Maçın tatil edildiğinden haberi olmayan kaleci!

Serhat İncirli

İngiltere’de 1937 yılında Chelsea ile Charlton arasında oynanan bir futbol maçı, çok yoğun sis nedeniyle hakem tarafından tatil edilmiş!

-*-*-

Charlton’un kalecisi Sam Bartram...
Kaleci Bartram, maçın tatil edildiğini fark etmemiş...

-*-*-

Tam 15 dakika kalesinin ortasında, her an kendisine top gelecekmiş gibi beklemiş...

-*-*-

Maçın tatil edilmesinden 15 dakika sonra, stadyum güvenliği kaleciyi fark etmiş ve uyarmış!
“Maç tatil edildi ve herkes sahayı terk etti” demişler...

-*-*-

Bu komik olay nereden mi aklıma geldi?
Kıbrıs meselesiyle bağladım tabii ki!

-*-*-

Kaleci Sam Bartram, KKTC’dir!
Ortalığı sis basar, bizim haberimiz bile yoktur!
Maç ya da ne bileyim müzakereler biter; başlar, hiç fark etmez!
Biz kalede bekleriz!
Belki biri gelir de, “15 dakika önce maç durdu, sen uyuyorsun kardeşim” der!
Oyunu takip etmiyoruz; ama kendimizi kaleci sayıyoruz!
Girsene oyuna!
Kalecilik en önemli mevkilerden biridir!
“Sis vardı göremedim” gibi komik mazeretlerle idare ediyoruz!


Sınırlar galbur!

Sıtkı Akargöl ve Emre Aslan’ın denize açılışlarının üzerinden neredeyse 10 gün geçiyor; hala kendilerinden haber alınamadı…

-*-*-

Önce “balıkçı” dendi bu iki genç için…

-*-*-

Sonra “ne balıkçısı ya hu!” dedikoduları yapıldı…

-*-*-

Emre Aslan’ın KKTC’ye geldikten üç beş saat sonra tekneyle ayrıldığı, Sıtkı Akargöl’ün ise Yeşilyurtlu olduğu belirtildi…

-*-*-

Sıtkı’nın annesi ve dayısı Yenidüzen’e konuştu!
Oğlumuzdan haber yok!
Emre’nin abisi olduğu iddia edilen kişi de gazetemize demeç verdi…
Kardeşimden haber yok!

-*-*-

Derken dedikodular arttı!
İki gencin “yasa dışı bir şekilde ülkeden kaçtığı” veya “kaybolduğu” ya da “balık tutmaya değil başka işe çıktığı” teknenin arkasında iki adet çok büyük asma motor olduğu falan anlatıldı!

-*-*-

Son dedikoduyu vereyim; Gazimağusa’da çok iyi bir haber kaynağım, “Suriye’de tutuklandılar” dedi!

-*-*-

Dedikoduları bırakın; siz KKTC’nin sınır güvenliğine bakın!
Tekneye binen ülkeye giriyor; tekneye binen ülkeden çıkıyor!

-*-*-

Dedem da derdi, “galbur!”.


Egemen Ersin bey!

Yazma be baaa!
Yazma be baaa!

-*-*-

Tamam be abi, mahkemeye da verdin bizi, 5 da milyon TL istiyormuşsun; ok anladık “yazmayalım” sana, bir şey sormayalım, eleştirmeyelim de; anladım, aldım, kabul ettim ama sen de ne olur sus artık!

-*-*-

Rumlar ne kadar egemense biz de o kadar egemeniz demişsin!
Seni birileri ziyaret etmiş, sen de onlara esip yağma gürlemişsin!

-*-*-

Vallahi ben eleştirmeyeceğim, yazmayacağım, kara mizah, pergama gecesinde Akdoğan şampiyonluğu kutlaması falan yapmayacağım!

-*-*-

Haaa bir de neden yabani otlara, mantara, sürekliye çok düşkün olduğumuz konusunda da senin söylediğine kesinlikle inanacağım!
Ne demiştin?
İngilizler, Yunanlılar ve Rumlar bizi zamanında aç bıraktığı için bu otları, ayrelliyi ve mantarı o yüzden yemeye başlamıştık değil mi?

-*-*-

Tamam canım abim!
Bir daha yazmam!
Ama Rumlar ne kadar egemense biz de o kadar egemeniz!
Deme bunu!
Çünkü Kıbrıs Cumhuriyeti içerisinde evet öyleyiz de; KKTC’nin egemenliği konusunda seni ziyaret edenlerin ve senin cebindeki pasaportların durumları AB değil mi?
Değilse İngiliz be abi!
Neyse, ben dava açtığın için korkuyorum, artık yazmayacağım!
Yazmaya da değmen zaten ki o da ayrı bir mesele!


Hoşça kal Ümit

Ümit Mida...
Aynı yıl doğduk, benden sekiz ay büyüktü...
Çocukluğumuz, gençliğimiz anılarla dolu...
Yeşilırmaklı...
Babası, babamın çok iyi arkadaşıydı; Ümit ve abisi Mehmet de benim...

-*-*-

Mehmet, sessiz ve kibar bir büyüğümüzdü; Ümit çocukluktan beri yaramazlık yapmakta en öndeydi...
Ümit hızlıydı, Mehmet yavaştı...
Ümit, zaten hızını kanıtladı...
Ölümde bile herkesin önüne geçmeyi başardı...

-*-*-

Ümit’in bir de kendinden küçük kız kardeşi vardı... Selda...
Selda ve Mehmet yaşamlarını İngiltere’de sürdürüyorlar...
Selda, Ümit’in rahatsızlığı süresince hep Kıbrıs’taydı... 

-*-*-

Geçen sene, annelerini kaybetmişlerdi...
Hemen ardından, annelerini öldüren aynı rahatsızlık Ümit’e musallat oldu ve çok kısa sürede O’nu da aramızdan aldı...

-*-*-

Hep üreten, hep çalışan, köyü Yeşilırmak’ı, ülkesi Kıbrıs’ı çok seven biriydi Ümit...
İsyankardı, inatçıydı, dobracıydı...
Keyfine çok düşkündü...
İşini bitirdiği anda birasını içerdi...
Sigarasını tüttürürdü...
Kıbrıslıydı, dibine kadar...

-*-*-

Çok zamansız ve çok anılar bırakarak gitti...
Kahkahası, şakaları, çalışkanlığı, köyüne ve toprağına olan bağlılığı hep aklımızda kalacak...
Hoşça kal kardeşim...