Bazı meseleleri düşünürken hayal gücünüzü zorlamanız gerekir. Bazılarında ise hiç zorlamadan neyin nasıl olacağını öngörebilirsiniz. Bizim memlekette gidip de bir parti kurmak için başvuru yapan adam, partisine logo olarak bir eşek sembolü seçmişse, başına gelecekleri az çok tahmin etmek zor değildir. Potansiyel muhabbet bellidir ve bu muhabbette adı geçen eşek asla tek “ş” ile telaffuz edilmeyecektir. “Yok da eşşek be abi !”, “ E bir eşşekler oy vereceyik sana!”, “ Eşşek partisi ha! Bir oydu eksik...” gibi tepkiler kaçınılmaz olacaktır. Peki hakikaten logo olarak eşeği kullanan bir parti yer yüzünde mevcut mudur? Evet mevcuttur. ABD’deki iki büyük partiden biri olan ve halihazırda iktidarda olan, başkan Obama’nın partisi. Başka bir deyişle şu anda neredeyse tüm dünyayı (biz de içinde) yöneten partinin logosu “Eşşek”tir. Peki bizdeki partilerin asil logolarına karşın mevcut durumları nedir?
“HEM YARA BANDIM, HEM YARAM!”
Siyasi partilere uzak ya da yakın olsun neredeyse herkesin tüm partilere ilişkin yapacak eleştirisi vardır. Bu anlamda siyasi partiler aslında Teoman’ın Gönülçelen şarkısında izah ettiği gibi “Hem yara bandım, hem yaram...” gibi bir konuma sahiptirler. Son zamanlarda siyasi partilerce yapılan hatalar “şamar oğlanı siyasi parti” modelini ortaya çıkarıyor. Burada çok keskin bir ayrımı ortaya koymak gerekiyor. Siyasi partilerin tümüne yönelik yapılan eleştirilerin çok ciddi bir haklılık payı olduğuna katılmakla birlikte burada tehlikeli bir yol ayrımı olduğunu belirtmekte fayda var. X ya da Y partisinin hatalarını görüp bunları dile getirirken, bu partilerin neticede insanlar tarafından yönetildiğini ve aslında hataları yapanların da parti logoları değil insanlar olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Bu gerçeği görmezden gelen yaklaşım, kavramsal olarak “siyasi parti”nin bu ülkede ilerici mücadelenin bir enstrümanı olmaktan çıkarılmasını dahi önerebilen bir hal alabilmektedir. “Mademki siyasi partidirler, o zaman başarısız olmaya mahkumdurlar!” “Bütün partiler aynıdır! Bunlardan bir şey olmaz!” gibi yaklaşımlar siyasetin öznesinin insan olduğunu, partilerin amaç değil araç olduğunu görememektedir. Siyasi partileri eleştirmekte son derece hevesli olsam da son zamanlarda bu anti-siyasi parti modasını da gözeterek kendimi frenliyorum. Dünyanın her yerinde iktidar değişimi, siyasi partiler aracılığıyla olmaktadır. Bizim ülkemizde meclisin çoğunluğunu ele geçiren partinin ise iktidar değil sadece hükümet olabildiği haklılık payı olan, yaygın bir savdır. Hal böyle iken bile parlamenter mücadele ve siyasi partiler sadece muhalefet düzeyinde kalsalar dahi ilerici hareketler için işlevseldir ve son kullanma tarihi geçmiş bir enstrüman gibi terk edilemezler. Burada en kritik soru şudur: Toplumsal muhalefeti peşinden sürükleyecek kurum modeli, bir siyasi parti olmayacaksa ne olacaktır? Sendika mı? Dernek mi? Kulüp mü? Elbette burada kast edilen, siyasetin siyasi partiler dışındaki kurumlara yasaklanması değildir. Burada bahsedilen sürükleyici ve toparlayıcı muhalefettir. Bugün eğer bu konu tartışmaya değer bir konuysa, kuşkusuz ki sebebi siyasi partilerin söz konusu boşluğu henüz dolduramayışıdır.
“DOĞA BOŞLUK TANIMAZ”
“Doğa boşluk tanımaz” yaygın kullanılan bir sözdür ve çok da doğrudur ancak söz konusu bir toplumun kaderi, var olma mücadelesi olunca bu konudaki boşluğu doğanın doldurmasını beklemek, doğadan çok şey beklemek anlamına gelmektedir. 2009 seçimlerinde UBP genel propaganda stratejisi olarak, neredeyse hiç konuşmadan, herkesin yüzüne gülerek, herkese boncuk dağıtarak iktidara gelmiştir. Adının UBP ya da X olmasının önemi olmaksızın, tarihimizde bir partinin bu yöntemle iktidara gelebilmiş olması vahim bir durumdur. Bu durumu göz önünde tutarak “Madem UBP bunu 2009’da başardı biz niye başarmayalım?” gibi bir yaklaşım ise daha da vahim bir zihniyeti işaret eder. Kıbrıs Türk halkının yaptığı hataları yeniden yapacağı varsayımı kanımca her halkın bir evrimi olduğu gerçeğini göz ardı eden bir yaklaşımdır. Maalesef 2009 yılında UBP tarafından halka sunulan reçete “Ekonomi formülleri cebimizdedir.” olup şahsen önümüzdeki yüz yılda bunun bir daha mümkün olmayacağını ve olmaması gerektiğini düşünüyorum. 2009 yılında UBP’nin iktidara gelebilmesi için halkın dönemin hükümetinden memnun olmaması yetmiştir ancak günümüzde herhangi bir sol partinin iktidara gelmesi için halkın sadece UBP’den memnun olmaması yetmeyecektir. Çünkü UBP 2009’daki sessizliği ile hiçbir siyasi proje ortaya koymasa da genel yapısı gereği bu “sessizlik” zımnen menfaat dağıtacağını anlamını içinde barındırmıştır. Menfaat dağıtma üzerine kurulu olmayan sol partilerin sessizliği ise UBP’nin sessizliğinin aksine hiçbir anlam ifade etmemektedir.
Bir partiden bir boşluğu doldurmasını beklemek büyük bir beklentidir. Bu beklentiyi karşılamak ise çok ciddi bilgi birikimi, iletişim becerileri ve örgütlenme gerektirir. Genel olarak siyasi partilerimizin başarısı ya da başarısızlığı bu üç alanda gösterecekleri performansa bağlı olacaktır. Örgütlenme senelerdir, istihdam odaklı da olsa bir şekilde kotarılmakta ancak ilk iki başlık alanında ülke çapında profesyonel bir çalışma bulunmamaktadır. Parti logosu eşek olan ABD’nin iktidar partisi Demokrat Parti bilgi birikimi, kampanyaları ve stratejileri ile dünyayı yönetmektedir. İlk duyuşta logosu eşek diye küçümsediğimiz bu parti ve icraatları da ortadadır... Ülkemizdeki siyasi manzara da ortadadır...