı diğer canlılardan ya da yapay zekalı robotlardan ayıran şeyin ne olduğu soruları etrafında dolaşıyor. İzleyiciler robotların kendi bilinçlerini geliştirdiklerini ve bu doğrultuda özgür kararlar aldıklarını düşündükleri bir anda aslında bunun da önceden kurgulanmış bir programın sonucu olduğu kuşkusuna düşüyor. Hasılı, robotların kendi bilinçlerini geliştirip özgür irade ile karar verebilmelerinin mümkün olup olmadığı, bizim için olduğu kadar dizi için de bir muamma olarak kalmaya devam ediyor. En azından birinci sezonun sonuna kadar.
Sinemadan televizyon dizilerine transfer olan bir başka ünlü yönetmen ise David Lynch'dir. Yıllardır film ya da televizyon dizisi yapmayan David Lynch "Twin Peaks-return" ile geri döndü. Aslında bu David Lynch'in ilk televizyon dizisi değil. Bu dizi Lynch'ın yıllar önce çektiği "Twin Peaks" isimli dizinin ve bu diziden sonra yaptığı "Twin peaks " filminin bir devamı niteliğinde.
"Mulholland Drive" "Lost Highway" gibi anlaşılması zor, fantazi ile gerçeğin, rüya ile gerçekliğin arasındaki sınırın muğlaklaştığı filmlerin yanında "Blue Velvet" gibi harika bir film noir çeken Lynch ilkinden yirmi beş yıl sonra çekilen devam niteliğindeki dizide mümkün olduğunca aynı karakterleri kullanmış. Yirmi beş yıl önce Twin Peaks kasabasında popüler ama sorunlu lise öğrencisi Laura Palmer'in öldürülüşünü ve bu cinayeti araştırmak üzere ajan Cooper'in kasabaya gelişini konu alan dizinin ve Laura Palmer cinayetini konu alan filmin devamı niteliğindeki dizide aynı karakterlerle yirmi beş yıl sonrasına gidiliyor. Aradan geçen uzun zamana rağmen Laura Palmer cinayetinin gizemi adeta bütün kasabayı etkisi altında tutmaya devam ediyor. Dizinin birincisinde Laura Palmer cinayetini araştırırken kayıplara karışan Ajan Cooper'ın esrarengiz bir şekilde kasabaya geri dönmüştür dönmesine ama bilinci yerinde değildir ve Dogie isimli bir sigortacının hayatını yaşamaktadır. Cooper'a benzeyen Dogie isimli sigortacı ile birlikte bir üçüncü Cooper benzeri karakter ise bölgede dolaşıp dehşet ve kötülük saçmaktadır. Bilincini geri kazanmaya başlayan ajan Cooper, kasaba şerifi, FBI ajanı, ve kasabanın sakinlerinin fantezi ile gerçeklik arasında gidip gelen hikayeleriyle David Lynch bizi yine sıra dışı bir serüvene davet ediyor.
Bir noktadan sonra Laura Palmer'i kimin öldürdüğünün, neyin gerçek, neyin rüya, neyin fantazi olduğunun bir anlamının kalmadığı dizinin yönetmeni David Lynch'in gerçekliğin daha ilk başta bir kurgu içinde oluştuğunu, gerçeklikten kurguyu çıkarmamız halinde "gerçeğe" ulaşmayacağımızı, tam aksine gerçekliğin kendisini kaybedeceğimizi söyleyen Zizek'in en sevdiği yönetmenlerden olmasına şaşmamak gerek. Anlam veremediğimiz bir çok olay karşısında, hayatın çelişkileriyle baş edebilmek için sürekli olarak kurgular yarattığımızı, çoğu zaman gerçek olarak düşündüğümüz şeylerin bütünlüğünü ve tutarlılığını ürettiğimiz kurgu ve fantazilerle sağladığımızı düşünecek olursak bu bağlamda belki de en gerçekçi film ve diziler paradoksal olarak, absürt ve gerçekçi olmayan filmler yaptığı söylenen David Lynch yapıyordur belki de.
Beğeni kazanmış televizyon dizileri Game of Thrones, Twin Peaks: Return, Westworld ve The Handmaid's Tale ile sınırlı değil şüphesiz. Son on beş yılda milyonlarca dünyalı tarafından beğeniyle izlenmiş Mad Men, House of Cards, Battle Star Galactica, The Sopranos, The X Files, Breaking Bad gibi diziler birçoklarımızın hafızasında önemli izler bırakmıştır. Bu soru ise hâlâ güncelliğini korumaktadır: Laura Palmer'ı kim öldürdü?