Akıncı-Anastasiadis müzakereleri en kritik safhasına girmiş bulunuyor. İki lider yurt dışında toprak konusu başta olmak üzere, bütün konuları yeniden ele alacak ve anlaşma menziline girip girmediklerini sınayacaklar. Bu egzersiz sonunda çıkış yolu bulurlarsa, güvenlik ve garantilerin konuşulacağı son tura geçilecek.
Bu süreçte bol bol haritalar, rakamlar, isimler, oranlar vs. konuşulacağa benziyor. Fakat önemli olan, ağacı görüp de ormanı gözden kaçırmak gibi bir durumla karşı karşıya gelinmemesidir. Bu bağlamda “orman” iki toplumu da kapsıyor. Ağaç ise sadece bir etnik cemaati...
Adaleti -mümkün olduğu oranda- herkes için talep etmeliyiz. Çıkarları da -mümkün olduğu oranda- meşruiyet zemininde bağdaştırmalıyız.
Federalizm fikrine bağlı kaldığımız sürece yapılacak bütün düzenlemelerin etnik grupların cebine giren veya cebinden çıkan “sayılar” olarak göremeyiz. Varılacak uzlaşmanın bütün sonuçları ülkenin bütününe yansıyacak ve federal devlet çatısı altında yaşayan herkesin hayatına dokunacak. Oluşturucu devletlerin hanesine yazılanlar sadece “bize” veya “onlara” ait olmayacak. Çünkü oluşturucu devletler Federal Bünyenin ayrılmaz parçalarıdır.
Gelelim asıl meseleye. Ayrı etnik gruplara ayrılmış ve kendi haklılığından zerre kadar şüphe duymayan bu ülkenin insanları aslında bir trajediden çıkış arıyor. Ve haklılığın ısrarından kaynaklanan trajedilerde çıkış kapısı bulmak kolay değildir.
Hegel, Antigoni oyunundan yola çıkarak ilginç bir trajedi ve trajediden çıkış değerlendirmesi yapar ki, bu bize ışık tutabilir.
Site’nin düzenini korumak için kuralları hiç esnemeden uygulayan Kreon ile bireysel duygularına sahip çıkarak kardeşini, Kreon’a rağmen defnetmek isteyen Antigoni, iki trajik figürdürler. Çünkü ikisi de ayrı ayrı kendi açılarından haklıdırlar ama aynı zamanda suçlu olabileceklerinin farkında değildirler. Kreon ve Antigoni’nin hikâyesinden hareketle Hegel, trajedi’yi şöyle tanımlar: İki antagonist karşı karşıya gelir. Her ikisi de ayrı ayrı ve kopmaz bağlarla bir gerçeğe bağlıdırlar. Ne var ki, bu gerçek bütünün sadece bir parçasıdır ve bu bakımdan da görecelidir. Ancak, antagonistler açısından bu göreceli gerçek bütünün ta kendisidir ve bunun için hayatlarını bile vermeye hazırdırlar. Göreceli olan gerçeklerden birinin zaferi ancak ötekinin tamamen yenilmesiyle mümkün olduğundan, sonunda her iki antagonist de aynı anda hem haklı, hem de suçlu duruma düşer. Bu trajik durumdan çıkabilmek, uzlaşmaya varmak ve barışmak için suçluluk durumunun da bilincine varılması şarttır.
Onca yıldan beri karşılıklı olarak yapılan hatalara, akan gözyaşlarına, çatışmalara, ölüm ve göçlere rağmen suçluları sadece “karşı tarafta” aramak ve “kendi saflarında” sadece bir “haklılar ordusu” görmek, uzlaşmaya zıt, barışa kapalı bir tavırdır. Bu kadar çok yara almış bir ülkede yara alan herkes için üzülebilmek, herkes için adalet istemek barışın en temel şartlarından biridir.
Liderler, gidecekleri uzak diyarlarda iki ayrı şirketin çıkarlarını savunur gibi, iki antagonist olarak müzakere etmemelidirler. Akıl akıla, vicdan vicdana verip herkesi “kendinden” saymalıdırlar. Sözlüklerinden “Onlar” sözcüğünü silip “Biz”de buluşmaları ve”Biz”in çıkarlarını düşünüp savunmalıdırlar.
Aksi halde, “Biz Haklı”- “Onlar Haksız” çıkışsızlığına bir kez daha düşer, Kıbrıs Trajedisi oyunundaki geleneksel rolleri oynamaya devam ederler...