Sanem Koç
sanemkoc1@windowslive.com
Günümüzün yaşam şartları, bir yandan hayatımızı kolaylaştırırken bir yandan da hareketsizleştirerek sağlımızdan çalıyor. Bu duruma çözüm olarak, Japonlar 10 yıldan fazladır hareketsizlikle savaşmak için elektronik adım ölçerleri kullanıyorlar. Doktorlar, medya yoluyla halkı yürüyüş yapmaları için teşvik ediyor, özellikle kalp sağlığı için günde 10 bin adım atmayı öneriyorlar.
Hayat o kadar hızlı akıyor ki, hızına yetişmek için bizler her yere arabayla gider olduk. Yürüyüş yapmak, en kısa mesafelere bile yürüyerek gitmek zor gelmeye başladı. Ve gün geldi, biz yürümeyi, yürüyüş yapmanın üzerimizde yarattığı güzellikleri unuttuk. Etrafta meydana gelen değişimleri ancak yolcu koltuğuna oturduğumuzda ve şanslıysak kafamızın içi dolu değilse fark eder olduk.
Hayatımızı saran, alışkanlık haline gelen bu tembellik duygusu içinde acaba neleri unuttuk? Motorlu araçların gölgesinde acaba neleri gözden kaçırdık? Araba sürerken insan dikkatini çevreye veremiyor, ki zaten vermemesi de gerekiyor. Deneyimlerimden yola çıkarak yürümenin en güzel keşif yolu olduğunu söyleyebilirim. Ülkeleri, şehirleri, sokakları yürüyerek kilometrelerce yol kateden birisi olarak, kendi gözlerimle, birçok gizli kalmış, araçla keşfetmenin imkansız olacağı yerler keşfettim.
Sene 2010, her zaman hayalini kurduğum interrail yapma fırsatı elime geçti. Hani, Avrupa’da elinizde tren bileti, sırtınızda bir çanta, bir şehre gidiyorsunuz, yok beğenmediniz, tren saatlerine bakıp, rotanızı başka bir şehre veya ülkeye çevirebildiğiniz durum var ya, işte ondan... Yunanistan, İtalya, İspanya, Fransa, Hollanda, Belçika, Almanya’yı bir biletle gezmek, şehirleri sokakları yürüyerek, havasını soluyarak yaşamak. Daha ne olsun… (Tabi, bu benim izlediğim güzergah. İsteğe ve zevke göre farklı bir yol haritası da çizilebilir.)
Tabi, o şehir senin, bu şehir benim, beğenmedim, fazla kalmayayım, yok çok güzelmiş bir gün daha uzatayım derken, zaman hızla akıp gidiyor. Her şehrin kendine has bir havası ve bir kişiliği var. Siz, iyisiyle, kötüsüyle bunu kendi gözlerinizle görüyor ve yeni şeyler tatmanın heyecanını yaşıyorsunuz. Ve, bu heyecanla, zaman nasıl geçiyor anlamıyorsunuz. Özellikle de yürüyerek gezmek, sokakları arşınlamak, kıyıda köşede kalmış, gizli bahçeleri keşfetmek, sokağın ardını merak etmek ve bu düşüncelerle yolları, sokakları, turistik alanları yürümek, yürüyerek yaşamak.
Yediğin içtiğin senin olsun, sen gördüklerini anlat sözü aklınızdan geçiyor, hangisi en çok aklımda yer etti diye merak ediyorsunuzdur şimdi. Düşündüğümde, portakal ağaçlarının süslediği, etrafı kafe ve restorantlarla çevrilmiş, ağaçların gölgesinde halkın oturması için yerleştirilmiş bankların olduğu, kare şeklindeki alan, ilk aklıma gelen görüntü oluyor. Belki, iklimsel yakınlıktan, belki de portakal çiçeğinin beni her zaman saran cazibesinden.
Trafiğe kapalı alanların, portakal ağaçları ile süslendiği şehirden, Yunanistan’ın Patras şehrinden bahsediyorum. Güneşli bir gün, havada mis gibi portakal çiçeği kokusu… Kıskanmadım desem yalan olur. Bu güzelliği rahatça oturup izleyebileceğim, bu güzel kokuyu doya doya içime çekebileceğim bir alan bizde de olsa, ne güzel olurdu diye hayallere dalmıştım.
Zaman geçtikçe bu tür trafiğe kapalı, yayalaştırılmış alanların, kent yaşamı ve turizm üzerindeki etkisini daha iyi kavramaya başladım. Giderek artan araç sayısı, yoğun trafik, parkların azlığı, yaya bölgelerinin azlığı, turistler için tarihi ve turistik bölgelere rahatça ulaşamamanın zorluğu ve bu durumların hayat kalitemiz üzerinde yarattığı olumsuz etkiyi daha iyi anladım.
Tam bu noktada “yayalaştırma” kavramı akla geliyor. Özellikle, kentlilerin dinlence, eğlence ihtiyaçlarının karşılanması, ticaretin, kentsel yeşil alan miktarının artması, tarihsel değerlerin vurgulanması ve turizmin teşvik edilmesi açısından fark yaratan yayalaştırma projeleri, günümüz koşullarında yayaların hareketleri ve özgürlüğü için çözüm yolları sunuyor.
Yaya bölgeleri yaratma konusundaki son örneklerden biri de Lefkoşa’da “Asmaaltı Yayalaştırma Projesi”. “Her kültür kendi yolunda yürür.” sloganıyla hayata geçen proje kapsamında, Asmaaltı Sokağı’nın Saray Hotel girişinden Büyük Han önüne; Arasta Sokağı’nın Büyük Han başlangıcından Bedestene kadar olan güzergah ile İplik Pazarı’nın yayalaştırılması yer alıyor.
İplik Pazarı, Kumarcılar Hanı, Büyük Hamam, Büyük Han, Turunçlu Cami, Belediye Pazarı, Bedesten, Selemiye Cami, Mahmut Paşa Kütüphanesi, Taş Eserler Müzesi, Saçaklı Ev gibi birçok tarihi ve turistik mekanlara daha kolay ulaşımı sağlayan yayalaştırma projesiyle birlikte tarihi ve turistik mekanların yolunda rahatça yürüyebileceğiz.
Biz kentliler için daha fazla detay www.lefkosabelediyesi.org sitesinde yer alıyor. Yürüyüş rotası, projenin detayları, park alanları gibi detayları merak edenler siteye göz atabilir.
Bir Lefkoşa sakini olarak, dünyadaki diğer örneklere bakınca, hem kent sakinleri hem de turistik açıdan elimize güzel bir fırsat geçtiğini düşünüyorum. Şimdi bize düşen, bu güzel adımı daha fazla nasıl fırsata çevirebiliriz diye fikir üretmek kanımca...