Neriman Cahit
Gün geçtikçe düzeleceğine daha çok çirkinleşiyor, yağmalanıyor ve kötüleşiyorsun Lefkoşam…
Uzun bir süredir ‘sevgi’ değil, bilinçsizlik, çirkinlik ve kötülüktür seni saran; ki, biliyorsun, bunların ‘bilinçli taşıyıcılara ihtiyaçları yoktur… Bilinçsizliktir onları emziren…
Ve, çirkinlikten çirkinlik ürer, güzellikten ise güzellik ama, eğer her an tetikte olunmazsa, güzellikten – çirkinlik de üreyebilir…
Güzellik, zorla değilse de ancak ‘zorlukla’ olur…
Senin yavaş yavaş yitirilişin, çirkinliğin kucağına düşüşün de bu yolu izledi…
***
Bu gibi durumlarda, tabii ki, ancak büyük, planlı bir çabayla kurtarılabilirsin… Yine de, düzeltilebilecek, özen gösterilmesi, dikkat edilmesi gereken irili ufaklı bir sürü unsur var ve bunlar, “gündelik hayatımızın” parçaları…
Bilinçli çabalarla…
Uzun süredir düşünüyorum…
Küçük, bilinçli çabalarla… fırça ya da fiske darbeleriyle de bu tarihi kenti güzelleştirebilir… Güzelliklerini öne çıkarabilir… Böylelikle, kendi yaşantımızı da ZENGİNLEŞTİREBİLİRİZ…
Bir düşünelim: Çirkinlik geriletilmez mi ?
Ve, çirkinliğin istilasına karşı bir “güzellik atılımı” neden mümkün olmasın !
***
Gelin birlikte düşünelim:
• Bugünün Lefkoşa’sının oluşmasına neden olan kararların verildiği tarihe dönebilme ve o kararları değiştirebilme şansımız olsa keşke!
• Kendini yazdırmayı sürdüren, işaret parmağını gözümüze sokan bir gerçek ise şu:
Nüfus artmayı sürdürdükçe, Lefkoşa’nın kurtulma imkanı asla yok! Lefkoşa’nın çiğnenmekten kurtarılması gerek!
Tarihi mekanları modernleştirince, gidip gelmeyi kolaylaştırınca korumak zor! Bir yeri ‘turistik’ yapınca, kurtuluş olanağını da yok etmiş olursunuz.
Bir yerde okumuştum: Koskoca Paris’te bir tek süpermarket yokmuş. Bu tür yerlerden alışveriş yapmak isteyenler, banliyöye gitmek zorunda…
Paris’in içinde, bakkaldan alışveriş yapıyor, küçük lokantalarda yemek yiyorsunuz.
Bu normal bir şey; bir şehir nasıl ‘O şehir’ olduysa, yine öyle… O yolla korunabilir… (Ve, sonuç alınmış bundan… Ör. ben de araştırdım, bu tür kentlerde, eski kent sınırları içerisinde çivi bile çakamazsınız!)
Kendine özgü…
Lefkoşa, sade bizim için değil… O, tarihin her döneminde, kendine özgü coğrafyası ve kültüründen dolayı, bünyesinde ‘farklı dokuları ve tarihi’ barındıran bir şehir.
Sekiz yaşında geldiğim ve bir ‘sevgili gibi’ bağlandığım bu kentin daha da güzelleşmesi çok arzu ettiğim bir dilek…
Eğilmemiz gereken o güzelim eski yapıların ‘perişanlığı – yavaş yavaş yok oluşu’ değil… Kafelerin – kumar merkezlerinin vb. yerlerde… Ör. en basiti ‘plastik masa ve sandalyelerin’ kullanılması bile insanın yüreğini zonklatıyor.!
Keşke, yapıların restorasyonu, yeşil alan ve ağaçların çoğalması zorunlu olsa…
***
Sevmeye, hayallere dalmaya, iz sürmeye izin vermeyen bir kent artık Lefkoşa…
(Sürecek)
//////////////////////////////////////////////////
İki önemli bellek…
HAYATA İZLER ve ONA SELAM SÖYLE
Bayram tatilinde, okumak için sıraladığım iki kitabı okuma olanağını buldum… Aslında, biraz da yarattım…
Bu kitapların bir tanesi: Nezire Gürkan’ın: “Hayata İzler 2…” Diğeri ise: Dr. Derviş Özer’in: “Ona Selam Söyle: isimli kitabı…
İçeriklerine gelince:
Hayata İzler 2
Nezire, iyi bir gazeteci, toparlayıcı ve yazar olma yolunda hayli başarılı…
Işık Kitapevi yayını olarak çıkan bu kitabında da, toplumun “önemli – başarılı ve yarınlarımıza örnek olması” gereken (on dört, özel kişisi) yer almış.
İlk kitabı gibi bunu da dikkatle okudum.
Kuşkusuz, kitabın içeriği kadar, “bomboş bırakılmış belleğimizin” de yeni bir eser kazanması mutlu ediyor beni… (Onun için tüm eli kalem tutanlara: ‘Lütfen yazın, bu çorak toprağı böylesine kupkuru bırakmayın’ diyorum…
Bu kitabı alın okuyun ve yürek yüreğe gelin: Enver Emin, Şakir Fakılı, Ahmet Tolgay, Fikret Demirağ, Gönül Erönen, Hasan Sönmezer, Bilge Nevzat, Semral Erel, Münüse Taşer, Özgül Kızılbora, Ayla Haşmet, Sevcan Çerkez, Rauf Kasimov ve Orkun Bozkurtla…
Daha ilk röportajdan – Enver Emin’den – “Günümüz gerçekleri ve politika” ile ilgili öyle örnekler okuyorsunuz ki!
Okuyacağınız her röportaj kendine çekecek ve uzun uzun düşündürecek sizi…
Okudukça yaşanan: “Olumlu – Olumsuz ve çaresiz zamanlarımızı önümüze seren okunup, tartışılması, sorgulanması gereken bir yapıt…”
Ona Selam Söyle…
Dr. Derviş Özer’in, Khora Kitabevi’nin 20. Kitabı olarak çıkan ‘ilk öykü kitabı…’ ve, “Savaşta Yakınlarını Kaybetmiş ADA’nın tüm annelerine” adanmış.
Yazar, bu öyküleri yazması ve yayınlaması konusunda elinden gelen her çabayı esirgemeyen ve ‘Adamızın Anası’ olarak nitelediği: Sevgil Uludağ, basımında, kitabın editörlüğünü üstlenen Gürgenç Korkmazel ve her türlü yardımı esirgemeyen Mine Balman ve tashihlerini yapan Besim Baysal, resimler için Nilgün Güney ve Eda Gökçe’ye teşekkürleri yanında, öykülerini seri halinde yayınlayan: ‘Yeni Düzene’ de teşekkür ediyor.
Bunca isim listesini reklam için değil, yardımlaşmanın güzelliğinin “meyvesini”… ve dahalarının da bunu yapabileceği olasılığı için yaptım…
Olumlu bir örnek…
Bu, önemli kitabın çıkmasında gerçekten de büyük emeği olan, Sevgili Sevgül Uludağ’a da söz vermek istiyorum:
“On yaşındaki bir çocuk, köy yollarında koşup oynarken karşılaşmıştı savaşla ve onu kayda almıştı küçücük beyninde + olağanüstü yüreğinde…
(…) Savaş denen vahşet (10) yaşındaki Derviş Özer’in kalbini kırdı: O, yaşadıklarını, bu öyküleri yazarak aşmaya çalışıyor – Savaşın çocukları nasıl etkilemiş olduğunu anlatmaya çalışıyor bize…
Tabii, bunları yüreğimizle duyabilirsek eğer (…) Çocuk gözüyle savaşın etkilerini anlatırken, öykülerinin insancıllığıyla her iki toplumu da kucaklıyor…
(…) 10 yaşındaki küçük “Don Kişot”, Kıbrıs’ta, savaşı üreten ‘yel değirmenlerine karşı’ kalemiyle savaşıyor!
Onu, herkes okumalı, herkes, bu öykülerin nasıl olup da ortaya çıktığını düşünmeli…
Bu adada “barışı” kuracaksak eğer, Dr. Derviş Özer’in kaleme aldığı öykülerdeki hissiyat, bize yol göstermeli…”
Böylesi kitaplar bizim belleğimiz…
Öyle değil mi…
/////////////////////////////////////
PARANTEZ
,
• Sapla samanın karışıp toplumumuzu bunalttığı bir dönemde…
• LBT’nun: “II. K.Tiyatro Festivali…
• Naci Talat Vakfı’nın “Müzik Festivali…”
• Bazı örgütlerimizin bu güzelim toprağın her santiminin sorumluluğuna sahip çıkmaları…
Vb. olgular, “UMUTLARIMIZI” besliyor…
• UMUT Kİ EN ÇOK YAKIŞANDIR İNSANA…
Teşekkürlerimizle.