Adanın güneyinde 3 yıl önce 25 euroya yediğim menünün fiyatı değişmedi.
Kuzeyde öyle mi?
Üç yıl değil üç ayda bir fiyatlar değişiyor.
O nedenle Türk Lirası ile Euro arasındaki çok ciddi kur farkına rağmen güneyde bir akşam yemeği çok daha hesaplı oluyor.
***
Maaşlar üzerinden kıyas yapmanın anlamı kalmadı.
Rakamlar yanıltıcı!
Böyle giderse “KKTC”nin asgari ücreti “Euro”ya çevirdiğiniz zaman Avrupa Birliği’nin üzerine çıkacak.
Kamu maaşlarında böyle olmaya başladı.
Mali Ombudsman’da 10 yıldır görev yapan Kıbrıslı Rum bir memur arkadaşıma sordum.
Maaşı net olarak 1.420 Euro.
Adanın kuzeyinde aynı şartlarda bir memurun geliri Euro olarak da bu rakamın üzerindedir.
Öğretmenler ve doktorlar dışında sanırım maaşlar ya eşitlendi ya da kuzeyde daha yüksek…
***
Peki, alım gücü?
İşte asıl mesele burada!
Yeni “asgari ücret” henüz yürürlüğe girmeden tüm piyasa daha da pahalı oldu.
Esnaf ve tüccar anında pozisyonunu aldı.
Fiyat etiketleri hopladı, zıpladı!
Personel giderleri yükselecek çünkü…
Maaşları siz ödeyeceksiniz ve kendi maaşınız da size yetmeyecek.
***
Böyle giderse güneyden piyasaya yönelim de duracak.
Çarşı yitirecek cazibesini!
İşte asıl o zaman ortaya çıkacak ekonomik darboğaz…
Yine tersine dönecek ticaret!
Hayat pahalılığına karşı korunan orta üst sınıf memurlar ve yüksek kazançlı patronlar, elde ettikleri geliri çoğunlukla güneyde harcayacak.
Özel sektör çalışanı, güvencesiz ve korumasız dar gelirliler, yoksullar, işsiz gençler ne yapacak peki?
***
“Euro’ya geçelim” gündemi de ilgi çekmiyor.
İnanan yok!
Bir de toplumun konforlu grubu açısından maaşlar “Euro” cinsinden de Avrupa’yla eşitleniyor.
“Maaş” konuşmanın anlamı yok diye en baştan söyledim zaten…
O maaşla bir ayda kaç kez yemeğe çıkabiliyor, evine kaç kilo et alabiliyor asgari ücretli, hayat kalitesini ne kadar koruyabiliyor bir memur, bir emekli maaşıyla kaç kutu hap alabiliyor?
***
Tüm bu sorunları aşmak için öyle karmaşık formüllere, dosyalara, anlatılara ihtiyaç yok.
Ya Kıbrıs sorununu çözeceğiz…
Toprak, garanti gibi “psikolojik duvarları” aşarak…
Çünkü toprağı satıyorlar zaten…
Karış karış!
“Garantör” dediğiniz de “ilhak” siyaseti uyguluyor…
Adım adım…
Kıbrıs sorununda çözüme yönelmez, yüzümüz Avrupa’ya dönmezsek, ağlaya sızlaya kaybolacağız.
Yine hatırlatmış olalım!
Öylesine büyük bir çıkmaza dönüştü ki asgari ücret… İşsizliği çoğaltacak yine… Yalancı bir bahar gibi gelip, geçecek… İşçi geçinemez, işveren ödeyemez olacak. İş yerlerinde ne kıdem, ne sorumluluk ayrımı kalacak. Temizlikçinin işine son verilecek, kayıt dışı Türkmen gelecek temizliğe… Kaçak işler çoğalacak…
“Asgari ücreti artırdık” diyenler sorun çözdüklerini sanıyorlar… Tıpkı, “Asgari ücret artsın” sloganı üzerinden kendilerini işçi dostu gösterenler gibi…
Alım gücü artmalı…
İş güvencesi artmalı…
Yaşam kalitesi artmalı…
Tüm bunlar yoksa maaş artışı hiçbir anlam ifade etmiyor.
Bal tutan utanmaz parmaklar!
“Bizim çocuğu da işe alınız” diye yazmışım, bir yıl önce...
Kendi evladım değildi elbette işaret ettiğim…
Bizimki pek çok diğer yaşıtı gibi yurt dışında çalışıyor.
Üstel ve ortakları kendi içlerinde “geçici istihdam” paylaşımı yapmışlardı.
Merkezi İhale Komisyonu Başkanı'nın kızı da “geçici işçi” olarak Ulaştırma Bakanlığı'nda istihdam edilmişti.
“Şimdi ihalelerin tarafsızlık ilkesiyle yapılabilmesi mümkün mü?” diye sormuştum.
“Ulusal” gelenekte hep vardır bu...
Partili yakınların kızını, oğlunu, gelinini, damadını hatta torununu istihdam etmek...
Öyle oluyor gerçekten...
Unutuluyor.
Hatta sonrasında farklı partilerden siyasiler, sendikacılar, mesai arkadaşları da bu ayrıcalıklı istihdamları sahipleniyor.
Yıllar geçiyor, bir bakıyorsunuz bu insanlar mağduru oynuyor.
Pankart açarak hak arıyor, hukuktan söz ediyor, eşitsizlikten dert yanıyor…
***
Dün yine bir “geçici istihdamı” gördüm.
Gazeteci dostumuz Hüseyin Ekmekçi paylaştı.
Yeniden Doğuş Partisi Başkan Yardımcısı’nın oğlunu “geçici işçi” olarak istihdam etmişler.
Sınavsız!
Yarışmasız!
Sorgusuz!
Torpille yine…
Bu rezilleri kim yargılayacak acaba?
En az “sahte diploma”, en az “sahte reçete” kadar zarar veriyor bu sahte istihdamlar ülkeye!
Yıllardır böyle…
Başsavcılık neyi bekliyor?
Diş Tabipleri Odası Başkanı’nın da “doktora” diploması sahte çıktı ve tutuklandı.
Üniversitede görevliydi üstelik!
İlgili üniversite eğitimlerine de yeni öğrenci kayıtlarına da devam ediyor halen!
Üniversitenin ortağı, genel sekreteri, mütevelli heyeti başkan vekili, üyesi, hocası, rektör yardımcısı, uluslararası ofis direktörü hepsi tutuklandı ama üniversiteye kimse dokunamıyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden DOKUNULMAZLIĞI var sanırım…
***
“Dokunulmazlık” demişken…
Bir de “hükümet” milletvekili var tabii…
Sahte diploma aldığını itiraf etti ancak ne Başsavcılık adım atıyor ne de Meclis!
Pardon “Yüce Meclis” demeliyiz, değil mi?