1958 öncesi Lefkoşa’yı hatırlayan bir diğer kadın da Şefika Durduran – onunla da röportaj yapmıştım – bu olağanüstü kadının, tüm hayatı boyunca Kıbrıslıtürkler’in yanı sıra Kıbrıslırum, Kıbrıslıermeni, Kıbrıslımaronit ve Kıbrıslılatin arkadaşları olmuştu.
Lefkoşa’daki evini terk etmek zorunda kalmış ve adanın ilk bölünüşüne tanık olmuştu. Geçtiğimiz günlerde eski bir fotoğraf görmüştüm, bu fotoğraf büyük olasılık Ermu Caddesi’nden çekilmişti, İngilizler dikenli teller çekiyordu ve başkentimizi bölmeye başlıyordu. Bu ilk bölünmeydi ve bu ilk bölünme 1963’te de devam edecek, Çağlayan’da yaşadığım sokak da bölünecekti – tüm Çağlayan bölgesi bölünecekti ve nihayet 1974’te tüm ada bölünecekti.
1958’de açılan yara daha da derinleştirilecek ve daha da kanlı bir hale getirilecekti… Çünkü böylesi bir “sınır” yaratmak için pek çok insan öldürülecek, nüfus itilip kakılacak ya da göç etmeleri “teşvik” edilecek, nüfus kendi hayatlarından endişe ederek daha güvenli bir sığınağa çekilmek üzere gönüllü olarak göç edecekti… Bazıları da korkutulup kaçırılacaktı, tıpkı bazı Kıbrıslıermeniler’e 1963’te yapıldığı gibi…
Böylece ayrılık tamamlanacaktı 1974’te fakat bu ayrılığın tohumları henüz 1950’li yılların ortalarında ekilmeye başlayacak ve ayrılık kararının tümüyle uygulanabilmesi için aradan yıllar geçecek, 1974’te “taksim” bütünüyle gerçekleştirilmiş olacaktı.
Şefika Durduran “Kıbrıslılar’ın İki Toplumlu Sözlü Tarihi” projesi çerçevesinde yaptığımız röportajda bana Lefkoşa’dan hatıralarını anlatıyor – o Kıbrıslıtürk toplumunun ilk kadın avukatı – Kıbrıslırum meslektaşlarıyla birlikte çalışmalarından, 1958’de Lefkoşa’nın ilk bölünmesinden, evini terk etmek zorunda kalıp bir daha o eve geri dönemeyişinden sözediyor.
1943 yılında Lefkoşa’da Dr. Papapetru’nun kliniğinde dünyaya gelmiş. O günlerde Kıbrıs’taki tek jinekolog Dr. Papapetru imiş. Dr. Papapetru annemin de jinekoloğuydu ve abim Alper Uludağ da aynı klinikte dünyaya gelmişti. İki toplumdan insanlar o günlerde birbirlerine ne kadar çok güveniyormuş, henüz aralarındaki güven yok edilmemiş ki “öteki” toplumdan hekimlere gitmekten kaçınmıyorlardı. Bugünlerde örneğin bir Kıbrıslıtürk jinekolog Lefkoşa Genel Hastanesi’nde çalışıyor olsa, Kıbrıslırumlar ona güvenip de doğum yapmak için kendilerini onun ellerine emanet ederler miydi? Yoksa içlerinde 50 yıllık ayrılığın ektiği kuşku tohumları mı öne çıkardı? Tam tersini de düşünelim: Eğer Kıbrıs’ın kuzeyinde bir Kıbrıslırum hekim hasta bakıyor olsaydı, Kıbrıslıtürkler ona bakınmaya gider miydi? Yoksa bazılarının kafasında kuşkular olur muydu? Kıbrıslıtürkler, barikatlar açıldıktan sonra güneydeki hastanelere gitmekte pek tereddüt göstermemişlerdi ancak yine de bazı Kıbrıslıtürkler, Kıbrıs’ın güneyi yerine Türkiye’ye bakınmaya gitmeyi tercih ediyordu… Bu da o 50 yıllık kuşku tohumlarından kaynaklansa gerek…
“Taksim” insanların beyninde gerçekleştirilmiş ve birbirimizin suratına boyadığımız o korkunç resimleri silebilmemiz ve yeniden birbirimize güvenebilmemiz için çalışmamız gerekiyr…
Şefkika Durduran ilk ve ortaokullara giderken, o dönem okulların karma olduğunu, Kıbrıslırumlar’ın, Kıbrıslıtürkler’in, Kıbrıslıermeniler’in sınıf arkadaşları olduğunu anlatıyor… Şimdi bu tarz kaç okul var tüm Kıbrıs’ta? İngiliz Okulu’nda bazı Kıbrıslıtürk öğrenciler var ancak sürekli olarak bu öğrencilerin durumu “tartışma konusu” yapılıyor – bunlarla nasıl baş edeceğiz?
Devam edecek