Sesler yükseldiği zaman Meclis başkanı ya da vekilinin şu sözüne çok gülerim:
“Lütfen genel kurula hitap ediniz!”
* * *
Peki “genel kurul” bize hitap ediyor mu sayın başkan, sayın vekil?
Misal!
İstihdamlar halkın değil de örgütlerin, partililerin, yakınların, rezillerin hizmetine sunulurken ne oluyor?
Heyyyyy!
“Lütfen memlekete hitap ediniz!”
* * *
“Karşılıklı konuşmayınız, lütfen!”
Peki “karşılıklı” cilveleşirken ne oluyor o zaman?
Bakanın akrabası…
İlçe başkanının kardeşi…
Eski vekilin torunu…
Sizin ‘mahalle’ dışında da bir hayat var, biliyor musunuz?
* * *
“Lütfen genel kurula hitap ediniz!”
O genel kurula hangisi ciddiyetle geliyor zaten…
Eğer “övünülecek” bir mesele yoksa Başbakan da yok…
Yardımcısı da yok bakanı da yok “hava atılacak” bir durum yoksa eğer…
Krizde kayboluyorlar…
Şenlikle çoğalıyorlar…
* * *
Hükümetin içinde bir ‘memleket’ var mı diye meraklanıyorum çoğu zaman…
O memleket neresidir eğer varsa…
Kimdir…
Kimin duygusudur…
Kimin umudu…
Kimin kaygısıdır…
Kimin hayali…
Kimin kavgasıdır…
Kimin acısı...
* * *
Lütfen memlekete hitap ediniz!
Bu ülkede yaşayan ayrımsız herkesin yüzüne utanmadan bakabilecek bir adaletle yönetiniz ülkeyi…
Kendi “aranızda” üleştiğiniz yeter!
İyi istifalar!
Özgürgün çalışmadan maaş alıyordu.
Meclis’ten atamadılar.
Kendi gitti!
* * *
Hiç hak etmeden memleketin kaynaklarını sömürenlerden hiçbir farkı yoktu aslında...
İyi ‘gitmeler’ olsun!
Bu düzende ‘kendi gitmezse’ zaten boşuna maaş alan kimseye de dokunmazlar.
Utanç olsun, örnek olsun, yuh olsun!