Limandaki kedi

Cenk Mutluyakalı

Girne Limanı’nın çehresi çok daha solgun, kirli, yıpranmıştı belki bizim çocukluğumuzda ancak insanları parlak, temiz, dingindi…

Yabancı değildik böylesi kendimize…

Her gördüğünüz simayla ortak bir anınız vardı, bir yakınlığınız, geçmişiniz…

Evinize gider gibi giderdiniz her mekana ve denize yansırdı gülümsemeniz…

Girne Limanı’nda gitarıyla anımsadığımız virtüözlerden birisi Tezer Esenyel’se bir diğeri Mehmet İslamoğlu’ydu…

Ya da çoğunluğun bildiği ismiyle “Mehmet Kedi.

Sanırım “kedi” lakabı da gitarda çıkarttığı ‘miyav’ sesinden eklenmişti, Mehmet’in yanına… Hatta bir ara kendi icadı birleşik bir gitarı vardı.

Yaşça büyüğümdü ama unutulmaz lise bandosundan anımsıyorum önce… Dome Set Orkestrası’ndan… Her enstrümanı aynı ustalıkla çalardı… Gitardan trompete davuldan trombona fark etmeden…

Hepimizin hafızasına gitarıyla kazındı elbette… Ustalığı konuşuldu hep… Parmaklarının kıvraklığı… Hele reggae çalarken… Santana da Rodrigo da yeniden hayat bulurdu Kedi Mehmet’le… Müzisyen dostlarının kim bilir ne anıları vardır, paylaşırlar okuruz, gülümseriz yeniden…

Hayat çok da iyi davranmadı “Kedi Mehmet”e, hani lakabındaki canlı gibi dört ayak üzerine düşemedi maalesef… Kimi psikolojik sorunlar yaşadı, yalnızlaştı, uzaklaştı insanlardan…

Kalkanlı Bakım Evi’nden gelen fotoğrafla anımsadım tüm bunları… Kedi Mehmet de bir dinleti sunmuş… Anne babasını da yitirince, sanırım, Bakım Evi’ne yerleşmiş… Yine gitarını kucaklamış, en kadim, en sadık, kendini hiç terk etmeyen dostunu… İçim burkuldu, yüreğim sızladı, tarifsiz bir hüzün kapladı yüreğimi… Kollarımı çocukluğumuza açarak limana koşmak istedim o an… Aşkla direndiğimiz yere… Acılarımız, kahırlarımız, sevdalarımız, coşkularımızla yüzleştim bir kez daha... Yeniden biz olmayı, kendimize dönmeyi düşledim. Tanıdık yüzleri hayal ettim, gitar ezgilerini, ortak söylenen şarkıları…

Kendini kimsesiz hissettiğinde/içindeki çocuğa sarıl/sana insanı anlatır…

O an bir kedi geçiyordu yatların gölgesinden, halatların içinden ve az ötede kendi sesini duyuyordu, o marifetli parmaklar, gitarın telleriyle dans ederken…

Çok hatırı var hepimizde, limandaki kedinin…


 


İstediğin hayatı yaşamak

“Haz başka, mutluluklar başkadır, ikisini birbirine karıştırmamak gerekiyor” diyerek anlattı duygularını Kıbrıslı şair Neşe Yaşın…

“Haz, gelip geçicidir ve insanın kendine zevk verir. Mutluluk, bir başkasının hayatına dokunmaktır, bir başkasının yüzünü gülümsetmek, kendinizin ötesindedir…”

Belki kelimeler bire bir böyle değildi ama anlatım buydu.

Geçici zevklere karşılık paylaşıldıkça çoğalan mutluluğu işaret ediyordu Neşe…

***

“Onur Ödülü”nu almıştı o akşam Neşe Yaşın ve gururu kadar mutluluğu da gözlerinden okunuyordu.

Yıllar geçse de hep küçük bir kız çocuğuydu, hayatı şiirle soluyan…
“Kapılar” şiirini okudu ezberden…
Hem de soluksuz…
Hiç takılmadan…

40 yıl önce yazılmıştı sanırım…
Hiç değişmedi anlattığı duygular…

“Kapılar çalınırdı
ve kadınlar açarlardı kapıları
Geçip giderdi hayat
hergün tozu alınarak ve parlatılarak…”

***
O gece, şiirler sonrasında dostlar sofrasında buluştuk.
Yine mutluluk kavramına geldik, dayandık…
Hakkı (Yücel) abinin tanımı başkaydı.

“İnsanın istediği hayatı yaşamasıdır mutluluk…”

Çok düşündüm bunu o gece…
Bir başka hayatı bilmeyince insan, çok da kolay olmuyor ayırdına varmak.
Çoğu zaman yaşadığımız hayat için tercih şansımız olmuyor.
İçine doğduğumuz hayatı yaşıyoruz.
Yine de elbette seçimlerimiz, mücadelemiz, göze aldıklarımız belirleyici oluyor.

***
“Yaşamak istediğim hayat tam da buydu” diyebiliyor musunuz?
Özellikle yirmili yaşlarda gençler için bu soru henüz erken belki…
Ya da yanıtı zor.
Yine de onlar şanslı…
Hayatlarına yön verme imkanları var halen…
Oysa belirli bir deneyimin ardından, çok kolay olmuyor, köklü değişimler…
Bir de geriye dönemiyorsunuz hiçbir zaman…

***
Büyük filozof Aristo, mutluluğu insanın nihai amacı ve en yüksek iyiliği olarak görür.
Ona göre mutluluk, erdemli bir yaşamla, en önemlisi de akıl ve erdemi uyum içinde yaşamakla elde edilir.

“Mutluluk bir duygu durumu değil, hayatın amacı doğrultusunda yetkinleşmedir” der…

Buna katılıyorum…
O zaman Neşe Yaşın’la Hakkı Yücel’in mutluluk tanımları da bütünleşiyor zaten..

İstediğimiz bir hayat…
Yaşarken özümsediğimiz, hissettiğimiz, hazmettiğimiz…

Bununla birlikte bir başkasına iyilikle, samimiyetle, bilgelikle dokunduğumuz bir hayat…
Toplumsal güzelliği de soluğumuz…
Maskesiz ve yalansız…


“Çevreci yurttaşlık…”

“Barış için çevre, çevre için barış” panelinde Biyologlar Derneği organizasyonu ile Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek ve Dr. Fulden Batıbeniz'i dinledik.

“Coğrafyayı bölebilirsiniz ama doğayı bölemezsiniz” sözü kaldı aklımda…

Ne yazık ki çevre için de işbirliğini önlüyor ayrılıkçı zihniyet, milliyetçi körleşme…

Ada’mız 60 yıldır barışı arıyor.
Çevre sorunları ise tel örgülere takılmıyor.
Hele de “Küresel İklim Değişikliği” yaşanırken…

“Kendi vücut ısınızı düşününüz, birkaç derece yükselse, hastalık şüphesi başlıyor. Dünyamız da aynı” dedi Dr. Fulden Batıbeniz…

İyi de küçücük coğrafyamızda ne yapabiliriz, dünyayı bizim kurtarmamız mümkün mü?

“Ne yapabiliriz” sorusuna en basit çözümlerle, şu yanıtları verdi uzmanlar…

  • “Bu kadar çok mangal yakmayabiliriz!”
  • “Toplu taşımaya yönelebiliriz!”
  • “Sürdürülebilir tarım için organize olabiliriz.”
  • “İki toplumlu güneş enerjisi parkları için sesimizi yükseltebiliriz.”
  • “Kıyıların ve ormanların işgaline son verebiliriz.”