Tuncer Bağışkan
Enorasis Kulübünün düzenli olarak gerçekleştirdiği gezi programları çerçevesinde güney Lefkoşa’daki Kıbrıs Arkeoloji Müzesi’ni 30.Kasım.2013 tarihinde ziyaret etmiştim. Burası bir müze olmanın ötesinde, 1889 yılında oluşturulmaya başlanan çok zengin bir arkeoloji kütüphanesine sahip olması itibarıyla seçkin mekânlar arasında yer aldığını da belirtmem gerekiyor.
MÜZEYİ İLK ZİYARETİM
1953 – 1964 yılları arasındaki ilk, orta ve lise öğrencilik yıllarımda öğretmenlerimizin bizleri bu müzeye götürmediklerini rahatlıkla söyleyebilirim. Bunun nedenini ise yıllar sonra öğrenebildim. Nedeniyse müzede sergilenen arkeolojik eserlerin Rum kültüne ait olduğuna inanılıyor olmasıydı. Nitekim bunun bir sonucu olarak Kıbrıs’ta Türk kültürünün varlığına vurgu yapmak amacıyla harekete geçen zamanın Türk Cemaat Meclisi, Mevlevi Tekke şeyhi Şamlı Selim Dede’nin 1954 yılında vefatından sonra kullanım dışı kalan tekkenin Kıbrıs Türk Müzesi’ne dönüştürülmesi kararı almış, böylece burada yapılan düzenlemelerle oluşturulan müze 30.Nisan.1963 tarihinde ziyarete açılmıştı.
Kıbrıs arkeoloji müzesini ilkin 1971 yılının Haziran ayında ziyaret etmiştim. O sırada Üniversite mezuniyet tezimi “Kıbrıs’ta Salamis Heykeltıraşisi” üzerine aldığımdan bu heykelleri inceleyip fotoğraflarını çekmem gerekiyordu. Böylece zamanın Dairesi müdürü Vasos Karageorgis ile asistanı arkeolog Dimos Christou’dan izin aldıktan sonra, Salamis heykellerinin sergilendiği Maraş Arkeoloji Müzesi, Salamis harabeleri ve bu müzeyi tez çalışmalarım süresince ziyaret etmiştim.
LEFKOŞA’DA İLK ARKEOLOJİ MÜZESİNİN AÇILMASI
Osmanlı dönemi ile İngiliz Sömürge İdaresinin ilk yıllarında Lefkoşa’da herhangi bir arkeoloji müzesi yoktu. O sırada izinli veya kaçak olarak gerçekleştirilen kazılardan sağlanan eski eserlerin büyük bir bölümü yurtdışına kaçırılırken, bazı kazılardan devletin payına düşen eski eserler ise değişik hükümet binalarında muhafaza edilmekteydi. Eski eserlerin sürekli olarak yurtdışına kaçırılması nedeniyle Lefkoşa’da bir müze açılmasını talep eden Kıbrıs’ın Türk ve Rum toplumlarının dini liderlerinden oluşan bir heyet, bu yöndeki taleplerini içeren dilekçelerini 1882 yılında zamanın Yüksek Komiseri Sir Robert Biddulph’a sunarlar. Böylece Yüksek komiserin onayı üzerine ilk kez 15.6.1882 tarihinde kalıcı milli bir kurum olarak “Kıbrıs Müze Komitesi” oluşturulur. Daha sonra bir müzenin oluşturulması için Viktorya (şimdiki Şehit Salahi Şevket) sokağındaki Maronit asıllı George Athanassi Mozeras’a ait 7 numaralı ev, yıllık 21 lira kira ödenerek kiralanır. Böylece çeşitli dairelerde korunan yaklaşık 6000 civarında eski eser 16.12.1889 tarihinde bu binaya taşındıktan sonra burası 1891 yılında bir müze olarak ziyarete açılır. 1836 yılında inşa edilen ve iki katlı olan bu binanın alt ile üst katlarındaki odalar sergileme amacıyla kullanılırken, üst kattaki bir oda ise kütüphane ile Müze Komitesi’nin kullanımındaydı. Müzede sergilen eserlerin kataloğu ise 1894 yılında Sir John Myres ile Dr. Max Ohnefalsch-Richter tarafından hazırlanıp 1899 yılında yayınlanır.
ŞİMDİKİ MÜZE BİNASININ İNŞA EDİLMESİ
Viktorya sokağında bulunan müzenin ihtiyaca cevap vermemesi üzerine şimdiki müze binasının 20.6.1837 – 22.1.1901 yılları arasında İngiltere kraliçesi olan Alexandrina Victoria’nın anısına inşa edilmesine karar verilir. Binanın İon stilinde bir girişe sahip olan tasarımı Atina Arkeoloji Cemiyeti mimarı Nicolaos Balanos tarafından yapılırken, zamanın müze müdürü George Jeffery ise inşaatın denetimini yürütür. O sırada şimdiki müzenin sadece batı kanadının yapılması planlanmıştı. Böylece Ekim 1907 tarihinde başlayan inşaat Mayıs 1909 tarihinde tamamlandıktan sonra düzenlenen sergilemelerle ziyarete açılır. Müzenin ana giriş kapısının üst başına da üzerinde İngilizce olarak “Kıbrıs müzesi, 1837-1901 tarihleri arasında saltanat süren Kraliçe Victoria’nın anısına inşa edildi, 1908” kaydı bulunan bir plaket monte edildi. Arkeolojik kazılarda bulunan çok sayıdaki eski eserlerin müzeye gelmeye başlaması üzerine 1912 yılında yeni sergi salonlarına ihtiyaç duyulduğundan, 1914 yılında mevcut müze binasına güney galerisi, 1914-1917 yılları arasında kuzey galerisi ve 1924 yılında doğu galerisi inşa edilmek suretiyle ortadaki merkezi avlu galerilerle çevrelenmiş olur.1935 yılında merkezi avlunun üstü kapatılırken, 1950-1951 yıllarında müzeye bazı odalar da eklenir. 1961 yılında müzeye bazı yeni galeriler, depolar ve ofis binaları eklenmek suretiyle son şeklini almış olur. Şimdiki müze, ortadaki merkezi alanı çevreleyen 14 sergi salonundan oluşurken, merkezi alanda ise ofis, laboratuvar ve depo odaları bulunuyor.
MÜZE SERGİLEMELERİ
Müze idaresinin izniyle ücretsiz olarak ziyaret ettiğimiz müzenin rehberliğini derneğimiz üyesi arkeolog Eleni Avgerinou üstlenmişti. Sergilenen eserlerin çoğunluğu eski kazılardan müzeye intikal eden eserler olmasına karşın, yeni kazılarda bulunan bazı eserler de sergilemelerde yer alıyor. Sergilenen eserler, Doğu Akdeniz’deki coğrafi konumu itibarıyla asırlar boyunca komşusu durumundaki Yakın Doğu, Mezopotamya, Mısır, Anadolu ve Ege bölgesi kültürleriyle yoğrularak oluşan Kıbrıs kültürünün algılanmasına yardımcı oluyor.
PRE NEOLİTİK, NEOLİTİK VE KALKOLİTİK DÖNEM SEKSİYONU
Müzenin I numaralı sergi salonunda Kıbrıs’ın ilk kültürleri tanıtılıyor. Salondaki tanıtım ve sergilemelerde M.Ö 10.000 yılındaki neolitik öncesine ait Ağrotur kaya barınağında (Aetokremnos) bulunan ve insan yaşamına işaret eden Pygmy Hippopatamus (bodur hipopotam) kalıntıları, ilk yerleşimler ile üretim ilişkilerinin başladığı Neolitik çağın tüm evreleri ve madenlerin işlenmeden kullanıldığı Kalkolitik çağ üzerinde duruluyor. Neolitik çağ genel olarak insanların göçebelik ile toplayıcılıktan kurtularak üretime dayalı yerleşik hayata başladıkları bir dönem olarak bilinmektedir. Bu insanların ise Suriye ile Anadolu’dan Kıbrıs’a gelip yerleştikleri genel kabul görmektedir. Müzede tanıtımı yapılan yerleşim yerleri arasında Akrotiri (Ağrotur), Parekklisia-Shillourokampos, Troulli, Kissonerga - Mylouthkia, Denya - Kafkalla, Paralimni ve Khirokitia kazı alanlarından sağlanan kalıntılar, çakmak taşı, obsityen, kemik ve taştan yapılmış aletler, ilk kez yapımına başlanan pişmiş toprak kaplar, ‘Picrolit’ (küçük) buluntular, el değirmenleri, havanlar ve özellikle de M.Ö 4-3’üncü bine tarihlenen taş, andezit ve bazalttan yapılmış haç şeklinde küçük idoller vitrinlerde sergilenmiş durumda.
ESKİ TUNÇ DEVRİ SEKSİYONU
II numaralı sergi salonundaki değişik vitrinlerde Eski Tunç devrine (M.Ö 2500-1900) ait buluntular sergileniyor. Bu dönem genellikle, önceleri bakırdan, daha sonra ise bakır ile kalayın karışımıyla ilk kez elde edilen tunçtan aletlerin yapıldığı bir dönem olarak bilinmektedir. Madeni işleme sanatının Anadolu’dan Kıbrıs’a geldiği genel olarak kabul edilmektedir. Dönemin en güzel eserleri Belapais yanındaki Vounos mezarlık alanından gelen ve dini bir töreni yansıttığı sanılan buluntular. Vitrinlerde sergilenen pişmiş topraktan elle yapılmış kırmızı cilalı kaplar, yuvarlak tapınak modeli, bir teknedeki üzümlerin muhtemelen ritüel amaçlarla insanlar tarafından ezilmesini yansıtan model ve sığırlarla çift süren insanları yansıtan model hayli ilgi çekici.
SERAMİK SEKSİYONU
III numaralı sergi salonunda Orta Tunç devrinden (M.Ö 1900-1650) başlayarak, Geç Tunç (M.Ö 1650 – 1050), Geometrik (M.Ö 1050 - 750), Arkaik (M.Ö 750 - 475), Klasik (M.Ö 475-325), Hellenistik (M.Ö 325 – 58) ve Roma (M.Ö 58 – M.S 395) devirlerini içine alan pişmiş toprak seramikler sergilenmiş durumda. Dış temaslar sonucu Kıbrıs’ın altın devrini yaşadığı Geç Tunç döneminde adayla ilişkili olan Mısır, Hitit ve Miken uygarlıklarının Kıbrıs’ı etkiledikleri sergilenen eserlerden belli oluyor. Kıbrıs seramikleri Geç Tunç Devrinin sonuna kadar elle şekillendirilirken, Geometrik devrin başından itibaren çömlekçi çarkıyla şekillendirilmeye başlanıyor.
AY İRİNİ TAPINAĞI ADAK HEYKELLERİ SEKSİYONU
IV numaralı sergi salonunda bulunan büyük duvar vitrininde İsveç Arkeoloji heyetinin 1929 yılında Ay. İrini (Akdeniz) köyündeki kutsal alanda gerçekleştirdiği kazılarda bulunan pişmiş topraktan yapılmış adak heykelleri sergileniyor. Heykeller kutsal alandaki sunak etrafında bulundukları şekilleri dikkate alınarak sergilenmiş durumda. Bulunan yaklaşık 2000 adet heykelin az bir kısmı Kıbrıs’ta bırakılırken, büyük bir kısmı ise İsveç heyeti tarafından Stockholm ve Lund kentlerine götürülmüştü. M.Ö 625 – 500 yılları arasına tarihlenen adak heykelleri arasında savaşçılar, boğa maskeli rahip, Sfenks, minotavros, boğa, atlı araba ve arabacılar bulunuyor. Bunların ise bir savaş, ziraat veya bereket tanrısına sunulan adak hediyeleri olabileceği üzerinde duruluyor…
HEYKEL SEKSİYONU
V ve VI numaralı sergi salonlarında, Arkaik devirden (M.Ö VII’inci yüzyıl) başlayarak, Geç Roma devrinin sonuna kadar Kıbrıs’ta yapılan mermer, kireç taşı ve tunç heykeller yer alıyor. Büyük boy heykellerin Kıbrıs’ta ilk kez Arkaik devirde yapılmaya başlandığı bilinmektedir. Dış kültürlerin etkileri taşıyan geleneksel heykellerin, yapıldıkları dönemin dini inançlarını, sanatçıların artistik yaklaşımlarını ve ideolojik süslemeleri yansıttıkları görüşü ağırlık basıyor. İlk yapılan büyük boy heykeller kuvvetli Mısır ve Yakın Doğu etkilerini taşırken, daha sonra yapılanlar ise Anadolu’daki İon kültürü ile Yunanistan’daki Kouros & Kore heykellerinin etkilerini taşıyor. Bunların çoğunluğu adakta bulunan kişilere, ya da tanrılara ait olup, bunlar da müzeye Arsos, Kition, Mersinaki, Bodamya, Tamassos ve Soli’deki kutsal alanlar ile tapınaklardan gelmişlerdir. Adakta bulunan kişilere ait olan heykeller genellikle ellerinde tanrıya sunulacak bir hayvan figürü tutmakta. Kıbrıs’ta iyi kalite mermer yatakları bulunmadığından Kıbrıslı heykeltıraşlar heykel yapımında kireç taşı ile pişmiş toprak kullanmışlar, heykellerin bazı kısımlarını ise kırmızı, mavi ve siyah boya kullanarak boyamışlardır. Mermerin heykel yapımında yaygın olarak kullanılması Roma dönemine rastlar. Dönemin heykelleri ise VI numaralı sergi salonunda sergileniyor. Buradaki en güzel heykel ise 1928 yılında Beyköy yanındaki Ayios Demetrianos (Aymidrion) mevkiinde bulunan Roma İmparatoru Septimius Severus’un çıplak heykelidir. Heykel Halil İbrahim Efe tarafından kara saban sürerken saptanmış ve Zumbak Ali ile Hüdaverdi Mehmet tarafından kazılarak topraktan çıkarıldıktan çok sonra parçalar halinde müzeye teslim edilmişti.
MADENİ VE CAM ESERLER SEKSİYONU
VII numaralı sergi salonunda tunçtan yapılmış eşyalar, madeni paralar, mühürler, altın süs eşyaları ve küçük buluntular sergilenmektedir. Küçük buluntular arasındaki mühürler, ingotlar, terazi ile ağırlık taşları, iş aletleri, silahlar, kolye boncukları, sikkeler, defineler, Enkomi’nin boynuzlu tanrı heykelleri, Vuni sarayının öküzü, avlarını parçalayan iki aslan figürini ve küçük buluntulardan damga, silindir ve skarabe mühürler burada sergileniyor. Orta Tunç devrine ait olan bu mühürlere dayanarak o dönem ticaretinin Babil, Mezopotamya, Mısır, Suriye ve Kapadokya ile yapıldığı anlaşılmış oluyor. Roma devrine ait cam kaplar ve kandiller de ayrı bir vitrinde sergileniyor.
M.S VI-VII. Yüzyıla tarihlenen Lambusa’nın iki definesine ait altın ve gümüş eserler de burada sergileniyor. Ancak bu defineye ait eserlerin çok azı Kıbrıs’ta kalabilmiş, büyük bir kısmı ise yurtdışına kaçırıldıktan sonra İngiltere’deki İngiliz Müzesi, Baltimor The Wolters Art Gallery, Newyork’taki Metropolitan Müzesi ve Washington Dumbarton Oaks Müzesi’ne satılmışlardır.
SALAMİS HEYKELLERİ SEKSİYONU
XIII numaralı sergi salonunda Salamis’te bulunan Roma dönemine ait kaliteli mermerden heykeller sergilenmektedir. Salamis’te bulunan diğer heykellerin bazıları Salamis Gymasiumunun kuzeydoğu havuzunun etrafında, bir kısmı ise bir zamanlar Maraş müzesinde sergilenmekteydi. Müzenin XI ile XII numaralı sergi salonları ise Salamis’teki kral mezarlarında bulunan ve M.Ö VIII’inci yüzyılın sonu ile M.Ö VII’inci yüzyıla tarihlenen eski eserlere ayrılmış.
DİĞER MÜZE SEKSİYONLARI
Müzenin kuzey seksiyonunun gerisindeki VIII numaralı sergi salonunda mezar canlandırmaları yer alıyor. Değişik dönemlere ait kayaya, ya da havaraya oyulmuş oda mezarların buluntularıyla birlikte sergilenmeleri ziyaretçilerin hayli ilgisini çektiği anlaşılıyor. Pile’de bulunan kral mezarının cephesinin repliği de buraya yapılarak sergilemeye dahil edilmiş.
IX numaralı sergi salonunda steller (mezar taşları) ile lahitler sergilenirken, X numaralı sergi salonunda ise Minos hece yazıları sergilemeleri yer alıyor. Müzenin ziyaret edilen XIV numaralı son sergi salonunda ise değişik konulu terakota figürinler yer alıyor.