Liyakat olmayan yerde ot bile bitmez

Onur Olguner

Liyakat nedir?

Liyakat kelimesinin anlamını tanımlarken kullanmayı en çok sevdiğim benzetme doktorlar ve uzmanlıklarıdır.

Mesela eğer bir beyin kanaması geçirmişseniz gideceğimiz doktor kulak burun boğaz uzmanı değildir.

Gözünüze lazer ameliyatı yaptıracaksanız pediatri uzmanına gitmezsiniz.

Veya soğuk algınlığı için diş hekimine gitmeniz abes olur.

Halbuki doktorlar temel tıbbi eğitimi almıştır. Sadece uzmanlıkları konusunda değil, insan vücudunun her bölgesiyle ilgili bilgiye sahiptirler. Buna rağmen doktorlar uzmanlaştığı alanda mesleklerine devam ederler.

Bana göre liyakat işte tam da budur. Her konuda uzmanlaşmış kişilerin, yani eski deyimle işin erbabı olan kişilerin o işi yapmasıdır.

——

Nobel Ekonomi ödüllü Daron Acemoğlu’nun ‘Dar Koridor’ kitabı devletleri kendi belirlediği kategorilere göre ayırır.

Bu kategori tanımları arasında ‘Kağıt Devlet’ tanımı dikkat çekicidir.

Kağıt üzerinde olan devlet aslında kabile gibidir. Kurumları zayıftır ve bürokrasisi çalışmaz.

Bu devletleri oluşturanlar bürokrasiyi güçlendirmek yerine partililerini işe alma yolunu seçerler. Kendi iktidarların güçlendirirler.

Doğal olarak çalışanlar iş yapmayı aksattığında partilerinde bağlantılı oldukları için disiplin kurulu işleyemez ve devlet bürokrasisi çöker.

Devlet sadece kağıt üzerindedir; kurumları zayıftır, kuralları işlemez ve aslında devletten çok kabile gibi yönetilir.

2000’lerin başındaki Arjantin örneğiyle anlatılan ‘Kağıt Devlet’ tanımı bize de çok tanıdık gelir.

Hatta KKTC’nin ‘Dar Koridor’ kitabındaki tanımlar arasında en fazla ‘Kağıt Devlet’ tanımına uyduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Bu değerlendirmeyi derinleştirmek için isterseniz ülkemizi liyakat odaklı olarak değerlendirmeye alalım:

——

İlk olarak ele alacağımız seviye bürokrasidir.

Bir devleti kabileden ayıran yegane özelliklerden biri sağlam, hızlı, kuralları tanımlanmış ve efektif bürokratik sistemi olmasıdır.

Bizim ülkemizde devlet kurumları içerisinde yükselmeler tamamen olmasa da yüksek oranda siyaset ile göbekten bağlıdır.

Kurumların başına atama olarak veya yükselme olarak siyasi partilere yakın kişilerin yükselmesi artık toplum için olağandır.

Bu yükselmelerde liyakat şartının aranmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.

“Sen bu işi yaparmın?” sorusuna “Çok iyi yaparım” cevabını veren herkes, bağlantıları iyi ise birçok yere atanabilir.

Doğal olarak bu yükselmeleri izleyen diğer çalışanların şevki kırılır. Sonuçta liyakat olmayan yerde ot bile bitmez.

Şevki kırılan çalışanlar zaman içinde devlet dairesinde yapılan işe kendini vermeyecek ve ‘vatandaşa hizmet verme’ inancını kaybedecektir.

Ortaya çıkan sonuç konudan anlamayan bir kamu yöneticisinin altında yaptığı kamu hizmetine olan inancı ölmüş çalışanların ilerletmeye çalışacağı bir bürokrasi olacaktır.

Pek çok devlet dairemizin ‘Kağıt Devlet’ yapısı altında geldiği durum budur.

İngiliz döneminde kamu görevlilerinin ‘Sivil Hizmetkar’ olduğu zamanları yaşayan Kıbrıslı Türklerin bugün o günleri özlemle anmasının bir sebebi de aslında budur.

——

İkincil olarak siyaset kurumumuzu ele alanım.

Siyaset kurumumuzda bir saçma trend tutturmuşuz: Popülerlik.

Artık vereceği hizmete göre insan değil, gireceği seçime göre insan arıyoruz.

İyi insandı, bize hep seslenirdi. Oy alır…

Kulübün başkanıydı. Çevresi geniştir. Oy alır…

Bizim kız hastalandığında muayenesine gittik, güler yüzlüydü. Herkes sever, oy alır…

Bizim cenazeye geldi. Kızın düğününde de vardı. Oy alır…

Seçimi kazansın da işi yapamasa da olur. Sonuçta ‘oy alır’.

Ülke yönetmede liyakati tamamen bir kenara bıraktık. Siyasetin kamu yönetimi için olduğunu unutarak seçimde kim oy alır üzerine yapılan bir futbol maçına döndürdük.

Ülkede herkes her işi yapıyor, yeter ki oy toplasın.

Sonuç olarak bezmiş kamu çalışanlarımız, liyakatsiz kamu yöneticilerimiz ve konudan anlamayan popüler siyasetçilerimiz ülkemizi bir ‘Kağıt Devlet’ haline getiriyor.

Doğal olarak devlet kurumlarının bürokrasisi sıkışıyor, sağlık, ulaşım ve konut edinme gibi kamu hizmetleri ise devletin ilgilenmediği konular haline gelerek unutuluyor.

Demokratik süreçler her zaman popülizmden etkilense de gelişmiş ülkelerde siyasi üst akıl temsili demokrasi ekseninde liyakati öne çıkarır.

Bunu başaran devletler kamu hizmetlerini güçlendirir.

——

Son olarak özel sektörü ele alalım.

Öngörüsüzlük ve eşitsizlik yatırım ortamı için her zaman siyanür etkisi yapar.

İktidar tarafından desteklenen siyasi işletmelerin yarışa bir adım önde başladığı,

kamusal teşviklerin ve ihalelerin siyasi bağlantılardan etkilenerek verilmesi,

kamunun verdiği izinlerin (örneğin benzin istasyonu, t izni vb.) siyasi desteklerle dağıtılması,

ve belki de en büyük sorun olarak vergi eşitsizliğinin olduğu bir sistem kurduk.

Aniden bakanlar kurulunca verilen milyonlarca Türk Lirası vergi afları ve buna benzer yapılan tüm eşitsizlikler sadece özel sektörü değil, aynı zamanda özel sektörün devlete olan güvenini etkiliyor.

Bunun üzerine eklenen ilk maddede konuştuğumuz zayıf ve hantal devlet bürokrasisi ülkedeki yatırım ortamını iyice zayıflatıyor.

Doğal olarak bu ülkenin bağrından kopmuş liyakatli, mesleğinde başarılı ve çalışkan insanlara sistem net bir mesaj veriyor: ‘Bu ülkede işinizi başarılı yapmak başarınızı garantilemeye yetmez!’

Bu durumdan dolayı özellikle de mesleğinde başarılı olan gençler şanslarını güneyde, Türkiye’de, veya Avrupa ülkelerinde denemeye eğimli oluyor.

Yani ülke yani liyakatli insanlarını açıkça göçe teşvik ediyor.

————

Liyakat konusu her gündeme geldiğinde Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek gösteririm.

“Yüzyılda bir gelen bir liderdi” dediklerinde “Hayır” derim. Şaşırırlar.

Özellikle Atatürk’e hayran olduğumu bilmeyen insanlar sinirlenir. Kızarlar.

Açıklamaya çalışırım:

Eğer Osmanlı Devleti çöküşte olmasaydı İstanbul’dan uzaklaştırılmak için sürülen paşanın, sürgünde Fransızca öğrenen ve tepkisini ortaya koymak için diplomatik kokteyllere yeniçeri kıyafetiyle giden zeki bir subay olarak tarihte unutulacağını anlatırım.

Türkiye’ye yüz yılda yüzlerce Atatürk geldi derim. Sonuçta seksen dört milyon nüfusu olan bir ülkeden bahsediyoruz.

Türkiye bunlardan sadece birini değerlendirerek 100 yıl öteye gitti. Dünya devletlerinin önüne geçti.

Her şeyden çok bilime, ilime, liyakate inanan paşa zaten giderken “kurtarıcı aramayın” diyerek bizleri tembihledi. Bunu söylerken de bana göre kurtarıcıyı kişilerde değil, bilimde, ilimde ve liyakatte aramamız tembihledi.

Peki, laikliği ve Atatürk’ü belki de Türkiye’den daha fazla benimseyen biz Kıbrıslı Türkler ne yaptık?

Paşa’yı devrimleri için sevdik ama bilim, ilim ve liyakate olan değeri unuttuk.

Peki, ne yapacağız? Kurtarıcılar, büyük başkanlar aramaya, sonrasında da hayal kırıklıkları yaşamaya devam mı edeceğiz?

Yoksa kamuda da siyasette de bilime, ilime ve uzmanlığa gereken önemi verecek miyiz?

Cevap 3 kelimedir. Cevap basittir.

LİYAKAT, LİYAKAT ve LİYAKAT!