“Lefkoşa dönüşüp değiştirken...”

Sevgül Uludağ

Ulus Irkad

(Ulus Irkad, 50-60 yıl önce Lefkoşa’da hayatının geçtiği mahalleleri hatırlıyor: Küçük Kaymaklı’nın Standart Belediye Evleri ve başka mahalleleri... Yazısını teşekkürlerimizle paylaşıyoruz... S.U.)

Geçen hafta ailemizden birinin küçük bir sağlık sorunu için mecburen yaklaşık bir hafta Lefkoşa’da kaldık. Pek tabii ki 50-60 yıl önce hayatınızın geçtiği bazı mahalle ve bölgeleri görünce nostaljik duygular ve geçmişe gitmeler de oldu. Mesela bir bankamatikten para çekmek için Küçük Kaymaklı’nın standart (Belediye) evlerinin bulunduğu bölgeye girmek mecburiyetinde kaldım. Bu arada elbette hafızam beni 1963-64 yılları öncesinde bu bölgede kaldığım günlere götürdü. Standart Belediye evlerinin o küçücük balkonlarında henüz 5-6 yaşlarındayken (1962-63 yılları) sırf tüm günümü orada geçirmek ve dışarıya çıkmamam için götürdüğüm kurşun askerlerim ve oyuncaklarımla oynamam geldi aklıma. Kurşun askerlerimi ve oyuncaklarımı konuşturup kendimce senaryolar uydurup oynarken, bu sırada küçük halamın beni dikkatle dinlediğini hatırladım. Evet, ben oyuncaklarımı konuşturmakta ve onlara senaryolar uydurmaktaydım. Belki de öykü yazımımın ilk temrinleriydi bunlar. Tabii ki Ahmet amcamın çocuklarıyla da dışarıya çıkar, ta Regis Fabrikasının bulunduğu cadde sonundaki yerlere giderdik. Karşımızda kocası ölmüş ama bizim yaşlarımızda çocukları olan bir teyzemiz vardı. Geceleri onların evlerine gider, televizyonlarını izlerdik kardeşimle. Peyton Place, Bonanza, Robin Hood ve Lucille Ball filimleri rağbetteydi. Cuma geceleri de Türkçe filimleri kaçırmazdık. Hafta sonları Çocuk Bahçesindeki Luna Park ve Resa abinin meyveli-çilekli dondurmalarını nasıl unuturum ki?

KÜÇÜK KAYMAKLI’DAKİ HAYAT

Nenem sabahları kalkar, Lefkoşa Havaalanı yakınlarında bulunan İngiliz evlerine çalışmaya giderdi. Bu arada İngiliz aileleri de çocuklarının atacakları oyuncaklarını neneme verirler nenemiz de bu oyuncakları bizlere getirirdi. Sepet dolusu oyuncaklarım olur ve oyuncak depomu bu gelen oyuncaklarla doldururdum. Evet, Küçük Kaymaklı’dayım ama o eski anılar artık yok. Geçmişe dönmek istesem de artık geçmiş eskisi gibi değil. Ne şimdi ne de geçmiş o zamanı andırmıyor. Lefkoşa sosyal, ekonomik, kültürel ve de demografik olarak çok dönüşüp değişmiş. Genelde Türkiye, Afrika, Sri Lanka,Vietnam, Tayland, Çin ve Türkmenistan’dan gelen işçiler suparmarketlerde ve işyerlerinde çalışıyorlar (Başka ülkelerden olanlar da var mesela ta Gürcüstan’dan emekçiler de buralarda çalışmakta.) Tabi bir karma insan yığını var ve tabi ki çok-kültürlülükle zenginleşmiş ve elbette planlanması gereken bir yaşam..

HER SABAH KIZILBAŞ’TAN MAARİF STADYUMUNA YÜRÜYORDUM

Kızılbaş tarafında Domuzcular Burnu’nda kalabalık nüfusu da taşıyan yeni bir okul; “Esin Leman Okulu.” Yüzlerce öğrencisi var. Daha ileride Eziç Restorant’ın yanında o sıkışık trafiğin aktığı veya park bulmakta güçlük çektiğimiz yerde de Bülent Ecevit Anadolu Lisesi var. Öğrenciler okul paydosunda yolları doldurmuşlar. Lefkoşa kalabalık... Hem şehir yaşantısı, hem eğitim, hem ekonomik hem de kültürel olarak planlanması gereken bir şehir. Ama sadece Lefkoşa’nın değil Lefkoşa sadece bir mikrokozm… Ya bir zamanlar içinde 4000 insanın yaşadığı ama şu anda 150 bin insanın yaşadığı söylenen Girne? Ya Mağusa? Ya Yeni İskele? Yeni İskelede nüfus ve beton patlamasından dolayı denizin de bu patlama ve dolayısıyla arıtma tesisleri eksikliğinden kirlenmesi… Deniz kahverengiye dönüşmüş. 2030’a kadar Yeni İskele, Boğaziçi ve Mağusa’da bir milyon altıyüz insanın yaşayacağı söylenmekteydi ama şu anda Güney’deki tutuklamalarla bu ne durumda bilmiyoruz. Piyasada ev satışlarının Güney’deki tutuklamalar doalyısıyla düştüğü ve de bankalardaki para akışlarının da düştüğü söylenmekte…

ESİN LEMAN OKULU’NUN ÖNÜNDEN KERMEOĞLU RESTORANTININ ÖNÜNE ÇIKIYORDUM

Esin Leman Okulu’ndan sonra ara sokaklardan Maarif Kolleji Stadyumuna giden uzun yolu yürüyordum. Etrafta terkedilmiş bazı evler, yıkılmış viran halde binalar ve pek tabi ki çok katlı yeni yapılmış binalar görmekteydim. Kuzey Kıbrıs’ta sadece Lefkoşa değil tüm şehirler şu anda aynı manzaraları sergilemekte. Patlayan nüfusla birlikte yeni apartmanlar ve pek tabi ki okullar da inşa edilmekte. Yeni nüfusu yerleştirmek için daha yeni apartmanlar inşa edilmesi lazım. Bu arada süpermarketler de bayağı çoğalmış. Tabi ki bu süpermarketlerde en önce Türkiyeli, Türkmenistanlı ve de Kıbrıslı Türkler de çalışmakta. Elbette yeni çoğalan nüfusla birlikte sosyal, kültürel ve ekonomik sorunlar da başgöstermekte. Sosyal ve kriminal suçlar da artmakta. Gazete haberlerine baktığınızda uyuşturucu, trafik ve de alkol fazlalığından meydana gelen şiddet içeren suçlar da başı çekmekte. 2018-2023 yılları arasında şehirleşme ve betonlaşma olurken arıtma tesisleri, kanalizyon ve de yeni gelecek nüfusun sosyal, kültürel, eğitim ve daha birçok ihtiyaçlarının giderilmesi için önlemlerin artırılması ve  şehirler oluşurken bu eksikliklerin giderilmesini Mağusa Bölgesi için önermiştim. Bugün eğitimde okullarda Türkçe bilmeyen öğrencilerin sorunları konuşulmakta.

MAARİF STADYUMU’NDA YÜRÜRKEN

Maarif Stadyumu’na yarım saatlik bir yürüyüşten sonra varmakta ve orada da iki tur atıp tekrar geri dönmekteydim. Saat sabahın yedisinde orada yürüyenlerin geneli benim gibi orta yaşlı veya ihtiyar kesimden insanlardı. Bir erkek grubu önümde yürürken konuşmalarına kulak kabarttım. Daha fazla konuştukları konular aynen bizim Mağusa’da deniz kenarında yürürken konuştuğumuz konulardı; “Kolestorol, Kolesterol hapı, Şeker hapı ve faydalı yiyecek veya baharatlar mesela zerdeçal gibi…”

Bir haftalık sağlıktan dolayı Lefkoşa’da zorunlu tatilim sırasında gözlemlediklerin bunlardı.

Lefkoşa hızla dönüşüp değişmekte…

Eski Lefkoşa'dan geride kalanlar... Foto, Old Nicosia Revealed...

Eski Lefkoşa'dan geride kalanlar... Foto Old Nicosia Revealed...


***  BASINDAN GÜNCEL...

“Lübnan savaşı: İsrail’in yorgun ordusu için bir imaj kurtarma çabası...”

Sophia GOODFRIEND/+972 MAGAZINE

(İsrail ve Filistin’deki otomatikleştirilmiş savaş üzerine yazan bir antropolog olan Sophia Goodfriend tarafından kaleme alınan ve +972 Magazine’de yayımlanan bu makaleyi Eylül 2024 bianet stajyerlerinden Ege Tonga çevirdi. Özetle paylaşıyoruz...)

İsrail, dünyayı büyük ölçüde şaşırtan bir saldırıda Hizbullah üyeleri tarafından taşınan binlerce çağrı cihazını patlattıktan sonra, şimdi Lübnan’a yönelik kanlı bir hava ve kara saldırısı başlattı. 23 Eylül’den bu yana İsrail hava saldırıları, aralarında yüzlerce kadın ve çocuğun da bulunduğu 1000’den fazla insanın hayatını kaybetmesine neden oldu. Bu saldırılar, modern tarihinin en yoğun hava saldırılarından biri olarak nitelendiriliyor. Ülke genelinde bir milyondan fazla kişi yerinden edildi. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’a yönelik suikasta rağmen, İsrail’in saldırganlığı hız kesmeden devam ediyor.

Hamas liderliğindeki 7 Ekim saldırıları, İsrail’in Orta Doğu’daki nihai güvenlik devleti olarak imajına ciddi bir darbe indirdi. Bu durum, Gazze’deki uzun süreli gerilla savaşının da etkisiyle ortaya çıktı. Şimdi Lübnan’daki yeni çatışmalar, bu imajı yeniden canlandırma fırsatı sunuyor. Gazze’de olduğu gibi; ölüm ve yıkım, karmaşık istihbarat ağları ve algoritmik silah sistemleri tarafından destekleniyor ve bu unsurlar, imaj değişikliği için oldukça önemli. Nitekim İsrail ve uluslararası basın, çağrı cihazı saldırılarını ve Nasrallah suikastını, ordunun teknolojik üstünlüğünün bir kanıtı olarak övgüyle karşıladı.

Ancak İsrail, teknolojik üstünlük sergileyerek ne bölgesel güvenliği ne de kendi güvenliğini sağlama alabilir. Gösterişli Mossad operasyonları, algoritmalarla belirlenen hava saldırıları ve yapay zeka destekli savaş güçleri, dışarıdan bakıldığında cazip bir görüntü sunabilir; fakat arka planda, sona erdirme stratejisi olmayan bir savaş yürüten yıpranmış bir ordu bulunuyor. İktidarda kalma hırsıyla hareket eden politikacılar ve ilhak etme amacı güden generaller için bu, tam olarak istenen bir durumdur. Sonsuz savaş, siyasi çözümleri uzak tutarken, güvenlik de genişleme ve egemenlik hedeflerinin gölgesinde kalıyor...

DERİN PARÇALANMA VE AZALAN GÜVEN...

İsrail ordusu kendini sofistike bir yapay zeka süper gücü olarak tanıtırken, ordu içinde aşırı sağcı askerlerin sayısının açıkça artması ve bu askerlerin genellikle komutanlarının onayıyla ordu kurallarını çiğnemeleri, durumu daha da karmaşık bir hale getiriyor...  Askerler, eski değerleri yeniden sahiplenmeye çağıran Tuğgeneral Barak Hiram gibi köktendinciler ve Batı Şeria ile Gazze’yi ilhak etmeye istekli mesihçi politikacılar tarafından cesaretlendiriliyor. Batı Şeria’da protestocuları öldürmek için ateş açmak, Gazze’de ayrım gözetmeksizin bombalama yapmak, işgal altındaki topraklarda sivil altyapıyı buldozerlerle yıkmak ve Filistinli mahkûmlara işkence etmek gibi uygulamalar birer norm haline geldi.

Open University’nin Sivil-Asker İlişkileri Araştırma Enstitüsü Başkanı Yagil Levy, bu değişimleri yıllardır takip ediyor. Levy, +972’ye verdiği demeçte, “Askeri hiyerarşinin engellendiğini, askeri disiplinin zayıflatıldığını ve temel değerler üzerine anlaşmazlıkları olduğunu görüyoruz. Askeri yapının derinlerinde bir parçalanma var” dedi.

Geçtiğimiz yıl Gazze’deki çatışmalar bu sistematik sorunları gözler önüne serdi. Ocak ayında, yedek askerler ve aktif askerler Gazze’den kısmi çekilme nedeniyle protesto düzenledi ve Başbakan Binyamin Netanyahu’yu bölgeyi yeniden işgal etmediği için eleştirdi. Temmuz ayında ise, aralarında yedek askerlerin de bulunduğu 1.200 aşırı sağcı eylemci, Filistinli mahkûmlara tecavüz etmekle suçlanan askerlerin gözaltına alınmasını protesto etmek için Beyt Lid askeri üssüne baskın düzenledi. Bu ayın başlarında, 769. Tugay, Güney Lübnan’daki topluluklara tahliye bildirileri dağıtarak, tam kapsamlı bir saldırı başlatma umuduyla üst komutaya karşı isyan etti.

Gazze’deki istihbarat hataları, stratejik yanlış kararlar ve kalan rehineleri kurtarma konusundaki yetersizliklerin ardından gelen bu skandallar, ordunun İsrail’deki itibarını ciddi şekilde zayıflattı. Yaz aylarında yapılan anketler, İsraillilerin orduya olan güveninin ciddi ölçüde azaldığını ortaya koydu ve ülkenin güvenliğiyle ilgili endişelerin tarihindeki en yüksek seviyeye ulaştığını gösterdi.

Şu anda, iç bölünmeler ve asker alımındaki sorunlar arasında, Lübnan’daki savaşı genişletmek orduya kaybettiği prestiji geri kazanma fırsatı sunuyor. Levy, çağrı cihazı saldırısı hakkında, “Bu, İsrail halkının hayran olduğu askeri güç” dedi. Bu operasyon, Mossad ve askeri istihbaratın yıllarca süren hazırlıklarıyla yapılan, teknolojik olarak benzersiz bir eylemdi.

Yurt dışında, Lübnan’daki kıyamet gibi sahneler İsrail’in savaş suçları işlediğine dair iddiaları güçlendirirken, İsrail içinde durum çok farklı bir şekilde karşılandı. Tel Aviv sokaklarında insanlar coşkuyla dans etti, sosyal medya platformlarında zaferi kutlayan mizahi paylaşımlar yapıldı ve kablolu televizyonlarda zafer ilanları yayımlandı. Levy, Lübnan’daki askeri harekâtı ve bunun nasıl algılandığını değerlendirirken, “Bu, 7 Ekim’de başarısız olan ve Gazze’de bitmek bilmeyen bir savaş yürüten ordudan çok uzak” dedi.

Levy’nin ifade ettiği gibi, “Bu güç gösterisi ile İsrail’in siyasi hedeflerine ulaşma arasında net bir bağlantı yok.”

Eğer ordunun yapay zeka destekli silah sistemleri ve son teknoloji gözetim yetenekleriyle yaptığı kutlamalar, dikkatleri kendi iç sorunlarından başka yerlere çekerken, aynı zamanda Gazze savaşının siyasi hedeflerini de gizliyor. Bu hedefler, Benyamin Netanyahu’nun iktidarını pekiştirmek ve sağcı koalisyonunun yayılmacı hedeflerini ilerletmekten oluşuyor. Bu koalisyon, ‘Büyük İsrail’ üzerindeki egemenliği elde etmenin tek yolunun sonsuz şiddet olduğuna inanıyor.

Lübnan’daki savaş, mevcut hükümete olan desteği daha da artırdı ve Netanyahu’nun Likud Partisi, Kanal 12’nin son anketine göre seçmenler arasında belirgin bir çoğunluk kazandı. Bu ilkbahar ve yaz döneminde, Gazze’deki savaş devam ederken Tel Aviv'de on binlerce protestocu, başbakanın istifasını talep etmek için sokağa döküldü; ancak kuzeydeki saldırganlık geniş çapta destek buldu. İşçi Partisi ile Meretz’in yeni Siyonist-sol birleşiminin lideri olan Yair Golan, Gazze stratejisini sert bir şekilde eleştirmesine karşın, Güney Lübnan’ın işgali için çağrıda bulunarak sağcıların çoğunu geride bıraktı.

Ancak Lübnan’daki yıkımı takip edenler, ordunun son bir yıldır Gazze’de kullandığı taktik ve teknolojilerin aynısını burada da uyguladığını belirtiyor. Uluslararası Kriz Grubu’nun Irak/Suriye/Lübnan projesinden sorumlu Heiko Wimmen, +972’ye verdiği demeçte, “Gazze'de ordu, üst düzey bir operatörü hedef alırken onlarca veya yüzlerce sivili öldürdü. Şimdi bu tarz bir savaşın Lübnan’a taşındığını görüyoruz” dedi...

Paris’teki Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nde (IRIS) araştırma görevlisi olarak çalışan ve Beyrut ile Paris’te yaşayan Karim Emile Beitar, son iki haftada yaşanan şiddet hakkında +972’ye şunları söyledi: “Bir tür distopyada yaşıyor gibiyiz. Hassas saldırılar olarak adlandırılan şey; kadınları, çocukları, yaşlıları, ambulansları, okulları, kiliseleri ve hastaneleri hedef alan ayrım gözetmeyen saldırılar gibi görünüyor.”

Ölüm sayısının artması, bölgesel savaşı tırmandırmaya kararlı gibi görünen bir ordu için belki de asıl amaç haline gelmiş durumda. İsrail savunma teşkilatı, uzun süredir gerçek operasyonel kazanımlar yerine ölüm sayılarını askeri etkinliğin ana ölçütü olarak sunuyor. Bu kanlı çatışma, İsrailli sivilleri ülkenin kuzeyine ve güneyine geri döndürmeyi başaramadığı gibi, Gazze’de tutulan rehineleri de kurtaramadı. Yeni bir askeri cephenin açılmasıyla birlikte bu rehineler adeta unutulmuş ve terkedilmiş durumda.

“İSRAİL’İN LÜBNAN’DAKİ HER İŞGALİ, TERS TEPTİ...”

İsrail ordusunun Güney Lübnan’daki kara harekâtı devam ediyor. Bu son çabanın, imajını yeniden canlandırma açısından ne kadar başarılı olacağı henüz belirsiz. Eski askeri yetkililer, İsrail’in savaş gücünde yaşanan bölünmeler ve işlevsizlik hakkında uyarıda bulunmaya devam ediyor. Tarih de gösteriyor ki, bu sorunlar, kuzeydeki komşusuna yapılacak bir işgalde daha fazla kayıp vermelerine yol açabilir... İsrail’in 1982 ve 2006 yıllarında Lübnan’da gerçekleştirdiği işgaller, çok yüksek sivil kayıplara neden oldu ama Hizbullah ve diğer Filistinli milisleri yok edemedi. Aksine, Hizbullah, 1982’deki İsrail işgaline karşı direnmek amacıyla kuruldu ve 2006’daki 34 günlük savaştan sonra gücünü daha da pekiştirdi...

Ateşkes önerileri, İsrail’in belirttiği savaş hedeflerine ulaşma konusunda bazı maddeler içeriyordu: Rehinelerin serbest bırakılması ve çatışmalar nedeniyle yerinden edilenlerin evlerine dönmesi. Ancak Netanyahu ve müttefikleri, uzun zamandır İsrail’in yalnızca ‘kılıçla yaşayabileceğini’ belirtiyor ve bu yüzden bölgesel çatışmalara yönelik diplomatik çözümleri sürekli olarak sabote edip İran’la tırmanan bir çatışmaya yöneliyor.

Bir yıllık istihbarat açıklarına ve askeri başarısızlıklara rağmen, teknolojik üstünlük gösterileri, İsrail’deki birçok insanı bu saldırganlığın sürdürülebilir olduğuna inandırmaya devam ediyor. İçeride başarısız stratejiye karşı kitlesel protestoların olmaması ve dışarıdan gelen diplomatik baskının en iyi ihtimalle zayıf kalması, kan dökülmesinin artarak devam etmesine zemin hazırlıyor. En azından, iktidardakilerin umduğu şey bu.

(BİANET.ORG – Sophia Goodfriend - +972 Magazine - 8.10.2024)