Bir kısır döngüdür gidiyor. Enflasyon, devalüasyon derken bu ülkenin çalışanları her geçen gün daha da fakirleşiyor.
Birileri cebimizdeki parayı ufak ufak çekip alıyor. Daha doğrusu cebimizde taşıdığımız Türk Lirası her geçen gün eridiği için cebimiz şişiyor ama karşılığında aldığımız ekmek küçülüyor.
Devlet 6 aylık hayat pahalılığını %56.41 olarak açıkladı. Kendisinin ödediği maaşları da bu oranda artırdı. Bu durumda 30 bin TL alana 16 bin TL artış verilirken, 10 bin TL alana 5600 TL artış verildi.
6 bin doksan TL alan asgari ücretliye ise sadece 2 bin beş yüz TL artış reva görüldü.
Adı üstünde “Hayat Pahalılığı” ama bu pahalılığa karşı alım gücünü korumak yerine oransal artışla maaşlar arasındaki farkın daha da açılmasını çok kazananın çok çok, az kazananında çok az aldığı bir düzen kuruldu.
Asıl önemlisi devletin ödediği toplam maaş ve ücretler % 56 oranında arttı. Maaş ve ücret ödemelerinin aksamaması için bu paranın bir biçimde bulunması gerekir.
Devlet bu parayı nereden bulacak?
Devletin tek geliri vergilerdir. Devletin maliyesi vergi toplar ve topladığı vergilerle hem maaş ve ücretleri öder, hem de okul, hastane, yol vb. altyapı yatırımlarını yapar.
Devletin maaş ve ücret ödemeleri % 56 oranında arttığına göre, toplayacağı vergilerin de en az bu oranda artması gerekir. Devlet 2 çeşit vergi toplar.
- Doğrudan vergi
- Dolaylı vergi
Doğrudan alınan vergi kişilerin ya da kurumların yıllık kazançları üzerinden ödedikleri vergidir. Kazanca göre olduğu için de adaletli vergi türüdür. Ancak bu vergilerin gerçek kazançlar üzerinden toplanması zordur. Bunun için her ülke hem vergi bilincini artırmak için çaba harcar, hem de caydırıcı cezalar getirerek denetim yapar.
Dolaylı vergi ise devletin mal ve hizmetlere uyguladığı vergi türüdür. Kazanca göre olmadığı için de dolaylı vergi adaletsiz bir vergidir.
Örneğin ekonomi bakanı dün akaryakıta yeniden zam yapılması için başbakanlığa yazı gönderdiğini açıkladı. Bu zamlar devam edecek. Çünkü devlet bir taraftan verirken, öteki taraftan alacak.
Kısır döngü böylece devam edecek. Arada ezilen de hep asgari ücretle geçinmeye çalışan özel sektör çalışanları olacak.
Çünkü akaryakıta, elektriğe, şekere, pirince, ekmeğe, süte gelecek artışlar herkes için aynı artışlardır. Yani ekmek 10 TL ise % 56 artış alan memura da 10 TL’dir, % 41 artış alan asgari ücretliye de 10 TL’dir.
Dahası 30-40 bin TL maaş aldığı için % 56 artış ile 16800 TL ile 22400 TL artış alan üst kademe ile 5600 TL artış alan sıradan memur da, 2500 TL artış alan asgari ücretli de aynı hayat pahalılığı ile karşı karşıyadır.
Asıl adaletsizlik de buradadır. Üst kademe maaşlılarla, düşük baremlerde çalışan memur ve asgari ücretli arasındaki denge de giderek açılmaktadır.
Düşünün bugün üst kademe yöneticileri ortalama 22 bin TL artış alacak. Bu para neredeyse 2.5 asgari ücrete eşittir. Yani bu yurttaşın cebine girecek artış iki buçuk asgari ücretli çalışanın toplam maaşına eşit olacak. Varın gerisini siz düşünün.
Bu durumdan nasıl çıkacağız?
Bence ilk yapmamız gereken TL kullanmaktan vazgeçmektir. Kim ne derse desin bu durum böyle devam edemez. Gelirimizi de giderimizi de stabil bir para birimine endekslemeli ve buna uygun olarak ayağımızı yorganımıza göre uzatacak dönüşümleri yapmalıyız. Başka türlü bu cendereden kurtulmamız mümkün değildir.
Cebimize giren maaş artarken, evimize giren ekmek küçüldüğü sürece bu ülkede adaletli gelir paylaşımından bahsedemeyiz.